Birbirini hastanelik eden dört genç adam
1 sayfadaki 1 sayfası
Birbirini hastanelik eden dört genç adam
Haberi okudunuz mu?
Gemlik’te
otobüs beklerken Osmanlı İmparatorluğu üzerine sohbet eden dört
arkadaş, işin tartışmaya dönmesi üzerine birbirine saldırmış ve hepsi
de hastanelik olmuş.
Ben nedense buna şaşırmadım. Çünkü televizyon ekranlarında ve gazete köşelerinde de böyle geçmişe dönük kavgalar yapılıyor.
Bu ülkede her şey kavga konusu.
Osmanlı
İmparatorluğu, Tanzimat Fermanı, Abdülhamit, Meşrutiyet, İttihat ve
Terakki Partisi, Enver-Talat-Cemal, Ermeni tehciri, Vahdettin, işgal,
Atatürk, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, laiklik, devrimler, varlık
vergisi, Demokrat Parti, 6-7 Eylül, darbeler... Uzatın uzatabildiğiniz
kadar.
Hatta daha eskiye gidin!
Hilafet kavgaları, Hulefayı Raşidin denilen dört halife devri, Kur’an, din kuralları, mezhepler, kurban, örtünme.
Bu konularda da tartışmalar bitmiyor ve din adamları birbirlerine en ağır sözlerle saldırıyor.
***
Bence bu kavgaların iki nedeni var.
Birincisi, zaten kavga sever bir millet oluşumuz, ikincisi ise her şeyi siyaset penceresinden seyretme alışkanlığımız.
Bir türlü anlatamadık ki kültür ve tarih, siyaset penceresine sığmaz.
Dünyayı siyasi açıdan yorumlamaya kalkmak, koskoca bir okyanusu bir iğne deliğinden seyretmeye kalkmak kadar anlamsızdır.
Ama siyasi kavga insanların daha çok ilgisini çekiyor.
Çünkü hem futbol takımı gibi taraf taraf bölünmek mümkün hem de tarihi ve kültürü anlama çabalarına göre çok daha kolay.
Hemen iki kampa bölünülür bir taraf Abdülhamit’e “Kızıl Sultan” der, öteki taraf “Ulu Hakan.”
Kafalar gözler yarılır.
Ama
iki tarafta da Abdülhamit hakkında okuyan, mesela François Georgeon’un
muazzam incelemesinin sayfalarını karıştıran ya da kendisine tahsis
edilen özel doktorunun notlarına göz atan yoktur.
Vahdettin hain miydi, değil miydi tartışması da kolaydır ama çok az kişi Murat Bardakçı’nın “Şahbaba”sını okuyarak yapar bunu.
Atatürk tartışmaları da öyle.
***
İsterseniz konuyu daha iyi anlamak için biraz kendimizden uzaklaştıralım ve başka ülkeleri gözümüzün önüne getirelim.
İngiliz gençleri Sekizinci Henri’yi tartıştıkları için hastanelik olur mı?
Amiral Nelson üzerine ölümcül kavgalara girişirler mi?
Ya
da Fransızlar XVI. Louis’yi konuşmak için televizyonlara çıkar ve
sonunda sinirlenerek birbirlerine hayvan isimleriyle hitap ederler mi?
Alman aydınlarının ZDF televizyonunda Kayzer Wilhelm’i tartışırken birbirlerine küfür etmeleri gözünüzün önüne gelebiliyor mu?
***
Bütün bu tartışmalarda önemli olan “kavga geleneği”dir.
Konu
ister futbol olsun, ister kadın-erkek, ister tarih, ister kültür, ister
siyaset... Ne yazık ki bu ülkede insanlar birbirlerine döner
bıçaklarıyla dalmaya çok meraklı.
Entelektüel âlemde bile.
Böylece insanlar kendilerini yaşarken cehenneme hapsederler.
Bir an düşünün: Türk dizilerinde birbirine sitem etmeyen, nefret dolu bakışlar fırlatmayan insanlara sıkça rastlıyor musunuz?
Aşk şarkıları bile ilenmelerle, beddualarla dolu değil mi?
Hiç “Sevgilim ne güzelsin!” diyen bir şarkı duyuyor musunuz?
Herkesin ömrünü kısaltan bu ortam üzerine biraz kafa yormaya ve “Niye?” sorusunu sormaya değmez mi?
Gemlik’te
otobüs beklerken Osmanlı İmparatorluğu üzerine sohbet eden dört
arkadaş, işin tartışmaya dönmesi üzerine birbirine saldırmış ve hepsi
de hastanelik olmuş.
Ben nedense buna şaşırmadım. Çünkü televizyon ekranlarında ve gazete köşelerinde de böyle geçmişe dönük kavgalar yapılıyor.
Bu ülkede her şey kavga konusu.
Osmanlı
İmparatorluğu, Tanzimat Fermanı, Abdülhamit, Meşrutiyet, İttihat ve
Terakki Partisi, Enver-Talat-Cemal, Ermeni tehciri, Vahdettin, işgal,
Atatürk, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, laiklik, devrimler, varlık
vergisi, Demokrat Parti, 6-7 Eylül, darbeler... Uzatın uzatabildiğiniz
kadar.
Hatta daha eskiye gidin!
Hilafet kavgaları, Hulefayı Raşidin denilen dört halife devri, Kur’an, din kuralları, mezhepler, kurban, örtünme.
Bu konularda da tartışmalar bitmiyor ve din adamları birbirlerine en ağır sözlerle saldırıyor.
***
Bence bu kavgaların iki nedeni var.
Birincisi, zaten kavga sever bir millet oluşumuz, ikincisi ise her şeyi siyaset penceresinden seyretme alışkanlığımız.
Bir türlü anlatamadık ki kültür ve tarih, siyaset penceresine sığmaz.
Dünyayı siyasi açıdan yorumlamaya kalkmak, koskoca bir okyanusu bir iğne deliğinden seyretmeye kalkmak kadar anlamsızdır.
Ama siyasi kavga insanların daha çok ilgisini çekiyor.
Çünkü hem futbol takımı gibi taraf taraf bölünmek mümkün hem de tarihi ve kültürü anlama çabalarına göre çok daha kolay.
Hemen iki kampa bölünülür bir taraf Abdülhamit’e “Kızıl Sultan” der, öteki taraf “Ulu Hakan.”
Kafalar gözler yarılır.
Ama
iki tarafta da Abdülhamit hakkında okuyan, mesela François Georgeon’un
muazzam incelemesinin sayfalarını karıştıran ya da kendisine tahsis
edilen özel doktorunun notlarına göz atan yoktur.
Vahdettin hain miydi, değil miydi tartışması da kolaydır ama çok az kişi Murat Bardakçı’nın “Şahbaba”sını okuyarak yapar bunu.
Atatürk tartışmaları da öyle.
***
İsterseniz konuyu daha iyi anlamak için biraz kendimizden uzaklaştıralım ve başka ülkeleri gözümüzün önüne getirelim.
İngiliz gençleri Sekizinci Henri’yi tartıştıkları için hastanelik olur mı?
Amiral Nelson üzerine ölümcül kavgalara girişirler mi?
Ya
da Fransızlar XVI. Louis’yi konuşmak için televizyonlara çıkar ve
sonunda sinirlenerek birbirlerine hayvan isimleriyle hitap ederler mi?
Alman aydınlarının ZDF televizyonunda Kayzer Wilhelm’i tartışırken birbirlerine küfür etmeleri gözünüzün önüne gelebiliyor mu?
***
Bütün bu tartışmalarda önemli olan “kavga geleneği”dir.
Konu
ister futbol olsun, ister kadın-erkek, ister tarih, ister kültür, ister
siyaset... Ne yazık ki bu ülkede insanlar birbirlerine döner
bıçaklarıyla dalmaya çok meraklı.
Entelektüel âlemde bile.
Böylece insanlar kendilerini yaşarken cehenneme hapsederler.
Bir an düşünün: Türk dizilerinde birbirine sitem etmeyen, nefret dolu bakışlar fırlatmayan insanlara sıkça rastlıyor musunuz?
Aşk şarkıları bile ilenmelerle, beddualarla dolu değil mi?
Hiç “Sevgilim ne güzelsin!” diyen bir şarkı duyuyor musunuz?
Herkesin ömrünü kısaltan bu ortam üzerine biraz kafa yormaya ve “Niye?” sorusunu sormaya değmez mi?
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz