Eskiler alayım veya mazi kalbimde yaradır
1 sayfadaki 1 sayfası
Eskiler alayım veya mazi kalbimde yaradır
Eskiler alayım veya mazi kalbimde yaradır
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değiyor, ama bazen de beş para
etmiyor! İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar; hele yaşlandıkça geçmişin
güzel anılarını, dostlarını, “şeylerini”, şarkılarını ve kokularını
hatırlamakla hem mutlu oluyor, hem de üzülüyor. Hele hele kötü
hatıraları unutmak istiyor... İşte “nostalji” böyle bir şey; biraz
hasret- biraz burukluk!
Beyin bir bilgisayar: Bazı olayları,
isimleri hatırlamak için kafanızı zorluyor, fakat bulamıyorsunuz, ama
gece yattıktan sonra birden şakkadak geliveriyor!
Eski romanlar
Geçen
gece gençliğimizn romanlarını düşündüm. İtiraf etmeliyim, çocukluk
yaşlarında beni en çok etkileyen milliyetçi ve Turancı olmama yol açan
Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun ve Tahsin Demiray’ın tarihi romanlarıydı.
“Kolsuz Kahraman”, Kızıl Tuğ”, “Türk Korsanları” zamanımızın yabancı
romanları Aleksander Duma’nın “Monte Cristo Kontu” 3. Napolyon
döneminde bir ihbar üzerine, Marsilya açıklarındaki adada yıllarca
yatan ve sonra kurtulup bir hazine bulan Monte Kristo Kontu’nun
hikâyesi... Victor Hugo’nun “Sefıller”i; ekmek çaldığı için hapis yatan
ve sonra hapisten kaçıp zengin olan Jean Valjan’ın hikâyesi ve peşini
bırakmayan, Paris kanalizasyonunda onu kovalayan Polis Mufgeti
Javcel’ın unutamadığımız sözü; “Jean Valjan seni kanun namına tevkif
ediyorum!” Gene Duma’nın üç silahşorunun Atos, Portos ve Aramis’in
öyküleri ve de Mişel Zevako’nun “Pardayanlar”ı!..
Ve Moris Löblan’ın
“Kibar Hırsız Arsen Lüpen’in maceraları”... Bu romanları Türkçeye
rahmetli Selami İzzet Sedes çevirirdi. Peyami Safa da Lüpen’e nazire
“Cingöz Recai” romanları yazdı.
Dünya bilgilerini Faik Sabri
Duran’ın “Hayvanlar Alemi” ve “Dünya Seyahati” kitaplarından okurduk.
Büluğ ve merak çağlarımızda, katlanan vücutların içini gösteren
reklamlarında, renkli resimlerine merakla baktığımız “Tenasül (cinsel)
Hayatımız” kitabını adeta gizlice okurduk! Ve gizlice okuduğumuz başka
kitaplar da varı elbette; mesela, “Leydi Chaterley’in (bahçıvan) Aşıkı”
vb. Bunlar şimdikilerin yanında adeta anaokulu kitapları gibi kalırdı!
Açık yerleri olan “Afrodit” romanı aylarca süren dava konusu olmuş,
çeviren Avni İnsel ve yayıncısı “müstehcen” neşriyattan mahkûm
edilmişlerdi!
Ya sinema fılmleri: Amerika’da Hayes Bürosu denilen
yarı resmi bir örgüt ve Türkiye’de de Film Kontrol Komisyonu fılmleri
sansür ederlerdi. Hollywood’daki örgütün kuralı yataktaki çiftin
bacaklarının muhakkak yerde olması idi! Bizim örgüt de fılmleri hem
ahlaki hem de siyasi yönden kontrol ederdi. Mesela uzun süre Türk-Yunan
dostluğuna halel gelmesin diye yerli fılmlerde, Kurtuluş Savaşı’nı
gösteren fılmlerde “düşman” Yunan üniformaları ve Yunan bayraklarıyla
gösterilmedi.
Kitaplarda ünlü davalardan söz ederken zamanında çok
dedikodu konusu, hatta davası olan Turan Aziz Beler’in zamanın meşhur
bir ailesinin öyküsü olan “Türedi Ailesi” romanını unutmayalım!
Ve unutulanlar
* Çamaşırda ve badanada kullanılan Çivit
*
“28’inci Zafer Haftası”. Eskiden bazı filmler sinemalarda haftalarca,
aylarca kapalı gişe oynardı. Her geçen hafta rakam artırılarak bilmem
kaçıncı zafer haftası diye ilan edilirdi. Sinemalar arasında, hatta
bazen Avrupa yakasından Asya yakasına arabalı vapurla geçerek film
makaralarını matinelere yetiştiren motosikletliler vardı.
* Yazın bahçe sinemaları, kış ayları
evlerde.
* Japon ve salamandra obaları
* “Fenni Sünnetçi Sunullah” her yerde afişleri vardı (İstanbul’da)
*Emanetçi Sultana: Karaköy’de, vapur iskelesinin karşısında, bugün
lokantaların olduğu yerde Emanetçi Sultana vardı. Hangi yıllara kadar
oradaydı takip edemedim, ama çok defalar elimde büyük parça paket,
canta gibi seyler olduğunda ve taşımak istemediğim zamanlarda buraya az
bir para karşılığı bırakır, işlerimi halledip yoluma devam edeceğim
zaman alırdım. Bunun gibi emanetçiler Sirkeci tarafında ve değişik
semtlerde de vardı. Emanetçi Sultana, yüzlerce eşyanın, bavulun,
çantanın raflarda durduğu, içeri girince sağınız solunuz hep eşya
yığılı bir dükkândı, numaranın yazılı olduğu kartonu verdiğinizde
eşyanızı da bulup iple bağladıkları karşı numarayı kontrol edip
verirlerdi.
* Pazar Filesi: Çocukluğumun çevreye duyarlı, ne satın
alındığını gösteren, ergonomik, sapı kopmayan muhteşem taşıma gereci.
Ama biz taşıyamazdık fileleri. Mutlaka yere sürünürdü ve içindekileri
takılmadan çıkarmak mümkün olmazdı.
* Bakkal Defteri: Mahalle
bakallarının duvarlarında “Bugün Peşin Yarın Veresiye” yazardı ama çoğu
alışveriş “veresiye” idi. Bakkal her aile için ayrı defter tutar ve
aybaşlarında alabildiklerinden borçlarını tahsil ederdi. “Bakkallar”
sonra “market”, daha sonra da “süper market” oldu. Veresiye, kredi
kartlarına bindi! Hoş, bu kriz sayesinde bakkal defteri de yeniden
ortaya çıktı ya...
* Sokaklarda bileyiciler, süt satanlar, lostra ayakkabı boyacıları salonlarına “eskiler alayım” diye hırdavat toplayanlar...
*Erkek çocuklar büluğ çağına varmaden sünnet edilirlermiş. Varlıklı
ailelerin çocukları düğünle hokkabaz ve Karagöz oyunlarıyla, pahalı
hediyelerle! Diğerleri toplu olarak! Sünnet edenlerse çok eskiden
berberler, sonra fenni sünnetçiler, daha sonra cerrahlar![/b]
FIKRA
O berber hep eğri keser!..
Fenni sünnetçilerin olmadığı zamanlarda, köylerde, kasabalarda, diş
hekimliğini (!) sünnetçiliği, berberler asli mesleklerinin yanı sıra
icra ederlerdi. Adam tuvalette çişini yapıyor... Yanında aynı şeyi
yapan adama döner; “Sen filanca yerden misin?” diye sorar. Adam “evet”
deyince “Seni şu berber mi sünnet etti” deyince adam “Evet nereden
anladın” deyince, adam “Deminden beri ayağıma işiyorsun, o berber hep
böyle eğri keser” der.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değiyor, ama bazen de beş para
etmiyor! İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar; hele yaşlandıkça geçmişin
güzel anılarını, dostlarını, “şeylerini”, şarkılarını ve kokularını
hatırlamakla hem mutlu oluyor, hem de üzülüyor. Hele hele kötü
hatıraları unutmak istiyor... İşte “nostalji” böyle bir şey; biraz
hasret- biraz burukluk!
Beyin bir bilgisayar: Bazı olayları,
isimleri hatırlamak için kafanızı zorluyor, fakat bulamıyorsunuz, ama
gece yattıktan sonra birden şakkadak geliveriyor!
Eski romanlar
Geçen
gece gençliğimizn romanlarını düşündüm. İtiraf etmeliyim, çocukluk
yaşlarında beni en çok etkileyen milliyetçi ve Turancı olmama yol açan
Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun ve Tahsin Demiray’ın tarihi romanlarıydı.
“Kolsuz Kahraman”, Kızıl Tuğ”, “Türk Korsanları” zamanımızın yabancı
romanları Aleksander Duma’nın “Monte Cristo Kontu” 3. Napolyon
döneminde bir ihbar üzerine, Marsilya açıklarındaki adada yıllarca
yatan ve sonra kurtulup bir hazine bulan Monte Kristo Kontu’nun
hikâyesi... Victor Hugo’nun “Sefıller”i; ekmek çaldığı için hapis yatan
ve sonra hapisten kaçıp zengin olan Jean Valjan’ın hikâyesi ve peşini
bırakmayan, Paris kanalizasyonunda onu kovalayan Polis Mufgeti
Javcel’ın unutamadığımız sözü; “Jean Valjan seni kanun namına tevkif
ediyorum!” Gene Duma’nın üç silahşorunun Atos, Portos ve Aramis’in
öyküleri ve de Mişel Zevako’nun “Pardayanlar”ı!..
Ve Moris Löblan’ın
“Kibar Hırsız Arsen Lüpen’in maceraları”... Bu romanları Türkçeye
rahmetli Selami İzzet Sedes çevirirdi. Peyami Safa da Lüpen’e nazire
“Cingöz Recai” romanları yazdı.
Dünya bilgilerini Faik Sabri
Duran’ın “Hayvanlar Alemi” ve “Dünya Seyahati” kitaplarından okurduk.
Büluğ ve merak çağlarımızda, katlanan vücutların içini gösteren
reklamlarında, renkli resimlerine merakla baktığımız “Tenasül (cinsel)
Hayatımız” kitabını adeta gizlice okurduk! Ve gizlice okuduğumuz başka
kitaplar da varı elbette; mesela, “Leydi Chaterley’in (bahçıvan) Aşıkı”
vb. Bunlar şimdikilerin yanında adeta anaokulu kitapları gibi kalırdı!
Açık yerleri olan “Afrodit” romanı aylarca süren dava konusu olmuş,
çeviren Avni İnsel ve yayıncısı “müstehcen” neşriyattan mahkûm
edilmişlerdi!
Ya sinema fılmleri: Amerika’da Hayes Bürosu denilen
yarı resmi bir örgüt ve Türkiye’de de Film Kontrol Komisyonu fılmleri
sansür ederlerdi. Hollywood’daki örgütün kuralı yataktaki çiftin
bacaklarının muhakkak yerde olması idi! Bizim örgüt de fılmleri hem
ahlaki hem de siyasi yönden kontrol ederdi. Mesela uzun süre Türk-Yunan
dostluğuna halel gelmesin diye yerli fılmlerde, Kurtuluş Savaşı’nı
gösteren fılmlerde “düşman” Yunan üniformaları ve Yunan bayraklarıyla
gösterilmedi.
Kitaplarda ünlü davalardan söz ederken zamanında çok
dedikodu konusu, hatta davası olan Turan Aziz Beler’in zamanın meşhur
bir ailesinin öyküsü olan “Türedi Ailesi” romanını unutmayalım!
Ve unutulanlar
* Çamaşırda ve badanada kullanılan Çivit
*
“28’inci Zafer Haftası”. Eskiden bazı filmler sinemalarda haftalarca,
aylarca kapalı gişe oynardı. Her geçen hafta rakam artırılarak bilmem
kaçıncı zafer haftası diye ilan edilirdi. Sinemalar arasında, hatta
bazen Avrupa yakasından Asya yakasına arabalı vapurla geçerek film
makaralarını matinelere yetiştiren motosikletliler vardı.
* Yazın bahçe sinemaları, kış ayları
evlerde.
* Japon ve salamandra obaları
* “Fenni Sünnetçi Sunullah” her yerde afişleri vardı (İstanbul’da)
*Emanetçi Sultana: Karaköy’de, vapur iskelesinin karşısında, bugün
lokantaların olduğu yerde Emanetçi Sultana vardı. Hangi yıllara kadar
oradaydı takip edemedim, ama çok defalar elimde büyük parça paket,
canta gibi seyler olduğunda ve taşımak istemediğim zamanlarda buraya az
bir para karşılığı bırakır, işlerimi halledip yoluma devam edeceğim
zaman alırdım. Bunun gibi emanetçiler Sirkeci tarafında ve değişik
semtlerde de vardı. Emanetçi Sultana, yüzlerce eşyanın, bavulun,
çantanın raflarda durduğu, içeri girince sağınız solunuz hep eşya
yığılı bir dükkândı, numaranın yazılı olduğu kartonu verdiğinizde
eşyanızı da bulup iple bağladıkları karşı numarayı kontrol edip
verirlerdi.
* Pazar Filesi: Çocukluğumun çevreye duyarlı, ne satın
alındığını gösteren, ergonomik, sapı kopmayan muhteşem taşıma gereci.
Ama biz taşıyamazdık fileleri. Mutlaka yere sürünürdü ve içindekileri
takılmadan çıkarmak mümkün olmazdı.
* Bakkal Defteri: Mahalle
bakallarının duvarlarında “Bugün Peşin Yarın Veresiye” yazardı ama çoğu
alışveriş “veresiye” idi. Bakkal her aile için ayrı defter tutar ve
aybaşlarında alabildiklerinden borçlarını tahsil ederdi. “Bakkallar”
sonra “market”, daha sonra da “süper market” oldu. Veresiye, kredi
kartlarına bindi! Hoş, bu kriz sayesinde bakkal defteri de yeniden
ortaya çıktı ya...
* Sokaklarda bileyiciler, süt satanlar, lostra ayakkabı boyacıları salonlarına “eskiler alayım” diye hırdavat toplayanlar...
*Erkek çocuklar büluğ çağına varmaden sünnet edilirlermiş. Varlıklı
ailelerin çocukları düğünle hokkabaz ve Karagöz oyunlarıyla, pahalı
hediyelerle! Diğerleri toplu olarak! Sünnet edenlerse çok eskiden
berberler, sonra fenni sünnetçiler, daha sonra cerrahlar![/b]
FIKRA
O berber hep eğri keser!..
Fenni sünnetçilerin olmadığı zamanlarda, köylerde, kasabalarda, diş
hekimliğini (!) sünnetçiliği, berberler asli mesleklerinin yanı sıra
icra ederlerdi. Adam tuvalette çişini yapıyor... Yanında aynı şeyi
yapan adama döner; “Sen filanca yerden misin?” diye sorar. Adam “evet”
deyince “Seni şu berber mi sünnet etti” deyince adam “Evet nereden
anladın” deyince, adam “Deminden beri ayağıma işiyorsun, o berber hep
böyle eğri keser” der.
Altemur KILIÇ- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 139
Yaş : 100
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz