Başbayanların iktidar tutkusu facia yaratabilir
1 sayfadaki 1 sayfası
Başbayanların iktidar tutkusu facia yaratabilir
Tarihin işaret ettiği en önemli gerçeklerden biri şudur: Kadınlar, tepeye çıkıp iktidar gücüne ortak olduklarında lükse ve dolayısıyla da mücevhere yönelirler. Bu süreç, bir çürümenin de işaretidir. Peşinden iktidar çatışması gelir, halk devreye girer ve ortaya korkunç manzaralar çıkabilir. 357 sene önce İstanbul’da olduğu gibi...
Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi, şu an devleti yöneten kadronun ve bunların eşlerinin lüks tutkusunu şöyle eleştiriyordu: "Bilhassa bazı Müslüman devlet ve hükümet adamları ve hanımları, on milyonlarca halkın geçim sıkıntısı çektiği bu ülkede biraz daha dikkatli ve ahlaklı hareket etmelidir. Nedir o korkunç fiyatlara yaptırılan elmaslı, pırlantalı, yakutlu, zümrütlü, safirli mücevherler... Nedir o yüz bin liralık lüks saatler... Lüks bir mağazadan bir kadın çorabının 400 liraya alındığını duyuyoruz. Müslüman politikacılara ve iş adamlarının hanımlarına böyle alış verişler yakışır mı?"
Buna siz bir de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün, Dolmabahçe Sarayı’ndaki eşyalardan 35’ini Köşk’e götürtmeye kalkmasını ekleyin. Ve Başbakan’ın eşinin ziynetine de göz atın.
Bir gerçektir ki iktidarı ele geçiren kişilerin eşleri de o iktidarı kullanmak için can atar. Böyle olunca da tepedeki kadınlar arasında şiddetli çatışmalar ortaya çıkar. Bu yüzden olsa gerek; Hayrünnisa Gül ile Emine Erdoğan’ın arasında gizli bir rekabet olduğu dedikoduları sık sık basına yansıyor. Emine Erdoğan’ın, Hayrünnisa Gül’ün gerisinde kalması; gücü temsil eden Başbakan eşini pek memnun etmemişe benziyor. Bu yüzden de iki başbayanın yan yana gelmemeye dikkat ettikleri anlaşılıyor.
KÖSEM SULTAN
Yönetim katındaki kadınların mücadelesinin, devleti zaman zaman sıkıntıya soktuğu bir gerçektir. Özellikle Osmanlı Devleti zamanında; bu tür çatışmalar daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu kanlı çatışmalardan birisi de 17. yüzyıl’da Turhan Sultan ile valide Kösem Sultan arasında yaşanmıştı. 1501 yılında Bosna’da doğan Kösem Sultan, İstanbul’a gönderilmiş; sarayda cazibesiyle dikkat çekmiş; 15 yaşında da Sultan 1. Ahmet’in eşi olma onuruna kavuşmuştu.
4. Murat ve Deli İbrahim lakaplı 1. İbrahim onun oğullarıdır. Kösem Sultan, gerek
4. Murat zamanında gerekse Deli İbrahim döneminde devleti yöneten en önemli şahsiyet haline gelmişti. Sultan İbrahim’den sonra onun oğlu 6 yaşındaki 4. Mehmet tahta çıkmıştı. İşte bu süreçte, sarayın iki güçlü kadını birbirine girdi. Topkapı’da sisteme hükmeden, devlet adamlarını iyi tanıyan ve avucunun içine alan Kösem Sultan ile yeni padişahın annesi; Turhan Sultan... Kösem Sultan, sarayda etkinliğini devam ettirmek için kışlalarda kalan yeniçeri askerlerini kışkırtıyordu. İstanbul bir iç savaşın eşiğindeydi. Bundan sonrasını, o dönemde yaşananları bizzat duyarak anlatan İngiliz siyasetçi Ricaut’un kaleminden aktarıyorum. Ayrıntıları öğrenmek isteyenler, Tercüman 1001 Temel Eser dizisinden çıkan ‘Türklerin Siyasi Düsturları’ adlı kitabı inceleyebilirler.
İSTANBUL’DA ÇATIŞMA
"Sarayın iki önemli kadını birbirlerine karşı diş biliyorlardı. Genç olanı, oğlunun saltanatını; yaşlı olanı ise kendininkini sağlamlaştırmak istiyordu. Şehirde kargaşalık giderek yayılıyordu. Kendi taraflarında olmadığını bildikleri Siyavuş Paşa’nın veziriazam (başbakan) yapılmasını yeniçeriler hiç iyi karşılamamışlardı. Kösem Valide Sultan, Yeniçeri Ağası Bektaş Ağa’ya gönderdiği mektupta Saray’da olup bitenleri anlatıyor, bütün karışıklıkların genç Turhan Sultan’ın başı altından çıktığına işaret ediyor ve huzurun sağlanması için Sultan Mehmed’in tahttan indirilerek yerine kardeşi Süleyman’ın geçirilmesini öğütlüyordu. Mektubu alan Bektaş Ağa, yeniçerilerin camisi olan Orta Camii’nde (Bugün Aksaray meydanında bulunan ve yıkılmış olan camii/R.Z.) bir toplantı düzenlendi; toplantıya silahlı yeniçeriler ile asker arasında manevi bazı din adamları da katılmıştı.(...) Sokaklarda çarpışmaların başladığı hakkında bir haber, genç Turhan Sultan’a geldi (...) Bu yüzden Turhan Sultan’ı destekleyen içoğlanları, Şeyhülislam’ın Valide Sultan’ın idamını emreden fetvayı bir an önce çıkarması için onu büsbütün sıkıştırmaya başladılar.
İDAM HÜKMÜ
Orada bulunan önemli vezirlerle bir süre görüştükten sonra, Padişah’tan Valide Sultan’ın ölüm emri için izin istenmeye karar verildi ve şu metinle isteklerini dile getirdiler: "Yüce Hükümdarımız, halkın sükuna kavuşmasını arzuluyorsanız, Tanrı’nın iradesi, büyükannenizi Adalet’in ellerine teslim etmenizi gerektiriyor. Küçük bir acı büyük bir felakete daima tercih edilir, başka bir çare yoktur, Tanrı izin verirse sonumuz hayırlı olacaktır."
Kalem ve mürekkep getirildikten sonra Şeyhülislam fetvayı kaleme aldı, padişah imzaladı. Kösem Valide Sultan kılıçla veya başka bir şeyle zarara uğramadan sadece iple boğdurulacaktı. Fermanın teslim edildiği kahyalara Valide Sultan’ın Kuşhane’nin dışına götürülmesi, idam edilirken Padişah’ın bir şey duymaması için her tedbirin alınması buyruğu verildi.
Padişahın buyruğunu önceden yerine getirmek isteyen içoğlanları, ‘Allah, Allah’ diye bağırarak Harem dairesine koşmaya başladılar. Valide Sultan’ın odasına daldıklarında içerisini kapkaranlık buldular. Valide Sultan yaklaşan gürültülerden tehlikenin büyüdüğünü anladığından bütün kandilleri söndürmüş, yorgan ve şilte yüklü büyük bir dolaba girerek saklanmıştı. Araştırmalar sırasında Deli Doğancı adında biri, büyük dolabın içindekileri boşalttıktan sonra bir köşeye büzülmüş duran Valide Sultan’ı gördü. Görüldüğünü fark eden Kösem Sultan alçak sesle Doğancı’ya şöyle dedi: "Yiğidim, bana acı, seni servete kavuştururum, içoğlanların her birine de beş yüz altınlık beşer kese dağıtacağım, yeter ki hayatımı kurtarın."
ÖNCE YAĞMALANDI
Deli Doğancı cevapladı: "Hain, pazarlık zamanı geçti, şimdi ölüme hazırlan!" Sonra kadını ayaklarından çekerek, dışarı sürükledi. İçeri girenlerden Bostancı Ali adında bir Arnavut, Valide Sultan’ın kulaklarında iki değerli küpe görünce bunları almak maksadıyla üzerine atıldı. Bunlar ceviz büyüklüğünde üçgen yontulmuş ve yakutla tutturulmuş iki pırlanta idi. Bunları ona gençliğinde, en ateşli aşk günlerinde Sultan Ahmed armağan etmişti. Bu küpelerin değerine eş başka pırlantanın Padişah’ın hazinesinde mevcut olmadığı söyleniyordu; en bilgili kuyumcular değerinin Kahire’nin bir yıllık gelirine eşit olduğunu öne sürmüşlerdi.
Ali, küpelerin değerini anlamak için arkadaşlarına göstermiş, elindeki korkunç serveti öğrenince gözünü uyku tutmamış, sonunda Padişah’a teslim edilmek üzere Süleyman Ağa’ya iade etmişti. Bunun karşılığında on altı altın almış ve Hazine dairesinde bir göreve getirilmişti. Diğerleri de ellerinden geldiği kadar Valide Sultan’ın üzerindekileri yağmalamışlardı. Bir kısmı parmaklarındaki yüzükleri, diğerleri bileziklerini, jartiyerlerini ve elbiselerini almıştı. Elbisesi içinde, devrin padişahlarının dillerini bağladığına inandığı büyülü bir zerdeva kürkü parçası ele geçirilmişti. Bana bu ayrıntıyı nakleden kişi; Kösem Sultan’ın üzerinde, bir zamanlar çok fakir, zavallı bir softa olan fakat sonra göz boyamayla Sultan İbrahim’in gözdesi haline gelerek İstanbul’un en zengin adamı olan Cinci Hoca tarafından imal edilmiş ve üzerine Sultan Murat ve Sultan İbrahim adları kazılmış bir asma kilit bulunduğunu da belirtmiştir.
BOĞULDU
Valide Sultan, zenginliğe susamış genç adamların elinde bir anda adeta çıplak kalmış, kürkleri parça parça edilmiş, nihayet o halde Kuşhane’ye sürüklenmişti. Oraya gelindiğinde idam için gerekli kiriş olmadığı fark edilmiş, camilerin perdelerini tutturmak için kullanılan bir kordon getirilmiş, boynuna geçirilmiş, daha önce bahsettiğimiz Doğancı ipi sıkarken diğerleri de kollarından tutmuştur. Kösem Sultan’ı boğmak isteyenler bu işin acemisi olduklarından bir türlü başarılı olamamışlar ve kadının uzun müddet can çekişmesine sebep olmuşlardı. Sonunda hareket etmediğini görünce öldüğünü sanmışlar ve ‘oldu, oldu’ diye bağırarak haberi Padişah’a ulaştırmaya koşmuşlardı. Fakat uzaklaştıklarında gözlerini açan Kösem Sultan ayağa kalkmış, etraftan görenler cellatlarını yeniden çağırmışlar, bu sefer bir balta sapı ile sıkılan ip kadının işini bitirmişti. Zenci haremağaları Kösem Sultan’ın cesedini büyük bir saygıyla kaldırmışlar ve Saray’ın camisine götürmüşlerdi. Dört yüz civarındaki cariyeleri ağlayarak ve saçlarını yolarak hanımlarına son defa veda etmişler, bu sahne Saray’da bulunan herkese fevkalâde dokunmuştu." Böyle zalimce boğulan Kösem Sultan, itinayla kocası 1. Ahmet’in yanına, Sultan Ahmet Camii’ndeki kabre gömülmüştü.
O günden bugüne kalan ise olanlardan ibret almaktır...
Elbette almasını bilenler için...
Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi, şu an devleti yöneten kadronun ve bunların eşlerinin lüks tutkusunu şöyle eleştiriyordu: "Bilhassa bazı Müslüman devlet ve hükümet adamları ve hanımları, on milyonlarca halkın geçim sıkıntısı çektiği bu ülkede biraz daha dikkatli ve ahlaklı hareket etmelidir. Nedir o korkunç fiyatlara yaptırılan elmaslı, pırlantalı, yakutlu, zümrütlü, safirli mücevherler... Nedir o yüz bin liralık lüks saatler... Lüks bir mağazadan bir kadın çorabının 400 liraya alındığını duyuyoruz. Müslüman politikacılara ve iş adamlarının hanımlarına böyle alış verişler yakışır mı?"
Buna siz bir de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün, Dolmabahçe Sarayı’ndaki eşyalardan 35’ini Köşk’e götürtmeye kalkmasını ekleyin. Ve Başbakan’ın eşinin ziynetine de göz atın.
Bir gerçektir ki iktidarı ele geçiren kişilerin eşleri de o iktidarı kullanmak için can atar. Böyle olunca da tepedeki kadınlar arasında şiddetli çatışmalar ortaya çıkar. Bu yüzden olsa gerek; Hayrünnisa Gül ile Emine Erdoğan’ın arasında gizli bir rekabet olduğu dedikoduları sık sık basına yansıyor. Emine Erdoğan’ın, Hayrünnisa Gül’ün gerisinde kalması; gücü temsil eden Başbakan eşini pek memnun etmemişe benziyor. Bu yüzden de iki başbayanın yan yana gelmemeye dikkat ettikleri anlaşılıyor.
KÖSEM SULTAN
Yönetim katındaki kadınların mücadelesinin, devleti zaman zaman sıkıntıya soktuğu bir gerçektir. Özellikle Osmanlı Devleti zamanında; bu tür çatışmalar daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu kanlı çatışmalardan birisi de 17. yüzyıl’da Turhan Sultan ile valide Kösem Sultan arasında yaşanmıştı. 1501 yılında Bosna’da doğan Kösem Sultan, İstanbul’a gönderilmiş; sarayda cazibesiyle dikkat çekmiş; 15 yaşında da Sultan 1. Ahmet’in eşi olma onuruna kavuşmuştu.
4. Murat ve Deli İbrahim lakaplı 1. İbrahim onun oğullarıdır. Kösem Sultan, gerek
4. Murat zamanında gerekse Deli İbrahim döneminde devleti yöneten en önemli şahsiyet haline gelmişti. Sultan İbrahim’den sonra onun oğlu 6 yaşındaki 4. Mehmet tahta çıkmıştı. İşte bu süreçte, sarayın iki güçlü kadını birbirine girdi. Topkapı’da sisteme hükmeden, devlet adamlarını iyi tanıyan ve avucunun içine alan Kösem Sultan ile yeni padişahın annesi; Turhan Sultan... Kösem Sultan, sarayda etkinliğini devam ettirmek için kışlalarda kalan yeniçeri askerlerini kışkırtıyordu. İstanbul bir iç savaşın eşiğindeydi. Bundan sonrasını, o dönemde yaşananları bizzat duyarak anlatan İngiliz siyasetçi Ricaut’un kaleminden aktarıyorum. Ayrıntıları öğrenmek isteyenler, Tercüman 1001 Temel Eser dizisinden çıkan ‘Türklerin Siyasi Düsturları’ adlı kitabı inceleyebilirler.
İSTANBUL’DA ÇATIŞMA
"Sarayın iki önemli kadını birbirlerine karşı diş biliyorlardı. Genç olanı, oğlunun saltanatını; yaşlı olanı ise kendininkini sağlamlaştırmak istiyordu. Şehirde kargaşalık giderek yayılıyordu. Kendi taraflarında olmadığını bildikleri Siyavuş Paşa’nın veziriazam (başbakan) yapılmasını yeniçeriler hiç iyi karşılamamışlardı. Kösem Valide Sultan, Yeniçeri Ağası Bektaş Ağa’ya gönderdiği mektupta Saray’da olup bitenleri anlatıyor, bütün karışıklıkların genç Turhan Sultan’ın başı altından çıktığına işaret ediyor ve huzurun sağlanması için Sultan Mehmed’in tahttan indirilerek yerine kardeşi Süleyman’ın geçirilmesini öğütlüyordu. Mektubu alan Bektaş Ağa, yeniçerilerin camisi olan Orta Camii’nde (Bugün Aksaray meydanında bulunan ve yıkılmış olan camii/R.Z.) bir toplantı düzenlendi; toplantıya silahlı yeniçeriler ile asker arasında manevi bazı din adamları da katılmıştı.(...) Sokaklarda çarpışmaların başladığı hakkında bir haber, genç Turhan Sultan’a geldi (...) Bu yüzden Turhan Sultan’ı destekleyen içoğlanları, Şeyhülislam’ın Valide Sultan’ın idamını emreden fetvayı bir an önce çıkarması için onu büsbütün sıkıştırmaya başladılar.
İDAM HÜKMÜ
Orada bulunan önemli vezirlerle bir süre görüştükten sonra, Padişah’tan Valide Sultan’ın ölüm emri için izin istenmeye karar verildi ve şu metinle isteklerini dile getirdiler: "Yüce Hükümdarımız, halkın sükuna kavuşmasını arzuluyorsanız, Tanrı’nın iradesi, büyükannenizi Adalet’in ellerine teslim etmenizi gerektiriyor. Küçük bir acı büyük bir felakete daima tercih edilir, başka bir çare yoktur, Tanrı izin verirse sonumuz hayırlı olacaktır."
Kalem ve mürekkep getirildikten sonra Şeyhülislam fetvayı kaleme aldı, padişah imzaladı. Kösem Valide Sultan kılıçla veya başka bir şeyle zarara uğramadan sadece iple boğdurulacaktı. Fermanın teslim edildiği kahyalara Valide Sultan’ın Kuşhane’nin dışına götürülmesi, idam edilirken Padişah’ın bir şey duymaması için her tedbirin alınması buyruğu verildi.
Padişahın buyruğunu önceden yerine getirmek isteyen içoğlanları, ‘Allah, Allah’ diye bağırarak Harem dairesine koşmaya başladılar. Valide Sultan’ın odasına daldıklarında içerisini kapkaranlık buldular. Valide Sultan yaklaşan gürültülerden tehlikenin büyüdüğünü anladığından bütün kandilleri söndürmüş, yorgan ve şilte yüklü büyük bir dolaba girerek saklanmıştı. Araştırmalar sırasında Deli Doğancı adında biri, büyük dolabın içindekileri boşalttıktan sonra bir köşeye büzülmüş duran Valide Sultan’ı gördü. Görüldüğünü fark eden Kösem Sultan alçak sesle Doğancı’ya şöyle dedi: "Yiğidim, bana acı, seni servete kavuştururum, içoğlanların her birine de beş yüz altınlık beşer kese dağıtacağım, yeter ki hayatımı kurtarın."
ÖNCE YAĞMALANDI
Deli Doğancı cevapladı: "Hain, pazarlık zamanı geçti, şimdi ölüme hazırlan!" Sonra kadını ayaklarından çekerek, dışarı sürükledi. İçeri girenlerden Bostancı Ali adında bir Arnavut, Valide Sultan’ın kulaklarında iki değerli küpe görünce bunları almak maksadıyla üzerine atıldı. Bunlar ceviz büyüklüğünde üçgen yontulmuş ve yakutla tutturulmuş iki pırlanta idi. Bunları ona gençliğinde, en ateşli aşk günlerinde Sultan Ahmed armağan etmişti. Bu küpelerin değerine eş başka pırlantanın Padişah’ın hazinesinde mevcut olmadığı söyleniyordu; en bilgili kuyumcular değerinin Kahire’nin bir yıllık gelirine eşit olduğunu öne sürmüşlerdi.
Ali, küpelerin değerini anlamak için arkadaşlarına göstermiş, elindeki korkunç serveti öğrenince gözünü uyku tutmamış, sonunda Padişah’a teslim edilmek üzere Süleyman Ağa’ya iade etmişti. Bunun karşılığında on altı altın almış ve Hazine dairesinde bir göreve getirilmişti. Diğerleri de ellerinden geldiği kadar Valide Sultan’ın üzerindekileri yağmalamışlardı. Bir kısmı parmaklarındaki yüzükleri, diğerleri bileziklerini, jartiyerlerini ve elbiselerini almıştı. Elbisesi içinde, devrin padişahlarının dillerini bağladığına inandığı büyülü bir zerdeva kürkü parçası ele geçirilmişti. Bana bu ayrıntıyı nakleden kişi; Kösem Sultan’ın üzerinde, bir zamanlar çok fakir, zavallı bir softa olan fakat sonra göz boyamayla Sultan İbrahim’in gözdesi haline gelerek İstanbul’un en zengin adamı olan Cinci Hoca tarafından imal edilmiş ve üzerine Sultan Murat ve Sultan İbrahim adları kazılmış bir asma kilit bulunduğunu da belirtmiştir.
BOĞULDU
Valide Sultan, zenginliğe susamış genç adamların elinde bir anda adeta çıplak kalmış, kürkleri parça parça edilmiş, nihayet o halde Kuşhane’ye sürüklenmişti. Oraya gelindiğinde idam için gerekli kiriş olmadığı fark edilmiş, camilerin perdelerini tutturmak için kullanılan bir kordon getirilmiş, boynuna geçirilmiş, daha önce bahsettiğimiz Doğancı ipi sıkarken diğerleri de kollarından tutmuştur. Kösem Sultan’ı boğmak isteyenler bu işin acemisi olduklarından bir türlü başarılı olamamışlar ve kadının uzun müddet can çekişmesine sebep olmuşlardı. Sonunda hareket etmediğini görünce öldüğünü sanmışlar ve ‘oldu, oldu’ diye bağırarak haberi Padişah’a ulaştırmaya koşmuşlardı. Fakat uzaklaştıklarında gözlerini açan Kösem Sultan ayağa kalkmış, etraftan görenler cellatlarını yeniden çağırmışlar, bu sefer bir balta sapı ile sıkılan ip kadının işini bitirmişti. Zenci haremağaları Kösem Sultan’ın cesedini büyük bir saygıyla kaldırmışlar ve Saray’ın camisine götürmüşlerdi. Dört yüz civarındaki cariyeleri ağlayarak ve saçlarını yolarak hanımlarına son defa veda etmişler, bu sahne Saray’da bulunan herkese fevkalâde dokunmuştu." Böyle zalimce boğulan Kösem Sultan, itinayla kocası 1. Ahmet’in yanına, Sultan Ahmet Camii’ndeki kabre gömülmüştü.
O günden bugüne kalan ise olanlardan ibret almaktır...
Elbette almasını bilenler için...
Rıza ZELYUT- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 164
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Kişisel Mesaj : zelyut@gunes.com
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 27/05/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz