DENiZ YILDIZI


Join the forum, it's quick and easy

DENiZ YILDIZI
DENiZ YILDIZI
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

KPK toplantısındaki AKP ihanetinin perde arkası!

Aşağa gitmek

KPK toplantısındaki AKP ihanetinin perde arkası! Empty KPK toplantısındaki AKP ihanetinin perde arkası!

Mesaj tarafından Sebahattin ÖNKİBAR 2008-06-30, 12:19

Bugün sütunumuzu değerli büyükelçi, KPK
toplantısı katılımcısı İstanbul Milletvekili
Şükrü Elekdağ’a bırakıyoruz.

Mayıs sonunda Brüksel’de düzenlenen Türkiye-AB Karma Parlamento Komitesi (KPK) toplantısı, demokrasi, İslam ve laiklik arasındaki etkileşimin tartışılması açısından ilginç görüşmelere sahne olduğu gibi, AB’nin Türkiye’yle ilişkilerinin geleceği hakkındaki niyetlerine de ışık tuttu. Resmi açıklamalardan ve özellikle kişisel temaslarımdan edindiğim izlenimleri şöyle özetleyebilirim:
1) AB parlamenterleri genel olarak, AKP’ye, cihat mantığıyla hareket eden ve Türkiye’deki laik rejimi çökerterek ülkeyi şeriat yönünde bir dönüşüme tabi tutmak isteyen bir parti olarak bakmıyorlar.
2) Bilakis, AKP’yi, Türkiye’yi Avrupa’ya ve AB’ye en fazla yaklaştıran ve bunu yaparken de Ortadoğu’daki Müslüman devletlerle sıkı ve samimi bağlar kurmayı başaran bir parti olarak görüyorlar.
3) “Müslüman demokratlarla aşırı laikler arasındaki çelişkiden kaynaklanan kavganın” da, büyük ölçüde, ordu, yargı, laik elit ve CHP tarafından desteklenen katı Kemalizm ve “saldırgan laiklik” anlayışından çıktığı hususunda yerleşmiş bir kanıya sahipler.
4) Laikliğin Türkiye’nin “çağdaş uygarlık” idealine yönelmesini sağlayan temel ilke ve Türk demokrasisinin temel taşı olduğu gerçeğini değerlendirmekte zorluk çekiyorlar.
5) Türkiye’nin “İslam âleminde” tek demokratik ülke olmasının sırrının laiklik ilkesini benimsemiş olmasından ileri geldiğini anlamak istememelerinin bir nedeninin de “ılımlı İslam” tezine sıcak bakmalarından kaynaklandığı söylenebilir. (Bunu açıkça ifade etmiyorlar.) Avrupa’da yaygınlaşan bir İslam korkusu var. İçlerindeki 14 milyon Müslüman’a bir tehdit olarak bakıyor ve Müslüman gençlerin radikalleşmelerinden endişe ediyorlar. Bu nedenle, Türkiye’deki ve Avrupa’daki Müslümanların, Usame bin Ladin’in radikalizmini reddeden “ılımlı İslam” tezini benimsemelerinin, hem Avrupa’daki barış ve huzura katkıda bulunacağı, hem de radikal İslam’ın Ortadoğu’daki esas kaynağının kurumasına hizmet edeceğini umut ediyor ve bu tezin en iyi bir şekilde AKP tarafından hayata geçirilebileceğini düşünüyorlar.
6) Bu nedenle de “demokratik laiklik” gibi kavramlarla Türkiye Cumhuriyeti’nin özgün niteliklerinin içini boşaltma ve bu şekilde ılımlı İslam’a zemin hazırlama işlerine geliyor.

Barroso, Rehn ve
Lagendijk’ın eleştirileri
Türkiye’nin gerçeklerinin bu denli ters yüz edilmesi insanı sinir ediyor, ama durum bu merkezde... Bu girizgâhtan sonra KPK toplantısına dönelim. Ancak, önce AB temsilcilerinin (Barroso, Rehn ve Lagendijk) Türkiye’ye yönelik eleştiri ve tavsiyelerini kısaca anımsatalım. Bunlar şu üç başlık altında toplanabilir:
1) AKP’nin kapatılması amacıyla açılan dava sonuçları açısından endişe vericidir. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi’nden, kararını verirken hukukun üstünlüğü ilkesine, Avrupa standartlarına ve Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu kararlarına saygı göstermesi beklenmektedir.
2) Söz konusu dava, laikliği koruma bahanesi altında demokrasiyi askıya alma çabasıdır. Yargının girişimi gayrimeşrudur ve demokrasinin ihlalidir. Yargıtay Başsavcısı’nın girişimi, halkın yoğun desteği ve iradesiyle iktidara gelen partiyi hedef alan bir komplo oluşturuyor. Dava konusu siyasi niteliktedir ve çözüm yeri mahkeme olmayıp, parlamentodur.
3) Türkiye “demokratik laiklik” kavramını benimsemelidir... “Bir toplumda din yokmuş gibi davranılamaz; herkesin inancına saygı gösterilmeli ve laiklik bir dinmiş gibi insanlara dayatılmamalıdır.”

Türk yargısına
müdahaleden vazgeçin
KPK toplantısında CHP’li milletvekilleri bu eleştiri ve tavsiyelerin sakat ve hatalı yönlerini vurguladılar, ayrıca laikliğin Türk siyasi hayatındaki yerini de izah ettiler. Bu satırların yazarı da, yaptığı müdahalelerle yukarıdaki üç noktaya ilişkin görüşlerini açıklamak ve bunları kayda geçirmek imkânını buldu.
Önce, AB temsilcilerine, hukukun üstünlüğü ilkesini tahrip etmekten ve Türk yargısına müdahale etmekten vazgeçmeleri tavsiyesinde bulunduk. Bu bağlamda hukukun üstünlüğünün AB’nin sahiplendiği bir ilke olduğunu, Avrupa Konseyi Şartı’nın da, hukuk düzeninin demokrasinin temel dayanağı olduğunu vurguladığını anımsatarak, Türk yargısı hakkında yapılan değerlendirmelerin yakışıksız ve haksız olduğu kadar AB’nin savunduğu ilkelerle de çelişki halinde olduğunun altını çizdik.

Başsavcı anayasal
görevini yaptı
İkinci olarak, parlamentoda çoğunluğa sahip olmanın demokrasinin nihai amacını oluşturmadığını ve çoğunluk sağlamanın hükümeti kurmak için gerekli olmakla birlikte, demokratik düzenin gerçekleştirilmesi için yeterli olmadığını, gerçek demokratik yönetimin, iktidarda olanların karar, söylem ve eylemlerinin ülkenin anayasası ile uyumlu olmasını gerektirdiğini, bu bakımdan seçim sandığında elde edilen bir başarının kimseye hukukun üstünde olmak ve Anayasa’ya aykırı hareket etmek hakkını vermediğini vurguladık.
Devamla, Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinin, siyasi partiler hakkında, eylem ve politikaları nedeniyle hangi koşullarda Anayasa Mahkemesi’nde dava açılabileceğini hükme bağlamış olduğunu ve bu durumda, Yargıtay Başsavcısı’nın, sırf Anayasa’dan kaynaklanan görevinin icaplarını yerine getirmiş olması nedeniyle antidemokratik bir harekette bulunmakla veya iktidar partisine karşı bir komplonun parçası olmakla itham edilmesinin haksızlık ve insafsızlık olduğunu dile getirdik.

Demokratik laiklik
AB Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye’ye önerdiği “demokratik laiklik” kavramını, “din yokmuş gibi hareket edilemeyeceği ve laikliğin halka bir din imişçesine dayatılamayacağı” gerekçesine dayandırmıştı. Bu ifadeler esasında Türkiye’deki laik kesimlerin din düşmanı oldukları gibi aşırı hatalı bir varsayıma dayanıyor. Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde de dini politikaya alet edenler, laikliğin dinsizlik olduğu yolunda propagandalar yaparak, yer yer huzursuzluklar çıkarmışlardı. Atatürk bu konuda 1926’da şunları söylemişti: “Din bir vicdan meselesidir. Herkes kendi vicdanının emirlerine uygun hareket etmekte özgürdür. Bizim dine saygımız vardır. Bizim söylediğimiz, din işleriyle devlet işlerinin birbirlerine karıştırılmamasıdır.” Bu açıdan Barroso’nun, hortlayan laiklik düşmanlığının sözcüsü durumuna düşmesi büyük bir talihsizlik olmuştur. Bu konuda, KPK toplantısında şu hususları izah ettik:
“Türkiye’deki laiklik uygulamasında bir paranın iki yüzü gibi olan demokrasi ile laiklik, birbirlerini tamamlamak ve güçlendirmek suretiyle ülkenin modernleşme ve demokratikleşme yolunda attığı adımları kolaylaştırmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, laiklik uygulamasıyla dini kamu alanından çıkarıp özel alanla sınırlaması, siyasi zeminini herkes için eşitlemiş ve bu ortamda kişisel özgürlükler ile din ve vicdan özgürlüğü de gelişmiştir.Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ve İslam dininin güçlü bir potansiyel siyasi faktör haline dönüşebildiği ülkelerde, laikliğe dayanmayan bir yönetim sistemi şu nedenlerle asla demokratik olamaz: (1) Evrensel nitelik kazanmış insan haklarını benimseyip koruyamaz. (2) Kadın-erkek eşitliğini uygulayamaz. (3) Çağdaş standartlara uygun bir hukuk sistemini kabul edip hayata geçiremez. (4) Pozitivist bir eğitim sistemini uygulamaya koyamaz. Bu nedenlerle de, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısı zayıflarsa demokrasi tehlikeye düşer, devletin temelleri de çatırdar.”

AB’ye tavsiyemiz:
Laikliği baltalamayın
“Medeniyetler İttifakı İnisiyatifi” başlıklı gündem maddesine ilişkin konuşmamızda da hem Batı’nın hem de Doğu’nun bir parçası olan Türkiye’nin, sahibi olduğu tarihsel ve kültürel miras ve bugünkü “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” kimliğine ulaşmak için modernleşme ve demokratikleşme yolunda kazandığı deneyim nedeniyle, İslam dünyası ile Batı arasında uzlaşı ve uyumun sağlanması çabalarına katkıda bulunabileceğini belirterek şu noktaların altını çizdik:
“Gerçekten Türkiye bugün dünyada, İslami değerleri, çok partili bir demokratik sistemle ve laik bir devlet yapısıyla uzlaştırıp yaşatan yegâne ülkedir ve bu niteliğiyle Müslümanlığın çoğulcu bir demokratik toplumla başarılı şekilde bağdaştığını çarpıcı biçimde kanıtlayan örnektir.
Vurgulanması gereken bir husus da, Türkiye örneğinin, Max Weber ve Samuel Huntington gibi ünlü bilim adamlarının İslami toplumların demokrasi idealini, modernizasyonu ve laikliği benimseme ve uygulama kabiliyetlerinin olmadığı yolundaki görüşlerini çürütmüş olduğudur.
Dünyanın bugün içinde bulunduğu çatışma ortamı perspektifinden bakılırsa Türkiye örneğinin, İslam ile Batı’nın ahenk ve barış içinde yaşamasının reçetesini içerdiği ve İslam radikalizmine dayanan ve dünyanın başına bela olan siyaset anlayışına bir alternatif oluşturduğu anlaşılır.
Ancak, Türkiye örneği şu andaki eksiklikleriyle sadece potansiyel bir niteliğe sahiptir. Fiili ve etkin bir örnek haline gelebilmesi için Türkiye’nin, demokrasisini AB standartlarına çıkarmakta göstereceği başarıya koşut olarak ekonomik alanda da sıçrama yapması ve vatandaşlarının yaşam kalitesini çok daha yükseltmesi şarttır.
Bu hedeflere ulaşmış bir Türkiye, AB tarafından Müslüman dünyasına, laikliğe dayanan demokratik bir devlet sisteminin İslam’la bağdaştırılabileceğinin ve vatandaşlarına adalet, güven, özgürlük ve refah sağlayabileceğinin somut ve yaşayan bir kanıtı olarak gösterilebilecektir.

AB akılcı daranmalı
Dünyadaki 54 İslam devleti arasında, ömrü yarım asrı geçen çok partili demokrasisi ile sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel gelişme düzeyi açısından, böyle bir misyonu Türkiye’den başka gerçekleştirebilecek hiçbir nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülke mevcut değildir.
Bu sebeplerden dolayı, AB Türkiye ile bütünleşerek ona bu tarihi misyonu gerçekleştirme fırsatını verecek olursa, yalnızca AB için değil, tüm insanlık için muazzam bir hizmette bulunmuş olacaktır. Bu bakımdan AB’nin ılımlı İslam gibi formüllerle laikliği baltalamak yerine, izah ettiğimiz bu yaklaşımı benimsemesi akılcı olacaktır.”
Evet, AB parlamenterlerine bunları söyledik. Eğer bu ifadelerimizden bir nebze etkilenmişlerse, o zaman, dünya barış ve istikrarına katkıda bulunacak böyle bir gelişmenin gerçekleşebilmesi için, AB’yi Türkiye’yi oyalama taktikleriyle dışlamaya çalışmaktan ve ona ikinci sınıf bir statü dayatmaktan vazgeçirmeleri gereklidir.
Türkiye de, Avrupa yolculuğunu sürekli aşağılandığı sonu belirsiz bir maceraya dönüştürmek istemiyorsa, AB’den 1999 Helsinki kararındaki taahhütleri ışığında Türkiye’ye açık ve net bir tam üyelik hedefi vermesini ve müzakere yöntemlerini standart hale dönüştürmesini istemelidir. Türkiye, bu taahhüdü alana kadar, Kopenhag ve Maastriht kriterlerinin icaplarını kendi öncelik ve takvimine göre yerine getirmeye devam etmeli, fakat hiçbir siyasi konuyu AB ile görüşmemelidir.
Sebahattin ÖNKİBAR
Sebahattin ÖNKİBAR
ALTIN ÜYE
ALTIN ÜYE

Erkek
Mesaj Sayısı : 178
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Kişisel Mesaj : sonkibar@gmail.com
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 27/05/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz