'İkinci olursam giderim'demek yeterli değil ki
1 sayfadaki 1 sayfası
'İkinci olursam giderim'demek yeterli değil ki
Başbakan’ın yine Kasımpaşalı tarafı ağır bastı göründüğü kadarıyla. Hindistan’dan gönderdiği mesajda “İkinci olursam giderim” dedi. Herhalde bir taşla iki kuş vurmak istiyor.
Birincisi zamanında Özal’ın yaptığı gibi halkı tehdit ederek, oyların dağılmasını önlemeye çalışmak. Rahmetli Özal da bu taktiği denemişti. Bu sayede ilk seçimleri bir öncekine oranla düşük bir yüzdeyle kazandı. Ama sonra bir üst kata geçince partisi eriyiverdi, şimdi esamesi bile okunmuyor.
İkincisi ise CHP liderini de benzer şekilde söz vermeye zorlamak herhalde. Nitekim AKP’li medya ve yazarlar bu sözleri o açıdan yorumlayıp bastırmaya başladılar bile.
Ne deniyor: “Tayyip Erdoğan ikinci olursa parti başkanlığını bırakacak, Baykal da aynı sözü verebilir mi?”
Vermesine verir de, neden versin ki?
Şu andaki yapıda oy dağılımı aşağı yukarı belli. AKP’nin kan kaybettiği ve oylarının düştüğü kesin. Buna karşın henüz birinci parti olma özelliğini yitirmedi.
CHP’nin de oy kazandığı belli ve yine o da belli ki ikinci parti olma özelliğini koruyor.
Erdoğan örneğin ikinci olma söylemi yerine “İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarını kaybedersek liderliği bırakırım” diyebilir mi?
Hatırlayan olacaktır, bir süre önce “Yerel seçimlerde partilerin oy oranından çok sembol yerlerdeki sonuçlar etkili olacaktır” demiştim.
Örnek olarak da Ankara ve İstanbul’un CHP tarafından kazanılmasını, buna karşın İzmir’de AKP’nin önde olmasının çok ciddi psikolojik etki yaratacağını tahmin ettiğimi yazmıştım.
Gözlemlediğim kadarıyla CHP bu seçimlerden birinci parti olarak çıkma isteğinin yanı sıra başta İstanbul olmak üzere AKP için kale görünümündeki yerleri kazanmayı planlıyor.
İstanbul’a adeta “yeni bir kan veren” CHP İl Başkanı Gürsel Tekin’in çabalarını kimse hafife almasın. Kamuoyunun benimseyeceği bir adayla CHP İstanbul’u kazanabilir.
Keza Ankara’da, tüm eleştirilere rağmen Karayalçın’ın kazanması kimse için sürpriz olmamalı.
Bu açıdan bakınca ve bu seçimlere özel olarak Tayyip Erdoğan’ın “ikinci olmak” yerine örneğin “İstanbul’u kaybedersem giderim” demesi daha gerçekçi geliyor bana.
***
İşini seven adam
Hafta sonu cumartesi ve pazar sanki Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde geçti. Çünkü üç ayrı nikâha birden katıldım.
Önce iş adamı Eşref Kenan’ın kızının, sonra gazeteci Metin Güçlü’nün oğlunun ve son olarak da yazar Memduh Bayraktaroğlu’nun oğlunun nikâh törenlerini izledim.
Beni sürekli nikâh dairesinde gören görevlilere de “Nikâh şekeri toplamaya başladım, bayağı kârlı işmiş” diye de espri yaptım, pek güldük.
Nikâh törenlerini izlerken bir adam çok ilgimi çekti. Nikâhın düzenli geçmesi için gelinle damadın gelişini, şahitlerin çağrılmasını, nikâh sonrası kutlamalarını organize ediyordu.
Bugüne kadar yüzlerce nikâh görmüşümdür. Bu görevi üstlenen kişiler de hep dikkatimi çekerdi. Genellikle yüzleri pek gülmez, çünkü o kadar kanıksamışlardır ki yaptıkları işi, belki de “bitse de gitsek” diye geçirirler içlerinden.
Ama bu adam farklıydı. Sanki masaya oturan her geline kendi kızı, her erkeğe de kendi oğlu gibi davranıyor, yüzünde adeta güller açıyordu.
Sonunda dayanamayıp yanına gittim ve “Sizin kadar güler yüzlü görevli hiç görmemiştim” dedim. Adı Hacı Özkan’mış. 25 yıldır bu işi yapıyormuş. İnsanları mutlu görmek, onları en önemli yolculuğa çıkarken uğurlamak ona derin bir uç huzuru veriyormuş.
Hacı Özkan’ı tanıyınca işini seven insanın ne yaparsa yapsın başarılı olduğuna ve hayattan zevk aldığına inancım daha da arttı.
Bu arada Kadıköy Evlendirme Dairesi inanılmaz güzel olmuş. Başkanı İstanbul’a bu kadar çağdaş bir yer kazandırdığı için kutlarım.
***
‘Yahşi’ye niye gelmedin?’
Geçen hafta yaz aylarının sosyetik gözdesi Türkbükü’nü kışın da görmenin keyfini yazmıştım. Yaz aylarının en eğlenceli beldesinin kış ortasında bomboş bir hüznü yaşadığını ama belki de bu halinin daha etkili olduğunu belirtmiştim.
Bu yazı üzerine Bodrum Ortakent Yahşi bölgesinde oturan okurlardan çok hoş mesajlar aldım.
Diyorlar ki “Ne işin var Türkbükü’nde, asıl hayat orada değil ki, keşke Yahşi’ye gelseydin.”
Meğer Yahşi-Yalı bölgesindeki tatil sitelerinde kış aylarını da geçiren yüzlerce aile varmış. Tahmin ediyorum çoğu emekli olan vatandaşlar kentlere göre hem daha ucuza hem de son derece sakin bir hayat sürdürüyorlar kış ortasında.
Tabii oturan çok olunca çevredeki balıkçı lokantaları da kapatmıyormuş bu mevsimde. Pek çok otel de hâlâ açıkmış. Ekonomik krize rağmen ayakta durmaya çalışıyorlarmış.
Keşke bir fırsat bulup ben de birkaç gün gidebilsem.
***
Güven meselesi
Yıldırım Tuna’dan: Genç karısı “Bana güvenmiyor musun?” diye ağlamaya başlayınca “Güvenmek istiyorum ama bir türlü olmuyor” demiş adam sinir içinde ve devam etmiş: “Bak hayatım şüphelerim nedeni ile İzmir’den İstanbul’a taşındık, aaa bir de ne göreyim. Burda da aynı postacı, aynı sütçü. Olacak iş mi, bana da hak ver yahu!”
***
Her şey mi alkışlanır?
Üniversite öğrencilerinin katıldığı tartışma programlarına bayılıyorum. Gerçi hepsi gece yarısından sonra başlıyor ama ne yapalım “reyting canavarı” böyle emrediyor demek ki.
Bazı ipe sapa gelmez söz ve sorularının yanı sıra çok akıllıca, bilgi yüklü ve hatta deneyim bile kazanmış olduğu hemen göze çarpan öğrencilerin heyecanını izlemek bana ayrı bir keyif veriyor.
Bu keyfimi bozan en önemli şey ise ne biliyor musunuz? Öğrencilerin adeta “kitle psikolojisine” uyarak hemen her şeyi alkışlamaları.
Öyle anlar oluyor ki, bir dakika önce bir görüş için tutulan alkışlar, bir dakika sonra tam aksi görüş içinde tutuyor. Salona bakıyorum, acaba kalabalık mı beni yanıltıyor diye, hayır öyle değil, aynı kişiler çırpıyor ellerini.
Ne bileyim, yeni öğrencilik böyle bir şey mi acaba?
***
Hak yenir ama hazmedilemez.
Yunan atasözü
Birincisi zamanında Özal’ın yaptığı gibi halkı tehdit ederek, oyların dağılmasını önlemeye çalışmak. Rahmetli Özal da bu taktiği denemişti. Bu sayede ilk seçimleri bir öncekine oranla düşük bir yüzdeyle kazandı. Ama sonra bir üst kata geçince partisi eriyiverdi, şimdi esamesi bile okunmuyor.
İkincisi ise CHP liderini de benzer şekilde söz vermeye zorlamak herhalde. Nitekim AKP’li medya ve yazarlar bu sözleri o açıdan yorumlayıp bastırmaya başladılar bile.
Ne deniyor: “Tayyip Erdoğan ikinci olursa parti başkanlığını bırakacak, Baykal da aynı sözü verebilir mi?”
Vermesine verir de, neden versin ki?
Şu andaki yapıda oy dağılımı aşağı yukarı belli. AKP’nin kan kaybettiği ve oylarının düştüğü kesin. Buna karşın henüz birinci parti olma özelliğini yitirmedi.
CHP’nin de oy kazandığı belli ve yine o da belli ki ikinci parti olma özelliğini koruyor.
Erdoğan örneğin ikinci olma söylemi yerine “İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarını kaybedersek liderliği bırakırım” diyebilir mi?
Hatırlayan olacaktır, bir süre önce “Yerel seçimlerde partilerin oy oranından çok sembol yerlerdeki sonuçlar etkili olacaktır” demiştim.
Örnek olarak da Ankara ve İstanbul’un CHP tarafından kazanılmasını, buna karşın İzmir’de AKP’nin önde olmasının çok ciddi psikolojik etki yaratacağını tahmin ettiğimi yazmıştım.
Gözlemlediğim kadarıyla CHP bu seçimlerden birinci parti olarak çıkma isteğinin yanı sıra başta İstanbul olmak üzere AKP için kale görünümündeki yerleri kazanmayı planlıyor.
İstanbul’a adeta “yeni bir kan veren” CHP İl Başkanı Gürsel Tekin’in çabalarını kimse hafife almasın. Kamuoyunun benimseyeceği bir adayla CHP İstanbul’u kazanabilir.
Keza Ankara’da, tüm eleştirilere rağmen Karayalçın’ın kazanması kimse için sürpriz olmamalı.
Bu açıdan bakınca ve bu seçimlere özel olarak Tayyip Erdoğan’ın “ikinci olmak” yerine örneğin “İstanbul’u kaybedersem giderim” demesi daha gerçekçi geliyor bana.
***
İşini seven adam
Hafta sonu cumartesi ve pazar sanki Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde geçti. Çünkü üç ayrı nikâha birden katıldım.
Önce iş adamı Eşref Kenan’ın kızının, sonra gazeteci Metin Güçlü’nün oğlunun ve son olarak da yazar Memduh Bayraktaroğlu’nun oğlunun nikâh törenlerini izledim.
Beni sürekli nikâh dairesinde gören görevlilere de “Nikâh şekeri toplamaya başladım, bayağı kârlı işmiş” diye de espri yaptım, pek güldük.
Nikâh törenlerini izlerken bir adam çok ilgimi çekti. Nikâhın düzenli geçmesi için gelinle damadın gelişini, şahitlerin çağrılmasını, nikâh sonrası kutlamalarını organize ediyordu.
Bugüne kadar yüzlerce nikâh görmüşümdür. Bu görevi üstlenen kişiler de hep dikkatimi çekerdi. Genellikle yüzleri pek gülmez, çünkü o kadar kanıksamışlardır ki yaptıkları işi, belki de “bitse de gitsek” diye geçirirler içlerinden.
Ama bu adam farklıydı. Sanki masaya oturan her geline kendi kızı, her erkeğe de kendi oğlu gibi davranıyor, yüzünde adeta güller açıyordu.
Sonunda dayanamayıp yanına gittim ve “Sizin kadar güler yüzlü görevli hiç görmemiştim” dedim. Adı Hacı Özkan’mış. 25 yıldır bu işi yapıyormuş. İnsanları mutlu görmek, onları en önemli yolculuğa çıkarken uğurlamak ona derin bir uç huzuru veriyormuş.
Hacı Özkan’ı tanıyınca işini seven insanın ne yaparsa yapsın başarılı olduğuna ve hayattan zevk aldığına inancım daha da arttı.
Bu arada Kadıköy Evlendirme Dairesi inanılmaz güzel olmuş. Başkanı İstanbul’a bu kadar çağdaş bir yer kazandırdığı için kutlarım.
***
‘Yahşi’ye niye gelmedin?’
Geçen hafta yaz aylarının sosyetik gözdesi Türkbükü’nü kışın da görmenin keyfini yazmıştım. Yaz aylarının en eğlenceli beldesinin kış ortasında bomboş bir hüznü yaşadığını ama belki de bu halinin daha etkili olduğunu belirtmiştim.
Bu yazı üzerine Bodrum Ortakent Yahşi bölgesinde oturan okurlardan çok hoş mesajlar aldım.
Diyorlar ki “Ne işin var Türkbükü’nde, asıl hayat orada değil ki, keşke Yahşi’ye gelseydin.”
Meğer Yahşi-Yalı bölgesindeki tatil sitelerinde kış aylarını da geçiren yüzlerce aile varmış. Tahmin ediyorum çoğu emekli olan vatandaşlar kentlere göre hem daha ucuza hem de son derece sakin bir hayat sürdürüyorlar kış ortasında.
Tabii oturan çok olunca çevredeki balıkçı lokantaları da kapatmıyormuş bu mevsimde. Pek çok otel de hâlâ açıkmış. Ekonomik krize rağmen ayakta durmaya çalışıyorlarmış.
Keşke bir fırsat bulup ben de birkaç gün gidebilsem.
***
Güven meselesi
Yıldırım Tuna’dan: Genç karısı “Bana güvenmiyor musun?” diye ağlamaya başlayınca “Güvenmek istiyorum ama bir türlü olmuyor” demiş adam sinir içinde ve devam etmiş: “Bak hayatım şüphelerim nedeni ile İzmir’den İstanbul’a taşındık, aaa bir de ne göreyim. Burda da aynı postacı, aynı sütçü. Olacak iş mi, bana da hak ver yahu!”
***
Her şey mi alkışlanır?
Üniversite öğrencilerinin katıldığı tartışma programlarına bayılıyorum. Gerçi hepsi gece yarısından sonra başlıyor ama ne yapalım “reyting canavarı” böyle emrediyor demek ki.
Bazı ipe sapa gelmez söz ve sorularının yanı sıra çok akıllıca, bilgi yüklü ve hatta deneyim bile kazanmış olduğu hemen göze çarpan öğrencilerin heyecanını izlemek bana ayrı bir keyif veriyor.
Bu keyfimi bozan en önemli şey ise ne biliyor musunuz? Öğrencilerin adeta “kitle psikolojisine” uyarak hemen her şeyi alkışlamaları.
Öyle anlar oluyor ki, bir dakika önce bir görüş için tutulan alkışlar, bir dakika sonra tam aksi görüş içinde tutuyor. Salona bakıyorum, acaba kalabalık mı beni yanıltıyor diye, hayır öyle değil, aynı kişiler çırpıyor ellerini.
Ne bileyim, yeni öğrencilik böyle bir şey mi acaba?
***
Hak yenir ama hazmedilemez.
Yunan atasözü
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz