'Fakir fukara, garip gureba' ya gerisi?
1 sayfadaki 1 sayfası
'Fakir fukara, garip gureba' ya gerisi?
Her dilde
olduğu gibi Türkçe’de de aynı kelimeler ya da aynı anlama gelen
kelimeler yan yana getirilerek vurgu yapılır ve söylenmek istenene bir
anlam kazandırılır.
Örneğin fukara fakirin çoğuludur. Fakir
fukara deyince fakir ve fakirler kelimelerini arda arda kullanarak
vurgu yapar ve sözlerinize bir anlam katmaya çalışırsınız.
Şimdi bu nereden aklıma geldi?
Başbakan
Erdoğan son grup toplantısında yoksul halka yapılan yardımları
anlatırken birkaç kez “fakir fukara, garip gureba” tanımlarını
kullanarak konuşmasını daha da ağdalı ve coşkulu hale getirmeye çalıştı.
Evet, Türkçemizde aynı kelimenin çoğuluyla birlikte kullanılarak yapılan vurgulamaya en iyi örneklerden biri budur.
Ama Başbakan’ın bir deyim haline gelmiş bu tekerleme gibi sözün son cümlesini kullanmaması bana biraz manidar geldi.
Çünkü bu tekerlemenin son cümlesi “cahil cühela”dır.
Fakir fukara,
Garip gureba,
Cahil cühela.
Acaba Erdoğan son cümleyi “yanlış anlaşılmasın” diye mi görmezden geldi?
*****
İyi eğitilmiş komünist
Türkiye’nin
“enayi yılları” çoktur. İnsanların işkenceden geçirildiği, ihbar
furyasıyla zindanlarda çürütüldüğü, en değerli beyinlerin darmadağın
edildiği yıllar çok geride kalmadı.
Gerçi şimdi de aynı “enayiliklerin” başka türlüleri deneniyor.
Size yıllar öncesinden, 12 Mart döneminden kalan bir anıyı aktarmak istiyorum.
İsmi
lazım değil, ne olur ne olmaz, bugünkü enayiliklerin kurbanı olmasına
yol açmak istemem, eski solculardan biri askere alınıyor. Dönem 12 Mart
dönemi.
Askerde şiddetli bir solcu alerjisi var. Solcu dendi mi askerin sanki elini ayağını buz kesiyor.
Binlerce
genç, üniversiteli işkence tezgâhlarından geçiriliyor, sudan
bahanelerle hapse atılanlar adeta içeride unutuluyor, solcu diye
tanınan kişilerin ailelerine bile kan kusturuluyor.
İşte yazımın kahramanı solcu genç de (tabii o zaman) askerlik görevine çağrılıyor.
Bu
arada bir parantez açayım. Nedense bizde “en kutsal görev” olarak
askerlik denir de, bu kutsal görev aynı zamanda bir ceza gibi algılanır.
12
Mart’ta da bu kural bozulmamıştı. Solcu olmaktan hapse atılanlar
hapisten çıktıkları an eğer o güne kadar yapmamışlarsa kendilerini
askerlik şubesinde bulurlardı.
Bu solcumuz da aynen öyle.
Hapisten çıkar çıkmaz “en kutsal görevi” ceza olarak çekmesi için
askere alınıyor. Tamam da solcu olunca durum farklı tabii. Asker
solcuya güvenmediği için örneğin silah vermiyor. Nöbet tutturmuyor.
Sorumluluk yüklemiyor.
Tam bir “dostlar alışverişte görsün” mantığı ile solcular “sakıncalı piyade” olarak askerlik hizmetini yapıyor.
Bizim
solcunun askerlik yaptığı yer, özellikle muvazzafların pek sevmediği
bir bölgede. Bu nedenle çoğu komutan sık sık rapor alarak bu bölgeden
uzaklaşmayı tercih ediyor. Komuta görevi genellikle asteğmenlere hatta
çavuşlara kalıyor.
Bizim sakıncalı piyade kendisine hiçbir iş
verilmediği için aslında can sıkıntısından ne yapacağını da bilemiyor.
Ama asker de sorumluluk vermese bile bu sakıncalı piyadeden onbaşılık
rütbesini esirgemiyor.
Bir gün komutanların olmadığı bir sırada
Kara Kuvvetleri’ne ait bir topçu keşif uçağı, bizimkinin bulunduğu
birliğin yakınlarına zorunlu iniş yapıyor. Çünkü uçağın haraketi
yükselmiş, pilot da çareyi bir düzlüğe inmekte buluyor.
Bizim
sakıncalı da şansa bakın ki diğerleri olmadığı için oradaki en yüksek
rütbeli durumda. Uçağın pilotu “yetkili kim, uçaktan anlar mı?” diye
sorunca diğer askerler doğal olarak bizim sakıncalıyı işaret ediyorlar.
Sanki o uçaktan anlayacak. Komutan ya.
Bizimki mecburen uçağa
doğru gidiyor, kaputu açıyor, şöyle bir bakıyor ki vantilatör kayışı
gevşemiş. Öyle olunca da düzgün soğutma olmuyor ve motor ısınıyor.
Bizim
sakıncalı, göz kararıyla kayışın kullandıkları jipin kayışına çok
benzediğini görüyor, şoförlerden birine jipten kayışı sökmesini
söylüyor, gelen kayışı da uçağa takıyor.
Tabi kayış sıkılaşınca motordaki ısınma da duruyor. Pilot uçağına binip tekrar havalanıyor.
Ama sakıncalı piyadenin adı “Uçak bile tamir eden adam” olarak ünleniyor.
Aradan bir zaman geçiyor. Bölgeye yeni atanan bir komutan “uçak bile tamir eden sakıncalıyı” makamına çağırtıyor.
Ve diyor ki “Maaşallah bu komünistler sizi ne kadar iyi eğitmiş, uçak tamir etmeyi bile öğretmişler.”
İşte
Türkiye’nin eskiden yaşadığı “enayi” yıllarında buna gerçekten inanan
ve bu doğrultuda davranan askerler, mülki amirler, bürokratlar ve hatta
vatandaşlar vardı.
Duyamıyorum ne diyorsunuz “şimdi yok böyle enayilikler” mi diyorsunuz?
*****
Horoz ötsün ötmesin, sabah mutlaka olacaktır.
*****
Einstein’dan ünlü sözler
Yakın
dönemin en önemli bilim adamlarından Albert Einstein aynı zamanda bir
filozof kadar da dünyaya bakış açısı çok farklı olan nadir
insanlardandı.
Söylediği pek çok söz kitaplarda, medyada ve
okullarda “önemli sözler” olarak yer alan Einstein’in çok önemli
saptamalarından birkaçını sunmak istiyorum.
Bu sözlerin belki de hepsi çeşitli zamanlarda yayınlandı ve bunları duydunuz. Ama topluca olunca daha bir anlam kazanıyor
* 3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum.
* Sadece iki şey sınırsızdır, evren ve insanoğlunun ahmaklığı, ilkinden o kadar da emin değilim.
*
Görelilik kuramım başarıyla kanıtlanırsa Almanya benim bir Alman
olduğumu iddia edecek. Fransa ise dünya vatandaşı olduğumu
açıklayacaktır. Kuramım gerçek dışı çıktığında ise, Fransa bir Alman
olduğumu söyleyecek. Almanya ise bir Yahudi olduğumu açıklayacaktır.
* Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.
* Dünya kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
* Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.
* Dehanın 10’da 1’i yetenek 10’da 9’u da çalışmaktır.
* Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.
* Bazı erkekler kadınları anlamaya çalışır, diğerleri kendilerini daha basit konulara adarlar, örneğin görecelik kuramına.
olduğu gibi Türkçe’de de aynı kelimeler ya da aynı anlama gelen
kelimeler yan yana getirilerek vurgu yapılır ve söylenmek istenene bir
anlam kazandırılır.
Örneğin fukara fakirin çoğuludur. Fakir
fukara deyince fakir ve fakirler kelimelerini arda arda kullanarak
vurgu yapar ve sözlerinize bir anlam katmaya çalışırsınız.
Şimdi bu nereden aklıma geldi?
Başbakan
Erdoğan son grup toplantısında yoksul halka yapılan yardımları
anlatırken birkaç kez “fakir fukara, garip gureba” tanımlarını
kullanarak konuşmasını daha da ağdalı ve coşkulu hale getirmeye çalıştı.
Evet, Türkçemizde aynı kelimenin çoğuluyla birlikte kullanılarak yapılan vurgulamaya en iyi örneklerden biri budur.
Ama Başbakan’ın bir deyim haline gelmiş bu tekerleme gibi sözün son cümlesini kullanmaması bana biraz manidar geldi.
Çünkü bu tekerlemenin son cümlesi “cahil cühela”dır.
Fakir fukara,
Garip gureba,
Cahil cühela.
Acaba Erdoğan son cümleyi “yanlış anlaşılmasın” diye mi görmezden geldi?
*****
İyi eğitilmiş komünist
Türkiye’nin
“enayi yılları” çoktur. İnsanların işkenceden geçirildiği, ihbar
furyasıyla zindanlarda çürütüldüğü, en değerli beyinlerin darmadağın
edildiği yıllar çok geride kalmadı.
Gerçi şimdi de aynı “enayiliklerin” başka türlüleri deneniyor.
Size yıllar öncesinden, 12 Mart döneminden kalan bir anıyı aktarmak istiyorum.
İsmi
lazım değil, ne olur ne olmaz, bugünkü enayiliklerin kurbanı olmasına
yol açmak istemem, eski solculardan biri askere alınıyor. Dönem 12 Mart
dönemi.
Askerde şiddetli bir solcu alerjisi var. Solcu dendi mi askerin sanki elini ayağını buz kesiyor.
Binlerce
genç, üniversiteli işkence tezgâhlarından geçiriliyor, sudan
bahanelerle hapse atılanlar adeta içeride unutuluyor, solcu diye
tanınan kişilerin ailelerine bile kan kusturuluyor.
İşte yazımın kahramanı solcu genç de (tabii o zaman) askerlik görevine çağrılıyor.
Bu
arada bir parantez açayım. Nedense bizde “en kutsal görev” olarak
askerlik denir de, bu kutsal görev aynı zamanda bir ceza gibi algılanır.
12
Mart’ta da bu kural bozulmamıştı. Solcu olmaktan hapse atılanlar
hapisten çıktıkları an eğer o güne kadar yapmamışlarsa kendilerini
askerlik şubesinde bulurlardı.
Bu solcumuz da aynen öyle.
Hapisten çıkar çıkmaz “en kutsal görevi” ceza olarak çekmesi için
askere alınıyor. Tamam da solcu olunca durum farklı tabii. Asker
solcuya güvenmediği için örneğin silah vermiyor. Nöbet tutturmuyor.
Sorumluluk yüklemiyor.
Tam bir “dostlar alışverişte görsün” mantığı ile solcular “sakıncalı piyade” olarak askerlik hizmetini yapıyor.
Bizim
solcunun askerlik yaptığı yer, özellikle muvazzafların pek sevmediği
bir bölgede. Bu nedenle çoğu komutan sık sık rapor alarak bu bölgeden
uzaklaşmayı tercih ediyor. Komuta görevi genellikle asteğmenlere hatta
çavuşlara kalıyor.
Bizim sakıncalı piyade kendisine hiçbir iş
verilmediği için aslında can sıkıntısından ne yapacağını da bilemiyor.
Ama asker de sorumluluk vermese bile bu sakıncalı piyadeden onbaşılık
rütbesini esirgemiyor.
Bir gün komutanların olmadığı bir sırada
Kara Kuvvetleri’ne ait bir topçu keşif uçağı, bizimkinin bulunduğu
birliğin yakınlarına zorunlu iniş yapıyor. Çünkü uçağın haraketi
yükselmiş, pilot da çareyi bir düzlüğe inmekte buluyor.
Bizim
sakıncalı da şansa bakın ki diğerleri olmadığı için oradaki en yüksek
rütbeli durumda. Uçağın pilotu “yetkili kim, uçaktan anlar mı?” diye
sorunca diğer askerler doğal olarak bizim sakıncalıyı işaret ediyorlar.
Sanki o uçaktan anlayacak. Komutan ya.
Bizimki mecburen uçağa
doğru gidiyor, kaputu açıyor, şöyle bir bakıyor ki vantilatör kayışı
gevşemiş. Öyle olunca da düzgün soğutma olmuyor ve motor ısınıyor.
Bizim
sakıncalı, göz kararıyla kayışın kullandıkları jipin kayışına çok
benzediğini görüyor, şoförlerden birine jipten kayışı sökmesini
söylüyor, gelen kayışı da uçağa takıyor.
Tabi kayış sıkılaşınca motordaki ısınma da duruyor. Pilot uçağına binip tekrar havalanıyor.
Ama sakıncalı piyadenin adı “Uçak bile tamir eden adam” olarak ünleniyor.
Aradan bir zaman geçiyor. Bölgeye yeni atanan bir komutan “uçak bile tamir eden sakıncalıyı” makamına çağırtıyor.
Ve diyor ki “Maaşallah bu komünistler sizi ne kadar iyi eğitmiş, uçak tamir etmeyi bile öğretmişler.”
İşte
Türkiye’nin eskiden yaşadığı “enayi” yıllarında buna gerçekten inanan
ve bu doğrultuda davranan askerler, mülki amirler, bürokratlar ve hatta
vatandaşlar vardı.
Duyamıyorum ne diyorsunuz “şimdi yok böyle enayilikler” mi diyorsunuz?
*****
Horoz ötsün ötmesin, sabah mutlaka olacaktır.
*****
Einstein’dan ünlü sözler
Yakın
dönemin en önemli bilim adamlarından Albert Einstein aynı zamanda bir
filozof kadar da dünyaya bakış açısı çok farklı olan nadir
insanlardandı.
Söylediği pek çok söz kitaplarda, medyada ve
okullarda “önemli sözler” olarak yer alan Einstein’in çok önemli
saptamalarından birkaçını sunmak istiyorum.
Bu sözlerin belki de hepsi çeşitli zamanlarda yayınlandı ve bunları duydunuz. Ama topluca olunca daha bir anlam kazanıyor
* 3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum.
* Sadece iki şey sınırsızdır, evren ve insanoğlunun ahmaklığı, ilkinden o kadar da emin değilim.
*
Görelilik kuramım başarıyla kanıtlanırsa Almanya benim bir Alman
olduğumu iddia edecek. Fransa ise dünya vatandaşı olduğumu
açıklayacaktır. Kuramım gerçek dışı çıktığında ise, Fransa bir Alman
olduğumu söyleyecek. Almanya ise bir Yahudi olduğumu açıklayacaktır.
* Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.
* Dünya kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
* Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.
* Dehanın 10’da 1’i yetenek 10’da 9’u da çalışmaktır.
* Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek.
* Bazı erkekler kadınları anlamaya çalışır, diğerleri kendilerini daha basit konulara adarlar, örneğin görecelik kuramına.
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz