Minareyi çalmışlar kılıfı hazırlamışlar
1 sayfadaki 1 sayfası
Minareyi çalmışlar kılıfı hazırlamışlar
Minareyi çalmışlar kılıfı hazırlamışlar
Seçmen sayısındaki 6 milyonluk artışın yarattığı giderek ;minare
çalınmış, kılıfı da hazırlanmış atasözünü doğrular hale geliyor.
Üstelik
minare Türkiye Büyük Millet Meclisi;nde çalınmış, kılıfı da yine orada
dikilmiş ve çok belli ki muhalefet de hiç fark etmemiş.
Gerçi fark etse de yapılacak ne vardı bilemiyorum, çünkü sonuçta AKP li parmaklar havaya kalktığı için kanun da geçip gitmiş.
Benim merakım muhalefet nasıl olup da bu kanunun geçmesinden sonra gürültü çıkarmadı.
Şimdi gelelim işin özüne.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 13 Mart 2008 tarihinde kabul ettiği bir yasaya
kadar seçmen kütükleri Yüksek Seçim Kurulu tarafından hazırlanıp
denetleniyordu.
Bu tarihte kabul edilen yasa ile seçmen
kütüklerinin belirlenmesi bir anlamda Yüksek Seçim Kurulu’ndan alınarak
‘taşeron’a verildi. Bu ‘taşeron’ da Yüksek Seçim Kurulu gibi kararları
tartışılamayan veya mahkemeye götürülemeyen bağımsız bir kurum değil,
Türkiye İstatistik Kurumu.
13 Mart 2008 günü kabul edilen yasa
değişikliğinin başlığı şöyle: Seçimlerin temel hükümleri ve seçmen
kütükleri hakkında kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun. Bu
kanunun sıra numarası 5749.
Yapılan değişiklik aynen şöyle:
“Seçmen kütüğü adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak her yıl
güncelleştirilerek oluşturulur. Gerektiğinde, seçmen kütüğünün dört
yılda bir yeniden düzenlenmesi ve iki yılda bir denetlenmesi için
gerekli bilgileri toplamak amacıyla, bütün Türkiye’de aynı zamanda
Nisan ayının ikinci pazar günü yazım yapılmasına Yüksek Seçim Kurulunca
karar verilir.”
Yani seçmen kütükleri, başka bir yasa gereği
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından düzenlenen adres kayıtları esas
alınarak hazırlanıyor. Adres bilgileri muhtarlıklarda.
İşin püf
noktası da burada her ne kadar muhtarlıklar bilgisayar sistemiyle
donatılmış ve denetleniyor olsa da, aynı kişinin farklı muhtarlıklarda
adres kaydı bulunması mümkün.
Şimdi bu tabii ki bir varsayım. Kimsenin elinde şu anda bir veri olmayabilir. Zaten “şaibe” de buradan kaynaklanıyor.
Yani
iktidar, kendine “yürekten bağlı” muhtarları kullanarak aynı kişiye
üstelik aynı kentte birkaç farklı mahallede adres kaydı tutturabilir.
Böylelikle istediğiniz kadar “fazla seçmen” üretme şansı bulabilirsiniz.
Şu
andan itibaren, adres kayıtları sıkı bir denetime tabi tutulmadan,
Yüksek Seçim Kurulu, MERNİS ve Türkiye İstatistik Kurumu ortak bir
araştırma yapıp ortak bir açıklama yapmadan gidilecek bir seçim şaibeli
olacaktır.
Zaten 2007 seçimlerine bilgisayar hilesi
karıştırıldığı iddiaları hâlâ giderilmemişken, bu kez “6 milyon fazla
seçmenle yerel seçimleri yapmak” Türkiye’nin geleceğini karartacaktır.
İşte bana gelen ilk örnek
Seçim kütüğünde adının olup olmadığını kontrol etmek için başvuran bir okurdan dün aldığım mesaj şöyle:
Sevgili
Can Ataklı bugün uzun yıllardır oturduğum Kozyatağı 19 Mayıs Mahallesi
muhtarlığına seçmen kütüğümde adımın olup olmadığını kontrol etmek için
gittim. Ancak adımı göremedim. Nüfus İdaresine başvurmam söylendi.
Bunun üzerine Kadıköy Nüfus Müdürlüğü’ne gittim. Buradaki incelemede
bir de ne göreyim adres kayıtlarına göre yıllardır oturduğum evde
soyadları Ö...m olan 4 kişilik başka bir aile okturuyor görünüyor. Kaç
seçimdir burada oy kullandığım halde bu seçimler için hazırlanan
kütükte başkalarının adını görmek çok canımı sıktı. Ben bu başvuruyu
yaparken gelen en 10 kişi de bu nedenle şikâyetçiydi. Sonunda muhtarlık
kayıtlarını getirterek durumu düzelttirebildim. Benim evimde oturuyor
görünenler için de “izlenmeli” notu düştüler. Öyle sanıyorum ki bu
seçimde pek çok kişi oy kullanamayacak pek çok kişi de birden fazla oy
kullanabilecek.
İşte dakika bir örnek bir. Bu kütüklerin ve seçimlerin şaibeli olmadığını söyleyebilecek miyiz?
Kural: Önce polis hüviyet göstersin
İstanbul
Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah polis kılığına girip bardan
sürükleyerek kadın kaçıran ve sonra da tecavüz eden eşkıya ile ilgili
açıklama yaparken “Polis olduğundan şüphelendiğiniz kişiye mutlaka
hüviyet sorun” dedi.
Dünkü gazetelerde “polise hüviyet sorma
gafletinde bulunan” bazı kişilerin oraları buraları kırılmış
fotoğrafları vardı. Yani demek ki Türkiye’de polise kimlik sormak “ağır
hakaret ve tahrik” sayılıyor ve soranların başına çok acı işler
gelebiliyor.
Bu örneklerden yola çıkıp “çağdaş bir insan olma”
yolundan dönecek değiliz. İstanbul Emniyet Müdürü’nün dediği gibi
gerektiğinde polise kimliğini soracağız.
Ancak çağdaş bir
emniyet örgütünün de yapması gereken bir şey var bundan önce.
Celalettin Müdür halka “hüviyet sorun” diyeceğine, önce polislere
“sorulmadan hüviyet göstermeleri” talimatı vermeli.
Amerikan
filmlerinde görüyoruz (ne kadar gerçek bilemem tabii) ama polis bir
yere girdiğinde önce hüviyetini gösteriyor, soruyu ondan sonra soruyor.
Bu
iş bir tamimle hallolur. Denir ki “Vatandaşla ilgili bir işlem
yapılacağında öncelikle mutlaka hüviyetinizi gösterin ya da görünür
biçimde üzerinize asın.”
Biz de eğer hüviyeti göremezsek “cesaretimizi toplayıp” soralım. Öyle değil mi sayın müdürüm?
Müthiş güncel bir fıkra
Yaşlı
kadın gittiği doktora “gaz sorunum var ancak çok şikâyetçi de sayılmam.
Gaz çıkardığım zaman ne ses çıkıyor ne de kötü kokuyor. Ayrıca
geldiğimden beri en az yirmi kez gaz çıkardım ama siz farkına bile
varmadınız” der.
Doktor “Şu hapları alın bir hafta sonra sizi tekrar göreyim” der.
Bir
hafta sonra yaşlı kadın kontrole gelir. “Doktor bey bana ne biçim ilaç
verdiniz bilmiyorum” der ve sürdürür: “Gaz çıkardığım zaman hâlâ ses
çıkmıyor ama müthiş kötü kokmaya başladı.”
Doktor sakince “Çok iyi” der, “Sinüsleriniz düzelmiş, şimdi sıra kulaklara geldi.”
Kıssadan hisse: Kötü kokuları hissetmeyenler ve çirkin sesleri duymayanlar bir daha okusun...
Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.
Eflatun
Seçmen sayısındaki 6 milyonluk artışın yarattığı giderek ;minare
çalınmış, kılıfı da hazırlanmış atasözünü doğrular hale geliyor.
Üstelik
minare Türkiye Büyük Millet Meclisi;nde çalınmış, kılıfı da yine orada
dikilmiş ve çok belli ki muhalefet de hiç fark etmemiş.
Gerçi fark etse de yapılacak ne vardı bilemiyorum, çünkü sonuçta AKP li parmaklar havaya kalktığı için kanun da geçip gitmiş.
Benim merakım muhalefet nasıl olup da bu kanunun geçmesinden sonra gürültü çıkarmadı.
Şimdi gelelim işin özüne.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 13 Mart 2008 tarihinde kabul ettiği bir yasaya
kadar seçmen kütükleri Yüksek Seçim Kurulu tarafından hazırlanıp
denetleniyordu.
Bu tarihte kabul edilen yasa ile seçmen
kütüklerinin belirlenmesi bir anlamda Yüksek Seçim Kurulu’ndan alınarak
‘taşeron’a verildi. Bu ‘taşeron’ da Yüksek Seçim Kurulu gibi kararları
tartışılamayan veya mahkemeye götürülemeyen bağımsız bir kurum değil,
Türkiye İstatistik Kurumu.
13 Mart 2008 günü kabul edilen yasa
değişikliğinin başlığı şöyle: Seçimlerin temel hükümleri ve seçmen
kütükleri hakkında kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun. Bu
kanunun sıra numarası 5749.
Yapılan değişiklik aynen şöyle:
“Seçmen kütüğü adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak her yıl
güncelleştirilerek oluşturulur. Gerektiğinde, seçmen kütüğünün dört
yılda bir yeniden düzenlenmesi ve iki yılda bir denetlenmesi için
gerekli bilgileri toplamak amacıyla, bütün Türkiye’de aynı zamanda
Nisan ayının ikinci pazar günü yazım yapılmasına Yüksek Seçim Kurulunca
karar verilir.”
Yani seçmen kütükleri, başka bir yasa gereği
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından düzenlenen adres kayıtları esas
alınarak hazırlanıyor. Adres bilgileri muhtarlıklarda.
İşin püf
noktası da burada her ne kadar muhtarlıklar bilgisayar sistemiyle
donatılmış ve denetleniyor olsa da, aynı kişinin farklı muhtarlıklarda
adres kaydı bulunması mümkün.
Şimdi bu tabii ki bir varsayım. Kimsenin elinde şu anda bir veri olmayabilir. Zaten “şaibe” de buradan kaynaklanıyor.
Yani
iktidar, kendine “yürekten bağlı” muhtarları kullanarak aynı kişiye
üstelik aynı kentte birkaç farklı mahallede adres kaydı tutturabilir.
Böylelikle istediğiniz kadar “fazla seçmen” üretme şansı bulabilirsiniz.
Şu
andan itibaren, adres kayıtları sıkı bir denetime tabi tutulmadan,
Yüksek Seçim Kurulu, MERNİS ve Türkiye İstatistik Kurumu ortak bir
araştırma yapıp ortak bir açıklama yapmadan gidilecek bir seçim şaibeli
olacaktır.
Zaten 2007 seçimlerine bilgisayar hilesi
karıştırıldığı iddiaları hâlâ giderilmemişken, bu kez “6 milyon fazla
seçmenle yerel seçimleri yapmak” Türkiye’nin geleceğini karartacaktır.
İşte bana gelen ilk örnek
Seçim kütüğünde adının olup olmadığını kontrol etmek için başvuran bir okurdan dün aldığım mesaj şöyle:
Sevgili
Can Ataklı bugün uzun yıllardır oturduğum Kozyatağı 19 Mayıs Mahallesi
muhtarlığına seçmen kütüğümde adımın olup olmadığını kontrol etmek için
gittim. Ancak adımı göremedim. Nüfus İdaresine başvurmam söylendi.
Bunun üzerine Kadıköy Nüfus Müdürlüğü’ne gittim. Buradaki incelemede
bir de ne göreyim adres kayıtlarına göre yıllardır oturduğum evde
soyadları Ö...m olan 4 kişilik başka bir aile okturuyor görünüyor. Kaç
seçimdir burada oy kullandığım halde bu seçimler için hazırlanan
kütükte başkalarının adını görmek çok canımı sıktı. Ben bu başvuruyu
yaparken gelen en 10 kişi de bu nedenle şikâyetçiydi. Sonunda muhtarlık
kayıtlarını getirterek durumu düzelttirebildim. Benim evimde oturuyor
görünenler için de “izlenmeli” notu düştüler. Öyle sanıyorum ki bu
seçimde pek çok kişi oy kullanamayacak pek çok kişi de birden fazla oy
kullanabilecek.
İşte dakika bir örnek bir. Bu kütüklerin ve seçimlerin şaibeli olmadığını söyleyebilecek miyiz?
Kural: Önce polis hüviyet göstersin
İstanbul
Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah polis kılığına girip bardan
sürükleyerek kadın kaçıran ve sonra da tecavüz eden eşkıya ile ilgili
açıklama yaparken “Polis olduğundan şüphelendiğiniz kişiye mutlaka
hüviyet sorun” dedi.
Dünkü gazetelerde “polise hüviyet sorma
gafletinde bulunan” bazı kişilerin oraları buraları kırılmış
fotoğrafları vardı. Yani demek ki Türkiye’de polise kimlik sormak “ağır
hakaret ve tahrik” sayılıyor ve soranların başına çok acı işler
gelebiliyor.
Bu örneklerden yola çıkıp “çağdaş bir insan olma”
yolundan dönecek değiliz. İstanbul Emniyet Müdürü’nün dediği gibi
gerektiğinde polise kimliğini soracağız.
Ancak çağdaş bir
emniyet örgütünün de yapması gereken bir şey var bundan önce.
Celalettin Müdür halka “hüviyet sorun” diyeceğine, önce polislere
“sorulmadan hüviyet göstermeleri” talimatı vermeli.
Amerikan
filmlerinde görüyoruz (ne kadar gerçek bilemem tabii) ama polis bir
yere girdiğinde önce hüviyetini gösteriyor, soruyu ondan sonra soruyor.
Bu
iş bir tamimle hallolur. Denir ki “Vatandaşla ilgili bir işlem
yapılacağında öncelikle mutlaka hüviyetinizi gösterin ya da görünür
biçimde üzerinize asın.”
Biz de eğer hüviyeti göremezsek “cesaretimizi toplayıp” soralım. Öyle değil mi sayın müdürüm?
Müthiş güncel bir fıkra
Yaşlı
kadın gittiği doktora “gaz sorunum var ancak çok şikâyetçi de sayılmam.
Gaz çıkardığım zaman ne ses çıkıyor ne de kötü kokuyor. Ayrıca
geldiğimden beri en az yirmi kez gaz çıkardım ama siz farkına bile
varmadınız” der.
Doktor “Şu hapları alın bir hafta sonra sizi tekrar göreyim” der.
Bir
hafta sonra yaşlı kadın kontrole gelir. “Doktor bey bana ne biçim ilaç
verdiniz bilmiyorum” der ve sürdürür: “Gaz çıkardığım zaman hâlâ ses
çıkmıyor ama müthiş kötü kokmaya başladı.”
Doktor sakince “Çok iyi” der, “Sinüsleriniz düzelmiş, şimdi sıra kulaklara geldi.”
Kıssadan hisse: Kötü kokuları hissetmeyenler ve çirkin sesleri duymayanlar bir daha okusun...
Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.
Eflatun
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz