Asker ziyaretle doğru olanı yaptı
1 sayfadaki 1 sayfası
Asker ziyaretle doğru olanı yaptı
Sevgili okurlar bu haftaki sohbetimize öncelikle geçen hafta kaldığımız noktadan devam etmek istiyorum. Geçen hafta pazartesi günü siyasette “demokratik denge” kurulabilmesi için partilerin yerel seçimlerde ittifaklara gitmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. Eğer bu tür ittifaklara gidilmezse AKP’nin yerel seçimlerden çok büyük zaferle çıkma ihtimali var. Bu durumda siyasi yelpaze daha da “tek renkli” hale gelecektir. Demokrasideki denge de ortadan kalkacaktır.
Kiminle ittifak?
Tabii bu görüş pek çok okurda olumlu bir hava yaratırken beraberinde kuşkuları da getiriyor. İlk soru ister istemez “Peki kim kiminle ittifak yapacak?” oluyor. Oysa amaç belli partilerin ittifak yapması değil. Yerel seçimlerde sistemimiz çoğunluk oyuna dayanıyor. Bu durumda kim en çok oyu alırsa iktidarı da eline geçiriyor. Böyle olunca bir parti yüzde 25 oyla bile bütün belediye başkanlıklarını kazanabiliyor. Dengesizlik de burada ortaya çıkıyor.
Öncelik büyük kentlerde
Bana göre eğer bir ititfak kurulması gerekirse bunun öncelikle büyük kentlerden başlaması gerek. Çünkü özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerin yerel yönetimleri merkezi iktidarı da çok etkileyebiliyor. Eğer muhalefet akıllı davranıp büyük kentlerin yönetimini ele geçirebilirse merkezi hükümetin zafer sarhoşluğu içinde başına buyruk davranma alışkanlığı da kırılabilir, siyasete gelecek denge mutlaka ülke yönetimine de yansır.
İttifak isimleri
Sevgili okurlar siyasette ittifaklar konusu bugüne kadar ilk kez konuşulmuyor. Her seçimden önce bu tür girişimler olur ve hep hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Bu kez seçimlere daha çok zaman olduğu için partilerin bunu düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Elbette en önemli konu da üzerinde ittifak sağlanacak isimlerdir. Bütün partiler bir araya gelir, ama öyle bir aday üzerinde anlaşırlar ki, halk inadına başka tarafa gidebilir. Bu nedenle parti patenti olmadan isimler ortaya çıkarılmalıdır. Bu ismin hangi parti adı altında yarışa gireceğine ise sonra karar verilmelidir.
Bu muhalefetle olur mu?
Geçen haftaki yazıdan sonra en çok eleştiri “Bu CHP ve bu MHP ile mi ittifak olacak?” şeklindeydi. Eleştirilerde gerçek payı çok, bunu biliyorum. CHP gibi köklü bir parti seçimlere artık 6 ay kala hâlâ adaylarını belirlemiş veya en azından tartışmaya açmış değil. Siz CHP’nin İstanbul için kimi düşündüğünü biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Bu büyük bir eksiklik değil mi?
Baykal’ın “ama”sı
Sevgili okurlar, geçen haftaya damgasını vuran gelişmelerden biri Baykal’ın “Asker iyi konuşuyor, ama” sözleriydi. AKP’ye yakın çevreler bu konuşmayı hemen saptırarak, “Baykal askerin darbe yapmasını istiyor” yorumunu yapıştırmaya kalktılar. Bu bana göre büyük haksızlık. Baykal’ın söylediği bu sözleri bugün milyonlarca kişi söylüyor. En başta ben de söylüyorum.
Asker niye konuşuyor?
Çünkü asker sürekli olarak laikliğin teminatı, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz bekçisi olduğunu söyleyip, bunlara karşı akımların asla geçit bulamayacağını ilan edip duruyor. İyi de bunların her gün defalarca çiğnendiğini görüyoruz. Üstelik iktidar partisi de Anayasa Mahkemesi tarafından “laikliğe aykırı davranışların odağı” olarak tescil edilmedi mi? Peki bu durumda söylenen sözlerin ne anlamı kalıyor? Kimse darbeden yana değil ve olamaz da, ama bu sözlerin de hep havada kalması Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını etkiliyor.
Bir üslup değişikliği
Gerçi Büyükanıt’ın görevi devretmesinden sonra Genelkurmay’ın söyleminde bir değişim olduğu aslında gözden kaçmıyor. Ergenekon nedeniyle haklarında iddianame olmamasına rağmen tutuklu bulunan iki emekli orgeneralin, Genelkurmay emriyle bir muvazzaf korgeneral tarafından ziyaret edilmesi çok manidardır. Genelkurmay artık Ergenekon adı altında ordunun yıpratılmasına karşı koyacağının işaretini vermiştir.
Yapılması gereken budur
Bu noktada kimilerinin bu olayı bahane ederek askere saldırmasına sakın aldırmayın. Asker doğru olanı yapıyor. İki emekli orgeneralin hiçbir gerekçe açıklanmadan ve iddianame bile hazırlanmadan hapiste tutulması, ziyaret yasağı bile konması en hafif haliyle askere ağır hakarettir. Elbette sonuçta yargı karar verecektir ve bağımsız yargıya herkesin saygısı çok büyüktür. Buna karşın Ergenekon adı altında uygulananlar ve kişilere yönelik davranışlar da son derece dikkat çekicidir. Amacın adalet sağlamak değil, iktidarın beğenmediği herkesin burnunun sürtülmesi olduğu izlenimi giderek artmaktadır.
Ziyaret çoktan olmalıydı
Aslına bakarsanız Genelkurmay’ın bu ziyareti geç kalmış bir uygulama. Her nedense Yaşar Büyükanıt bırakın ziyareti konuyla ilgili görüş açıklamaktan bile kaçındı. Oysa örneğin TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, ATO Başkanı Sinan Aygün gözaltına alınır alınmaz bütün namusuyla arkadaşına arka çıkmıştı. Bu, yargıyı etki altına almak anlamına gelmiyordu. Sadece vefa duygusunun ifadesiydi. Büyükanıt yönetimi bu vefayı gösterememişti. İlker Paşa gösterdi. Nitekim bu olay üzerine gazetelere yağan yorumlarda İlker Başbuğ’a büyük övgüler olduğu gözlerden kaçmadı.
Hür general esprisi
Sevgili okurlar, geçen hafta bir okur mektubuna dayanarak yaptığım yoruma özellikle askeri çevrelerden tepkiler geldi. Büyükanıt’ın veda ettikten sonra “artık hür generalim” demesini yadırgadığımı belirtmiştim. Eleştirenler “Asker arasındaki bir espridir bu, başka mana çıkarmanın alemi yok” diyordu. Bunu biliyorum elbette. Ama son derece hassas bir dönemde, üstelik kamuoyunun bir bölümünde hayal kırıklığı yaratmış bir Genelkurmay Başkanı’nın böyle bir espri yapması bana göre hiç yakışık almadı. Keşke o espriyi basın önünde değil de orduevinde yakınlarına yapsaydı.
Business Channel olayı
Hafta içinde bir yıl önce Business Channel’dan ayrılış öykümü yazmıştım. Doğal olarak bu yazı çok ilgi gördü. Ali Baransel bir başka gazeteci aracılığı ile “kendisine yönetim kurulu başkanlığı teklif edildiğini ama kabul etmediğini” bildirmiş. Baransel, ayrıca gerginliği görünce iyi bir karar verdiğine inandığını da söylemiş. Bu arada bazı okurlar gönderdikleri mesajda Büyükanıt’ın cevabını görmek istediklerini belirtiyorlar. Cevap gelirse tabii yayınlanır da, ben konuyu bu köşenin polemiği haline de getirmek istemem. Büyükanıt’ın varsa söyleyeceği çıkar kamuoyunun önüne ve anlatır. Ben zamanında çok çabaladım, askerin itibarı için bu konuya el atmaları gerektiğini söyledim. Sorun benim kişisel sorunum değil artık.
Ankara’daki siyasi savaş
Geçen haftanın en çok ilgi çeken yazılarından biri de Ankara’daki Gökçek-Altınok savaşıyla ilgili yazı oldu. Bu yazıya çok sayıda mesaj gönderen okurlar bu iki başkanın aslında birbirlerinden pek farkı olmadığını savunuyordu. Gerçi bu yazı yayınlandığı sırada Başbakan davranışlarıyla tavrının Gökçek’ten yana olduğu hissini veriyordu. Sanıyorum AKP Ankara’da yine Melih Gökçek’le devam edecek. Zaten Erdoğan’ın bu konuda karar verdiği gazetelerde yayınlandı geçen hafta. Ama burada başka bir sürpriz var. Gökçek’in henüz 27 yaşındaki oğlu Osman Gökçek Çankaya Belediyesi’ne talip. Başbakan’ın bu konuyu düşündüğü ve ikinci Gökçek’i Çankaya için aday göstermeye karar verebileceği AKP kulislerinde çok konuşuluyor.
Şaban Dişli geç bile kaldı
Sevgili okurlar imzaladığı sözleşme ile adeta “rüşvetin belgesini” kamuoyuna sunmuş duruma düşen AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli sonunda parti görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı. Bana göre bu istifa AKP’yi de çıplak yakaladı. Çünkü AKP yönetimi ısrarla Dişli’ye sahip çıktı bu süre içinde. Böylelikle rüşvete geçit vermiş duruma düştü. Bu da aslında AKP’nin iyi yönetilmediğinin bir belgesidir.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
*****
Demokrasinin kötü olan bir yönü çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir.
Lord Acton
Kiminle ittifak?
Tabii bu görüş pek çok okurda olumlu bir hava yaratırken beraberinde kuşkuları da getiriyor. İlk soru ister istemez “Peki kim kiminle ittifak yapacak?” oluyor. Oysa amaç belli partilerin ittifak yapması değil. Yerel seçimlerde sistemimiz çoğunluk oyuna dayanıyor. Bu durumda kim en çok oyu alırsa iktidarı da eline geçiriyor. Böyle olunca bir parti yüzde 25 oyla bile bütün belediye başkanlıklarını kazanabiliyor. Dengesizlik de burada ortaya çıkıyor.
Öncelik büyük kentlerde
Bana göre eğer bir ititfak kurulması gerekirse bunun öncelikle büyük kentlerden başlaması gerek. Çünkü özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerin yerel yönetimleri merkezi iktidarı da çok etkileyebiliyor. Eğer muhalefet akıllı davranıp büyük kentlerin yönetimini ele geçirebilirse merkezi hükümetin zafer sarhoşluğu içinde başına buyruk davranma alışkanlığı da kırılabilir, siyasete gelecek denge mutlaka ülke yönetimine de yansır.
İttifak isimleri
Sevgili okurlar siyasette ittifaklar konusu bugüne kadar ilk kez konuşulmuyor. Her seçimden önce bu tür girişimler olur ve hep hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Bu kez seçimlere daha çok zaman olduğu için partilerin bunu düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Elbette en önemli konu da üzerinde ittifak sağlanacak isimlerdir. Bütün partiler bir araya gelir, ama öyle bir aday üzerinde anlaşırlar ki, halk inadına başka tarafa gidebilir. Bu nedenle parti patenti olmadan isimler ortaya çıkarılmalıdır. Bu ismin hangi parti adı altında yarışa gireceğine ise sonra karar verilmelidir.
Bu muhalefetle olur mu?
Geçen haftaki yazıdan sonra en çok eleştiri “Bu CHP ve bu MHP ile mi ittifak olacak?” şeklindeydi. Eleştirilerde gerçek payı çok, bunu biliyorum. CHP gibi köklü bir parti seçimlere artık 6 ay kala hâlâ adaylarını belirlemiş veya en azından tartışmaya açmış değil. Siz CHP’nin İstanbul için kimi düşündüğünü biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Bu büyük bir eksiklik değil mi?
Baykal’ın “ama”sı
Sevgili okurlar, geçen haftaya damgasını vuran gelişmelerden biri Baykal’ın “Asker iyi konuşuyor, ama” sözleriydi. AKP’ye yakın çevreler bu konuşmayı hemen saptırarak, “Baykal askerin darbe yapmasını istiyor” yorumunu yapıştırmaya kalktılar. Bu bana göre büyük haksızlık. Baykal’ın söylediği bu sözleri bugün milyonlarca kişi söylüyor. En başta ben de söylüyorum.
Asker niye konuşuyor?
Çünkü asker sürekli olarak laikliğin teminatı, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz bekçisi olduğunu söyleyip, bunlara karşı akımların asla geçit bulamayacağını ilan edip duruyor. İyi de bunların her gün defalarca çiğnendiğini görüyoruz. Üstelik iktidar partisi de Anayasa Mahkemesi tarafından “laikliğe aykırı davranışların odağı” olarak tescil edilmedi mi? Peki bu durumda söylenen sözlerin ne anlamı kalıyor? Kimse darbeden yana değil ve olamaz da, ama bu sözlerin de hep havada kalması Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını etkiliyor.
Bir üslup değişikliği
Gerçi Büyükanıt’ın görevi devretmesinden sonra Genelkurmay’ın söyleminde bir değişim olduğu aslında gözden kaçmıyor. Ergenekon nedeniyle haklarında iddianame olmamasına rağmen tutuklu bulunan iki emekli orgeneralin, Genelkurmay emriyle bir muvazzaf korgeneral tarafından ziyaret edilmesi çok manidardır. Genelkurmay artık Ergenekon adı altında ordunun yıpratılmasına karşı koyacağının işaretini vermiştir.
Yapılması gereken budur
Bu noktada kimilerinin bu olayı bahane ederek askere saldırmasına sakın aldırmayın. Asker doğru olanı yapıyor. İki emekli orgeneralin hiçbir gerekçe açıklanmadan ve iddianame bile hazırlanmadan hapiste tutulması, ziyaret yasağı bile konması en hafif haliyle askere ağır hakarettir. Elbette sonuçta yargı karar verecektir ve bağımsız yargıya herkesin saygısı çok büyüktür. Buna karşın Ergenekon adı altında uygulananlar ve kişilere yönelik davranışlar da son derece dikkat çekicidir. Amacın adalet sağlamak değil, iktidarın beğenmediği herkesin burnunun sürtülmesi olduğu izlenimi giderek artmaktadır.
Ziyaret çoktan olmalıydı
Aslına bakarsanız Genelkurmay’ın bu ziyareti geç kalmış bir uygulama. Her nedense Yaşar Büyükanıt bırakın ziyareti konuyla ilgili görüş açıklamaktan bile kaçındı. Oysa örneğin TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, ATO Başkanı Sinan Aygün gözaltına alınır alınmaz bütün namusuyla arkadaşına arka çıkmıştı. Bu, yargıyı etki altına almak anlamına gelmiyordu. Sadece vefa duygusunun ifadesiydi. Büyükanıt yönetimi bu vefayı gösterememişti. İlker Paşa gösterdi. Nitekim bu olay üzerine gazetelere yağan yorumlarda İlker Başbuğ’a büyük övgüler olduğu gözlerden kaçmadı.
Hür general esprisi
Sevgili okurlar, geçen hafta bir okur mektubuna dayanarak yaptığım yoruma özellikle askeri çevrelerden tepkiler geldi. Büyükanıt’ın veda ettikten sonra “artık hür generalim” demesini yadırgadığımı belirtmiştim. Eleştirenler “Asker arasındaki bir espridir bu, başka mana çıkarmanın alemi yok” diyordu. Bunu biliyorum elbette. Ama son derece hassas bir dönemde, üstelik kamuoyunun bir bölümünde hayal kırıklığı yaratmış bir Genelkurmay Başkanı’nın böyle bir espri yapması bana göre hiç yakışık almadı. Keşke o espriyi basın önünde değil de orduevinde yakınlarına yapsaydı.
Business Channel olayı
Hafta içinde bir yıl önce Business Channel’dan ayrılış öykümü yazmıştım. Doğal olarak bu yazı çok ilgi gördü. Ali Baransel bir başka gazeteci aracılığı ile “kendisine yönetim kurulu başkanlığı teklif edildiğini ama kabul etmediğini” bildirmiş. Baransel, ayrıca gerginliği görünce iyi bir karar verdiğine inandığını da söylemiş. Bu arada bazı okurlar gönderdikleri mesajda Büyükanıt’ın cevabını görmek istediklerini belirtiyorlar. Cevap gelirse tabii yayınlanır da, ben konuyu bu köşenin polemiği haline de getirmek istemem. Büyükanıt’ın varsa söyleyeceği çıkar kamuoyunun önüne ve anlatır. Ben zamanında çok çabaladım, askerin itibarı için bu konuya el atmaları gerektiğini söyledim. Sorun benim kişisel sorunum değil artık.
Ankara’daki siyasi savaş
Geçen haftanın en çok ilgi çeken yazılarından biri de Ankara’daki Gökçek-Altınok savaşıyla ilgili yazı oldu. Bu yazıya çok sayıda mesaj gönderen okurlar bu iki başkanın aslında birbirlerinden pek farkı olmadığını savunuyordu. Gerçi bu yazı yayınlandığı sırada Başbakan davranışlarıyla tavrının Gökçek’ten yana olduğu hissini veriyordu. Sanıyorum AKP Ankara’da yine Melih Gökçek’le devam edecek. Zaten Erdoğan’ın bu konuda karar verdiği gazetelerde yayınlandı geçen hafta. Ama burada başka bir sürpriz var. Gökçek’in henüz 27 yaşındaki oğlu Osman Gökçek Çankaya Belediyesi’ne talip. Başbakan’ın bu konuyu düşündüğü ve ikinci Gökçek’i Çankaya için aday göstermeye karar verebileceği AKP kulislerinde çok konuşuluyor.
Şaban Dişli geç bile kaldı
Sevgili okurlar imzaladığı sözleşme ile adeta “rüşvetin belgesini” kamuoyuna sunmuş duruma düşen AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli sonunda parti görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı. Bana göre bu istifa AKP’yi de çıplak yakaladı. Çünkü AKP yönetimi ısrarla Dişli’ye sahip çıktı bu süre içinde. Böylelikle rüşvete geçit vermiş duruma düştü. Bu da aslında AKP’nin iyi yönetilmediğinin bir belgesidir.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
*****
Demokrasinin kötü olan bir yönü çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir.
Lord Acton
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz