Eğitim, fakat nasıl bir eğitim olsun?
1 sayfadaki 1 sayfası
Eğitim, fakat nasıl bir eğitim olsun?
Eğitim, fakat nasıl bir eğitim olsun?
Mustafa Kemal`in aramızdan ayrılışından bu yana, iktidara gelen istisnasız bütün hükümetler eğitim için uğraşı vermişlerdir(!) O kadar çok üstüne düştüler ki, sonunda ulusal eğitim veya Eğitim Birliği yolunmuş kaza benzedi! Çocuklarımıza iyi bir eğitim vermek için, hangi eğitimi seçeceğimizi de sonunda bilemez olduk. 1950`den sonra eğitim o kadar yozlaştı ki, 5 yıllık zorunlu eğitimin şimdiki verilen eğitimden daha etkili olduğunu gösterdi. Anne-babalar şaşkın durumdalar. Hangi yolu izleyeceklerini, neler yapılacağını değil aileler, çocuklar bile bilemez oldular. Hepimiz biliyorsunuz ki, eğitim çocuğun gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Eğitimin önemini hükümeti yönetenler de kavramış olmalılar ki(!), yıllardır süregelen 5 yıllık ilkokul dönemi 8 yıla çıkarmak için geceli gündüzlü kafa patlattılar! Birileri “Yok efendim, 4 artı 4 olsun” derken, diğeri “En iyi çözüm 3 artı 5 olsun” teklifini ileri sürdü. Geri kalan da 5 artı 3 olsun diye ortaya fikir attı. Bütün bu planların arkasında bir art niyet vardı; çünkü çocukların geleceğini düşünmek yerine, arka bahçeleri olan İmam-Hatip okullarını kurtarmayı güdüyorlardı. Sonunda zorunlu öğretim ilk ve ortaokul birleşerek karşımıza 8 yıllık bir eğitim olarak çıkmış oldu. Çıktı da ne oldu? Çocukların geleceği ve başarıları için faydalı mı oldu? Aynı tas aynı hamam!.. Ve hatta daha da geri gitti. 5 yıllık ilkokulu bitirenler bilirler. Bu beş yıl içinde çok da olmasa da ciddi ve çağdaş bir eğitim vardı. Hocalarımız, bizlere okumayı, yazmayı öğretmek ve bilgi vermek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu beş yıl içinde sınıfta kalmak da vardı, atılmakta... Ve burada elde edilen bilgilerle, ortaokulu ve liseyi rahatlıkla bitirebiliyorduk. Demek ki, bu beğenmediğimiz 5 yılın bir değeri varmış eğitim ezber de olsa bile... Buradan da şunu anlıyoruz: Zorunlu eğitim, ister 5, ister 8, isterse de 15 yıl olsun, bir önem taşımıyor. Önemli olan yıllar değildir. Ya nedir? Eğitim çerçevesinde çocuklara, gençlere verilen bilgilerin değeridir. Onun içindir ki, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti`nde din ağırlıklı eğitimden vazgeçilerek, çağdaş eğitime geçilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, çağdaş uygulamalı bir eğitim sistemi kurulmaya çalışılmıştır. Bunun en güzel örneği Köy Enstitüleri`dir. B. Russell`in şu sözü de eğitimin önemi belirtmesi açısından önemlidir: ”Yenidünyanın anahtarı eğitimdir”
Yüzyıllardır eğitimden uzak tutulmuş olan ülkemizde, eğitimin nelere yol açtığını, Köy Enstitüleri`nin mimarlarından olan İsmail Hakkı Tonguç (Tonguç Baba) bakınız bunu nasıl izah etmiştir: “Okuma- yazma bilmezliğin doğurduğu kötülüklerin bu milleti ne duruma soktuğunu yakından görmeyenler, sefaletin derecesini kestiremezler. Buna karşılık en basit anlamda bir ilköğretime kavuşanların, gözleri açılmış körler gibi dünyayı bütün güzellikleriyle görmeye başlamaları...”
Eğitimin önemini anlayan ülkeler, çocukları daha küçük yaşlardan itibaren eğitmeye başlamışlardır hem de uygulamalı olarak. Birkaç örnek: Avrupa`da anaokullarındaki ve ilkokullardaki çocuklar belir aralıklarla öğretmenleri ve polis refakatinde caddeye çıkarılarak, trafik lambaları ve karşıdan karşıya geçme hakkından bilgilendirilir. Anaokulunda ve ilkokulda öğretilenlerin bir nevi pratik uygulamasıdır. Böylece çocuklar hem gördüklerini hem de duyduklarını belleklerine yerleştirmiş oluyorlar. Bir başka örnek: Küçük çocuklar annelerinin veya babalarının refakatinde ormanın kenarındaki “orman evi” denen yerde toplanan çocuklara hem ormandaki ağaçlar hem de burada yaşayan küçük hayvanlar ( tavşan, sincap, ağaçkakan vs) hakkında pratik bilgiler veriliyor. Ayrıca gözleri bağlanarak, grup halinde örneğin cam yapraklarının, meşe ağacı yapraklarının, kumu, taşın ve çakıl tasının üstünde gezdirerek, ne hissettikleri hakkında sorular soruyorlar. Böylece çocuklar ayakları altındaki cisimleri duygularıyla ayırt ederek tarif etmesini öğreniyorlar. Pratik bir uygulama metodu. Televizyonda, belgesel bir filmde gene çocuklara ormanda yaşayan hayvanların kendilerini ve yavrularını göstererek, nasıl yaşadıklarını, onlara nasıl bir muamele yapılmasını, küçük yavruların nasıl korunmasını göstererek anlatmaya çalışıyor. Teorik eğitimin pratik bir uygulamasıdır. İki açıdan eğitim alan çocuk, kendisine verilen bu bilgileri hayatı boyunca unutmaz.
İşte bütün bu örnekler Köy Enstitüleri`nde vardı. Bu okullarda gençler, sınıflarda okuduklarını, öğrendiklerini, dışarıda tatbik ederek pekiştiriyorlardı. Toprağın nasıl kazılacağını, tohumun nasıl atılacağını, bir bitkinin nasıl aşılanacağını, bir ineğin nasıl sağılaşacağını yerinde öğreniyorlardı. Yani bu okullarda teori ve pratik birbiriyle kaynaştırılmış oluyordu. Gençler hem müzik okuyorlar, notaları belliyorlar hem de istedikleri müzik aletinde bunu tatbik ediyorlardı. Bundan daha güzel, daha etkili bir eğitim sistemi olur mu? Tonguç Baba, anılarının birinde, bir köylü ile yaptığı konuşmayı şöyle aktarıyordu: “Bizi arayan soran mı vardı bey? Şu dağarlın arasında çobanlık yapar, geçinmeye uğraşırdık. Hayvandan farkımız yoktur. Bizi güden çıkmadı. Çok şükür çocuklarımız okuyor. Onlar bizim çektiklerimizi çekmeyecekler.” Ne yazık ki, bu köylü yanılmıştı. Hayali gerçekleşmedi. Çünkü bu Anadolu`nun “Kardelenler” ine göz dikilmişti. Bin bir yalan dolanma “Sizlere en uygun olan, en layık olan “İmam Hatip okullarıdır” diyerek bunlar kapatıldı. Bir tiyatronun sahne ışıkları gibi, ışıklar birbiri ardından söndürüldü ve perde indirildi...
Bizler tekrar, pratiği ve uygulamayı birleştiren bir eğitim istiyoruz. Mutlak surette bunun adının Köy Enstitüleri olması diye bir iddiamız da yok. Biz diyoruz, ama cümlenin tam doğrusu şöyle olmalıdır: “B`siz yapamayız, AB`siz aydınlanamayız” diyenler mutlak surette, Köy Enstitüleri sözü onları ürkütüyorsa, AB ülkelerinin hemen hepsinde mevcut olan Halkevleri karşılığı “Volkshochschule” ler gibi kuruluşların hayata geçirilmesi, hemen her yerde kütüphanelerin kurulmasını çok acilen yerine getirmelidirler. İşte böyle düşünür ve yaparlarsa, bizler de Türkiye`nin AB`ne üye olmasına kocaman bir “evet” deriz; Söz!
Yazımızı büyük şairimiz Nazım Hikmeti şu şiiri ile anarak kapatalım:
“Koşuyor altı yaşında bir oğlan
Uçurtması geçiyor ağaçlardan
Siz de böyle koştunuz bir zaman
Çocuklara kıymayın efendiler
Bulutlar adam öldürmesin “
Dr. Yüksel Cavlak
Mustafa Kemal`in aramızdan ayrılışından bu yana, iktidara gelen istisnasız bütün hükümetler eğitim için uğraşı vermişlerdir(!) O kadar çok üstüne düştüler ki, sonunda ulusal eğitim veya Eğitim Birliği yolunmuş kaza benzedi! Çocuklarımıza iyi bir eğitim vermek için, hangi eğitimi seçeceğimizi de sonunda bilemez olduk. 1950`den sonra eğitim o kadar yozlaştı ki, 5 yıllık zorunlu eğitimin şimdiki verilen eğitimden daha etkili olduğunu gösterdi. Anne-babalar şaşkın durumdalar. Hangi yolu izleyeceklerini, neler yapılacağını değil aileler, çocuklar bile bilemez oldular. Hepimiz biliyorsunuz ki, eğitim çocuğun gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Eğitimin önemini hükümeti yönetenler de kavramış olmalılar ki(!), yıllardır süregelen 5 yıllık ilkokul dönemi 8 yıla çıkarmak için geceli gündüzlü kafa patlattılar! Birileri “Yok efendim, 4 artı 4 olsun” derken, diğeri “En iyi çözüm 3 artı 5 olsun” teklifini ileri sürdü. Geri kalan da 5 artı 3 olsun diye ortaya fikir attı. Bütün bu planların arkasında bir art niyet vardı; çünkü çocukların geleceğini düşünmek yerine, arka bahçeleri olan İmam-Hatip okullarını kurtarmayı güdüyorlardı. Sonunda zorunlu öğretim ilk ve ortaokul birleşerek karşımıza 8 yıllık bir eğitim olarak çıkmış oldu. Çıktı da ne oldu? Çocukların geleceği ve başarıları için faydalı mı oldu? Aynı tas aynı hamam!.. Ve hatta daha da geri gitti. 5 yıllık ilkokulu bitirenler bilirler. Bu beş yıl içinde çok da olmasa da ciddi ve çağdaş bir eğitim vardı. Hocalarımız, bizlere okumayı, yazmayı öğretmek ve bilgi vermek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu beş yıl içinde sınıfta kalmak da vardı, atılmakta... Ve burada elde edilen bilgilerle, ortaokulu ve liseyi rahatlıkla bitirebiliyorduk. Demek ki, bu beğenmediğimiz 5 yılın bir değeri varmış eğitim ezber de olsa bile... Buradan da şunu anlıyoruz: Zorunlu eğitim, ister 5, ister 8, isterse de 15 yıl olsun, bir önem taşımıyor. Önemli olan yıllar değildir. Ya nedir? Eğitim çerçevesinde çocuklara, gençlere verilen bilgilerin değeridir. Onun içindir ki, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti`nde din ağırlıklı eğitimden vazgeçilerek, çağdaş eğitime geçilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, çağdaş uygulamalı bir eğitim sistemi kurulmaya çalışılmıştır. Bunun en güzel örneği Köy Enstitüleri`dir. B. Russell`in şu sözü de eğitimin önemi belirtmesi açısından önemlidir: ”Yenidünyanın anahtarı eğitimdir”
Yüzyıllardır eğitimden uzak tutulmuş olan ülkemizde, eğitimin nelere yol açtığını, Köy Enstitüleri`nin mimarlarından olan İsmail Hakkı Tonguç (Tonguç Baba) bakınız bunu nasıl izah etmiştir: “Okuma- yazma bilmezliğin doğurduğu kötülüklerin bu milleti ne duruma soktuğunu yakından görmeyenler, sefaletin derecesini kestiremezler. Buna karşılık en basit anlamda bir ilköğretime kavuşanların, gözleri açılmış körler gibi dünyayı bütün güzellikleriyle görmeye başlamaları...”
Eğitimin önemini anlayan ülkeler, çocukları daha küçük yaşlardan itibaren eğitmeye başlamışlardır hem de uygulamalı olarak. Birkaç örnek: Avrupa`da anaokullarındaki ve ilkokullardaki çocuklar belir aralıklarla öğretmenleri ve polis refakatinde caddeye çıkarılarak, trafik lambaları ve karşıdan karşıya geçme hakkından bilgilendirilir. Anaokulunda ve ilkokulda öğretilenlerin bir nevi pratik uygulamasıdır. Böylece çocuklar hem gördüklerini hem de duyduklarını belleklerine yerleştirmiş oluyorlar. Bir başka örnek: Küçük çocuklar annelerinin veya babalarının refakatinde ormanın kenarındaki “orman evi” denen yerde toplanan çocuklara hem ormandaki ağaçlar hem de burada yaşayan küçük hayvanlar ( tavşan, sincap, ağaçkakan vs) hakkında pratik bilgiler veriliyor. Ayrıca gözleri bağlanarak, grup halinde örneğin cam yapraklarının, meşe ağacı yapraklarının, kumu, taşın ve çakıl tasının üstünde gezdirerek, ne hissettikleri hakkında sorular soruyorlar. Böylece çocuklar ayakları altındaki cisimleri duygularıyla ayırt ederek tarif etmesini öğreniyorlar. Pratik bir uygulama metodu. Televizyonda, belgesel bir filmde gene çocuklara ormanda yaşayan hayvanların kendilerini ve yavrularını göstererek, nasıl yaşadıklarını, onlara nasıl bir muamele yapılmasını, küçük yavruların nasıl korunmasını göstererek anlatmaya çalışıyor. Teorik eğitimin pratik bir uygulamasıdır. İki açıdan eğitim alan çocuk, kendisine verilen bu bilgileri hayatı boyunca unutmaz.
İşte bütün bu örnekler Köy Enstitüleri`nde vardı. Bu okullarda gençler, sınıflarda okuduklarını, öğrendiklerini, dışarıda tatbik ederek pekiştiriyorlardı. Toprağın nasıl kazılacağını, tohumun nasıl atılacağını, bir bitkinin nasıl aşılanacağını, bir ineğin nasıl sağılaşacağını yerinde öğreniyorlardı. Yani bu okullarda teori ve pratik birbiriyle kaynaştırılmış oluyordu. Gençler hem müzik okuyorlar, notaları belliyorlar hem de istedikleri müzik aletinde bunu tatbik ediyorlardı. Bundan daha güzel, daha etkili bir eğitim sistemi olur mu? Tonguç Baba, anılarının birinde, bir köylü ile yaptığı konuşmayı şöyle aktarıyordu: “Bizi arayan soran mı vardı bey? Şu dağarlın arasında çobanlık yapar, geçinmeye uğraşırdık. Hayvandan farkımız yoktur. Bizi güden çıkmadı. Çok şükür çocuklarımız okuyor. Onlar bizim çektiklerimizi çekmeyecekler.” Ne yazık ki, bu köylü yanılmıştı. Hayali gerçekleşmedi. Çünkü bu Anadolu`nun “Kardelenler” ine göz dikilmişti. Bin bir yalan dolanma “Sizlere en uygun olan, en layık olan “İmam Hatip okullarıdır” diyerek bunlar kapatıldı. Bir tiyatronun sahne ışıkları gibi, ışıklar birbiri ardından söndürüldü ve perde indirildi...
Bizler tekrar, pratiği ve uygulamayı birleştiren bir eğitim istiyoruz. Mutlak surette bunun adının Köy Enstitüleri olması diye bir iddiamız da yok. Biz diyoruz, ama cümlenin tam doğrusu şöyle olmalıdır: “B`siz yapamayız, AB`siz aydınlanamayız” diyenler mutlak surette, Köy Enstitüleri sözü onları ürkütüyorsa, AB ülkelerinin hemen hepsinde mevcut olan Halkevleri karşılığı “Volkshochschule” ler gibi kuruluşların hayata geçirilmesi, hemen her yerde kütüphanelerin kurulmasını çok acilen yerine getirmelidirler. İşte böyle düşünür ve yaparlarsa, bizler de Türkiye`nin AB`ne üye olmasına kocaman bir “evet” deriz; Söz!
Yazımızı büyük şairimiz Nazım Hikmeti şu şiiri ile anarak kapatalım:
“Koşuyor altı yaşında bir oğlan
Uçurtması geçiyor ağaçlardan
Siz de böyle koştunuz bir zaman
Çocuklara kıymayın efendiler
Bulutlar adam öldürmesin “
Dr. Yüksel Cavlak
Yüksel Cavlak- YAKUT ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 370
Yaş : 89
ŞEHİR : Recklinghausen
Meslek : doktor
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 485
Kayıt tarihi : 16/05/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz