Bir yılda altı milyon yeni seçmen
1 sayfadaki 1 sayfası
Bir yılda altı milyon yeni seçmen
Bir yılda altı milyon yeni seçmen
Türkiye,kim ne derse desin demokratik kurumları olan, üstelik bu kurumların
oluşması için çok “badireler atlatmış,” iktidar baskıları, darbeler
yaşamış bir ülke. Gerçi Türkiye’de bazı hakların hiç mücadele vermeden
elde edildiği de çok sık söylenir. Hatta Osmanlı’da ya da Cumhuriyet’te
yaşanan birçok deneyim de gözönüne bile alınmaz.
Örneğin
kadınlara seçme ve seçilme hakkının çok rahat verildiği, oysa
kadınların bu hakkı sağlamak için hiçbir mücadele vermedikleri,
Avrupa’daki hemcinslerinin verdikleri kavgayı hiç yapmadıkları
söylenir. Oysa Türk kadını, Kurtuluş Savaşı döneminde, inanılmaz
sıkıntı ve yokluklarla, erkeklerle yan yana, omuz omuza mücadele
vererek, bu “hakkı” dünyada belki de en fazla hak eden kitledir. Bu
gerçek, Atatürk gibi bir liderin “çağdaş Türkiye düşüncesi” ile
birleşince, kadınlarına seçme ve seçilme hakkını en önce veren
ülkelerden biri olabilmişizdir. Ancak daha sonraları, maalesef
“becerileri ve çağdaş Türkiye anlayışları yetersiz” politikacılar
nedeniyle, “kadınların hakları” bir arpa boyu ilerleyemediği gibi,
üstelik bu beceriksizliği haklı gösterebilmek için, “kadınların
mücadele vermediği” uydurulmuştur.
***
Bu
“örnek” tek de değil. “Seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti” ilkesi ve
“Yüksek Seçim Kurulu” da, bu kurum ya da örneklerin bir diğeridir.
Osmanlı’dan beri geçirdiğimiz bir çok deneyim ve mücadele, Türkiye’de
“seçimlerin meşruiyeti” olgusunu yerleştirmiştir. Üstelik “seçimlerin
meşruiyeti” anlayışının yerleşmesi, kimilerinin zannettiği gibi, çok
rahatlıkla ya da kendiliğinden elde edilmemiş, bunun için, birçok “acı
deneyimler” yaşanmış, yeteri kadar “kan ve gözyaşı” dökülmüştür.
1876’da “çift dereceli seçimlerle” yani seçmenlerin önce temsilcileri
seçecek ikinci seçmenleri seçtiği, onların da temsilcileri seçtiği bir
“seçim usulü” ile başlayan bu süreç, tarihe “sopalı seçimler” diye
geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskısı ile uygulanan 1912
seçimleri ile, daha sonra yine iktidar baskısının rol oynadığı 1946
seçimleri ve 1960’a kadar uygulanan “adaletsiz seçim sistemi” ile devam
etmiştir. İşte Türk halkının yaşadığı bu “acı deneyimler ve birikim”le
Türkiye, “seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti olgusuna” ulaşmıştır. Ve
bu “meşruiyeti” sağlamak için, “seçimlerde iktidarın etkisinin
olmaması, tüm işlerin bağımsız yargı organları tarafından yürütülmesi,
yine yapılacak tüm itiraz ve şikâyetlerin yargı tarafından
çözümlenmesi” usulü benimsenmiştir. İlçe ve il seçim kurulları ile
Yüksek Seçim Kurulu oluşturulmuştur.
***
Türkiye’de
birçok sancılı süreç ve olay, “seçimlerin dürüstlüğü” ilkesine olan
inanç ve Yüksek Seçim Kurulu’nun güvencesi altında aşılmıştır. Yine
1980 öncesinde, günde 25 kişinin öldüğü o inanılmaz acılı günlerde
dahi, ne seçimlerin, ne de Yüksek Seçim Kurulu’nun güvenilirliği
tartışma konusu olmuştur.
Ancak maalesef 1980 sonrasında,
özellikle de 2002 sonrasında gerek siyasetçilerinin, gerek ilgili
kuruluşlarının, gerekse de Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları nedeniyle,
bu durum tamamen değişti. Seçimler ve sonuçları tartışılır hale geldi.
Yüksek Seçim Kurulu’nun seçmen sayısını 2007 seçimlerinden ve 21 Ekim
referandumundan sadece bir yıl sonra 6 milyon (yüzde bir iki değil,
toplam seçmenlerin yüzde on beşi kadar) artıran son kararı da, bunların
en sonuncusu. Çok açık görülüyor ki, seçimlerin meşruiyeti ve
inanılırlığı olgusunu oluşturmak, demokrasiyi ve demokratik kurumları
kurmak yıllar alıyor. Yitirmek için ise, inandırıcılığı az olan birkaç
karar ve uygulama yetiyor. Maalesef yaşadığımız galiba bu.
Türkiye,kim ne derse desin demokratik kurumları olan, üstelik bu kurumların
oluşması için çok “badireler atlatmış,” iktidar baskıları, darbeler
yaşamış bir ülke. Gerçi Türkiye’de bazı hakların hiç mücadele vermeden
elde edildiği de çok sık söylenir. Hatta Osmanlı’da ya da Cumhuriyet’te
yaşanan birçok deneyim de gözönüne bile alınmaz.
Örneğin
kadınlara seçme ve seçilme hakkının çok rahat verildiği, oysa
kadınların bu hakkı sağlamak için hiçbir mücadele vermedikleri,
Avrupa’daki hemcinslerinin verdikleri kavgayı hiç yapmadıkları
söylenir. Oysa Türk kadını, Kurtuluş Savaşı döneminde, inanılmaz
sıkıntı ve yokluklarla, erkeklerle yan yana, omuz omuza mücadele
vererek, bu “hakkı” dünyada belki de en fazla hak eden kitledir. Bu
gerçek, Atatürk gibi bir liderin “çağdaş Türkiye düşüncesi” ile
birleşince, kadınlarına seçme ve seçilme hakkını en önce veren
ülkelerden biri olabilmişizdir. Ancak daha sonraları, maalesef
“becerileri ve çağdaş Türkiye anlayışları yetersiz” politikacılar
nedeniyle, “kadınların hakları” bir arpa boyu ilerleyemediği gibi,
üstelik bu beceriksizliği haklı gösterebilmek için, “kadınların
mücadele vermediği” uydurulmuştur.
***
Bu
“örnek” tek de değil. “Seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti” ilkesi ve
“Yüksek Seçim Kurulu” da, bu kurum ya da örneklerin bir diğeridir.
Osmanlı’dan beri geçirdiğimiz bir çok deneyim ve mücadele, Türkiye’de
“seçimlerin meşruiyeti” olgusunu yerleştirmiştir. Üstelik “seçimlerin
meşruiyeti” anlayışının yerleşmesi, kimilerinin zannettiği gibi, çok
rahatlıkla ya da kendiliğinden elde edilmemiş, bunun için, birçok “acı
deneyimler” yaşanmış, yeteri kadar “kan ve gözyaşı” dökülmüştür.
1876’da “çift dereceli seçimlerle” yani seçmenlerin önce temsilcileri
seçecek ikinci seçmenleri seçtiği, onların da temsilcileri seçtiği bir
“seçim usulü” ile başlayan bu süreç, tarihe “sopalı seçimler” diye
geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskısı ile uygulanan 1912
seçimleri ile, daha sonra yine iktidar baskısının rol oynadığı 1946
seçimleri ve 1960’a kadar uygulanan “adaletsiz seçim sistemi” ile devam
etmiştir. İşte Türk halkının yaşadığı bu “acı deneyimler ve birikim”le
Türkiye, “seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti olgusuna” ulaşmıştır. Ve
bu “meşruiyeti” sağlamak için, “seçimlerde iktidarın etkisinin
olmaması, tüm işlerin bağımsız yargı organları tarafından yürütülmesi,
yine yapılacak tüm itiraz ve şikâyetlerin yargı tarafından
çözümlenmesi” usulü benimsenmiştir. İlçe ve il seçim kurulları ile
Yüksek Seçim Kurulu oluşturulmuştur.
***
Türkiye’de
birçok sancılı süreç ve olay, “seçimlerin dürüstlüğü” ilkesine olan
inanç ve Yüksek Seçim Kurulu’nun güvencesi altında aşılmıştır. Yine
1980 öncesinde, günde 25 kişinin öldüğü o inanılmaz acılı günlerde
dahi, ne seçimlerin, ne de Yüksek Seçim Kurulu’nun güvenilirliği
tartışma konusu olmuştur.
Ancak maalesef 1980 sonrasında,
özellikle de 2002 sonrasında gerek siyasetçilerinin, gerek ilgili
kuruluşlarının, gerekse de Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları nedeniyle,
bu durum tamamen değişti. Seçimler ve sonuçları tartışılır hale geldi.
Yüksek Seçim Kurulu’nun seçmen sayısını 2007 seçimlerinden ve 21 Ekim
referandumundan sadece bir yıl sonra 6 milyon (yüzde bir iki değil,
toplam seçmenlerin yüzde on beşi kadar) artıran son kararı da, bunların
en sonuncusu. Çok açık görülüyor ki, seçimlerin meşruiyeti ve
inanılırlığı olgusunu oluşturmak, demokrasiyi ve demokratik kurumları
kurmak yıllar alıyor. Yitirmek için ise, inandırıcılığı az olan birkaç
karar ve uygulama yetiyor. Maalesef yaşadığımız galiba bu.
Süheyl BATUM- DEMİR ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 24
Yaş : 69
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 27/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz