Gel Derwish'im gel...
1 sayfadaki 1 sayfası
Gel Derwish'im gel...
Gel Derwish'im gel...
Gazetelerde
yer alan Pazar bombası Kemal Derviş parti kuruyor... Kursun, yanına
Mehmet Şimşek’i de alsın birlikte “IMF’nin Türkiye Masası Partisini”
kursunlar...
Veya daha güzel isimler de koyabilirler “küresel sermayenin istediğini yaparız” partisi...
Sevgili
dostlar, Kemal Derviş “vakası”, Cumhuriyet tarihinde “hatırlamak bile
istemediğim en acı” detaylardan biri “olmakla birlikte, tedbirli olmak
adına konu hakkında biraz” hafızamızı tazelemekte “yarar” var... Derviş
neden geldi? Amacı neydi ve en önemlisi uçaktan Türkiye’ye ilk
indiğinde neydi muhterem zatın ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir
borç dinamiği...
Türkiye’nin kaderini daha doğrusu “çalışıp
didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının hayatının” nedenlerine
cevap veren en kısa cümle...
Söylemesi kolay ama açılımı daha da
basit: Ne olursa olsun çalış, didin, borcunu öde ve asla “bu borcunu
ödemek uğruna” varlığını ertelediğin bu yapının dışına çıkmayı düşünme!
Sevgili dostlar, madem Derviş parti kuracak Derviş’in kurduğu
sistem içinde sıcak paranın rantının “en noktasını” test etmesi
gerçeğine değinmek ve bu yapıyı “ekonomik mucize” diye satanlara,
tespitler eşliğinde “bazı sorular” sormak istiyorum.
Tespit 1:
2001 Şubat krizi öncesinde Merkez Bankası tarafından kontrol edilen
kur, Derviş sistemi içinde sıcak para tarafından kontrol edilir hale
geldi. 2000-2001 arasında “kuru, Merkez Bankamıza kontrol ettirerek,
kârını çoğaltan sıcak para”, 2001-2007 arasında kuru doğrudan
etkilemeye başladı. Bu noktada soralım. Dünyada “Pakistan’ın bile”
dolar bazında yüzde 6.5 ile borçlandığı bir yapıda hatta iki haneli
borçlanmanın kalmadığı son 5 yılda, Türkiye nasıl oluyor da YTL bazında
yüzde 16’nın üstünde, düşen kuru da dikkate alırsak, dolar bazında
yıllık yüzde 30’un üzerinde borçlandı? Bu gerçekten ekonomik mucize mi?
Tespit 2: Sürdürülebilir borç dinamiği Türkiye’nin “başına
geçirilmiş” bir çuval ve içinde bulunduğumuz durum, daha doğrusu
sürdürme adı altında ödediğimiz faiz, dünyada eşi benzeri olmayan ve ne
ülke riski, ne de başka bir finansal gerçekle açıklanabilecek bir
durum! Bu noktada soralım: Bu döngüyü Türk Halkı ne uğruna sürdürüyor?
2004 yılında ödediğimiz bir yıllık faiz tam 52 milyar dolar veya 70
katrilyon. Konsolide bütçenin tam yarısı. Bir ülke düşünün insanları
çalışıyor, çabalıyor daha yolun başında bütçesinin yarısını dünya
genelindeki “5000’den az gerçek-tüzel kişiye” faiz diye aktarıyor.
Esarete bakın!
Tespit 3: Bir ülkede yerel para birimi
üzerinden dünyanın en yüksek faizi ödeniyorsa ve o ülkede dolar kuru da
aynı dönemde aşağı gidiyorsa, orada sadece yerel para birimi cinsinden
“yüksek” değil, dolar bazında “katlamalı” bir faiz ödeniyor demektir.
Dışarıdan giren para “dünyada matematiksel benzeri” olmayan bir getiri
elde ederken, düşen kurun yarattığı “kur farkı” ile bu getiri
“inanılmaz” boyutlara ulaşır. İşte bu mekanizmanın adı “finansal
terördür” ve “dağlardan” değil sizin “kurumlarınız” aracılığıyla “sıcak
para diyarından” gelir. Bu noktada soralım “sıcak paranın” kendi kârını
katlamak adına yarattığı “bu dalgasızlık” durumu acaba “ekonomik
istikrar mıdır?”
Sonuç: Neresinden başlasam, nereye kadar
yazsam bilemiyorum. Bir ekonomik “tetikçinin” Türkiye’ye gönderilmesi
ile başlayan “döngü” içinde Türkiye, son 6 yıl içinde, tarihinde
görmediği bir “finansal sömürüye” maruz kaldı. Bu sömürünün
gerektirdiği kaynağı bulmak için bu ülke “Cumhuriyet tarihinin
yarattığı bütün kamu değerlerini” satmak zorunda kaldı. İnsanlarımız
yıllarca çalışıp ürettikleri katma değerin her sene yarısını daha yolun
başında “bu tuzağı” kuranlara “faiz” adı altında aktardılar...
Son
söz: “Sürdürülebilir borç dinamiği” ülkelerin başına geçirilmiş
çuvaldır. Ülke halkları “çalışır, didinir” ve kendine harcaması gereken
kaynakları bu sistemin kurucularına aktarır. Sürdürülebilir borç
dinamiği içinde kalmak varlığı ertelemek ve sadece aman sistem
patlamasın kaygısı içinde “sadece sahiplere hizmet” etmektir.
Türkiye’nin bir an önce bu oyuna “dur” demesi ve geleceğini eline
alması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu arada AKP’ye de bir uyarı
yapmakta yarar var Derviş’i yeniden Türkiye’ye göndermek istiyorlarsa,
küresel baronlar AKP’nin icraatlarından memnun değiller demek! IMF ile
“anlaşmanın” masa üzerinde olduğu bir dönemde “Derviş’i göndeririz”
tehtidinin ortaya çıkması da hayli ilginç!
Yazık bu güzel ülkeye, ne zaman uyanacağız ey Türk Halkı!!
Gazetelerde
yer alan Pazar bombası Kemal Derviş parti kuruyor... Kursun, yanına
Mehmet Şimşek’i de alsın birlikte “IMF’nin Türkiye Masası Partisini”
kursunlar...
Veya daha güzel isimler de koyabilirler “küresel sermayenin istediğini yaparız” partisi...
Sevgili
dostlar, Kemal Derviş “vakası”, Cumhuriyet tarihinde “hatırlamak bile
istemediğim en acı” detaylardan biri “olmakla birlikte, tedbirli olmak
adına konu hakkında biraz” hafızamızı tazelemekte “yarar” var... Derviş
neden geldi? Amacı neydi ve en önemlisi uçaktan Türkiye’ye ilk
indiğinde neydi muhterem zatın ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir
borç dinamiği...
Türkiye’nin kaderini daha doğrusu “çalışıp
didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının hayatının” nedenlerine
cevap veren en kısa cümle...
Söylemesi kolay ama açılımı daha da
basit: Ne olursa olsun çalış, didin, borcunu öde ve asla “bu borcunu
ödemek uğruna” varlığını ertelediğin bu yapının dışına çıkmayı düşünme!
Sevgili dostlar, madem Derviş parti kuracak Derviş’in kurduğu
sistem içinde sıcak paranın rantının “en noktasını” test etmesi
gerçeğine değinmek ve bu yapıyı “ekonomik mucize” diye satanlara,
tespitler eşliğinde “bazı sorular” sormak istiyorum.
Tespit 1:
2001 Şubat krizi öncesinde Merkez Bankası tarafından kontrol edilen
kur, Derviş sistemi içinde sıcak para tarafından kontrol edilir hale
geldi. 2000-2001 arasında “kuru, Merkez Bankamıza kontrol ettirerek,
kârını çoğaltan sıcak para”, 2001-2007 arasında kuru doğrudan
etkilemeye başladı. Bu noktada soralım. Dünyada “Pakistan’ın bile”
dolar bazında yüzde 6.5 ile borçlandığı bir yapıda hatta iki haneli
borçlanmanın kalmadığı son 5 yılda, Türkiye nasıl oluyor da YTL bazında
yüzde 16’nın üstünde, düşen kuru da dikkate alırsak, dolar bazında
yıllık yüzde 30’un üzerinde borçlandı? Bu gerçekten ekonomik mucize mi?
Tespit 2: Sürdürülebilir borç dinamiği Türkiye’nin “başına
geçirilmiş” bir çuval ve içinde bulunduğumuz durum, daha doğrusu
sürdürme adı altında ödediğimiz faiz, dünyada eşi benzeri olmayan ve ne
ülke riski, ne de başka bir finansal gerçekle açıklanabilecek bir
durum! Bu noktada soralım: Bu döngüyü Türk Halkı ne uğruna sürdürüyor?
2004 yılında ödediğimiz bir yıllık faiz tam 52 milyar dolar veya 70
katrilyon. Konsolide bütçenin tam yarısı. Bir ülke düşünün insanları
çalışıyor, çabalıyor daha yolun başında bütçesinin yarısını dünya
genelindeki “5000’den az gerçek-tüzel kişiye” faiz diye aktarıyor.
Esarete bakın!
Tespit 3: Bir ülkede yerel para birimi
üzerinden dünyanın en yüksek faizi ödeniyorsa ve o ülkede dolar kuru da
aynı dönemde aşağı gidiyorsa, orada sadece yerel para birimi cinsinden
“yüksek” değil, dolar bazında “katlamalı” bir faiz ödeniyor demektir.
Dışarıdan giren para “dünyada matematiksel benzeri” olmayan bir getiri
elde ederken, düşen kurun yarattığı “kur farkı” ile bu getiri
“inanılmaz” boyutlara ulaşır. İşte bu mekanizmanın adı “finansal
terördür” ve “dağlardan” değil sizin “kurumlarınız” aracılığıyla “sıcak
para diyarından” gelir. Bu noktada soralım “sıcak paranın” kendi kârını
katlamak adına yarattığı “bu dalgasızlık” durumu acaba “ekonomik
istikrar mıdır?”
Sonuç: Neresinden başlasam, nereye kadar
yazsam bilemiyorum. Bir ekonomik “tetikçinin” Türkiye’ye gönderilmesi
ile başlayan “döngü” içinde Türkiye, son 6 yıl içinde, tarihinde
görmediği bir “finansal sömürüye” maruz kaldı. Bu sömürünün
gerektirdiği kaynağı bulmak için bu ülke “Cumhuriyet tarihinin
yarattığı bütün kamu değerlerini” satmak zorunda kaldı. İnsanlarımız
yıllarca çalışıp ürettikleri katma değerin her sene yarısını daha yolun
başında “bu tuzağı” kuranlara “faiz” adı altında aktardılar...
Son
söz: “Sürdürülebilir borç dinamiği” ülkelerin başına geçirilmiş
çuvaldır. Ülke halkları “çalışır, didinir” ve kendine harcaması gereken
kaynakları bu sistemin kurucularına aktarır. Sürdürülebilir borç
dinamiği içinde kalmak varlığı ertelemek ve sadece aman sistem
patlamasın kaygısı içinde “sadece sahiplere hizmet” etmektir.
Türkiye’nin bir an önce bu oyuna “dur” demesi ve geleceğini eline
alması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu arada AKP’ye de bir uyarı
yapmakta yarar var Derviş’i yeniden Türkiye’ye göndermek istiyorlarsa,
küresel baronlar AKP’nin icraatlarından memnun değiller demek! IMF ile
“anlaşmanın” masa üzerinde olduğu bir dönemde “Derviş’i göndeririz”
tehtidinin ortaya çıkması da hayli ilginç!
Yazık bu güzel ülkeye, ne zaman uyanacağız ey Türk Halkı!!
Yiğit Bulut- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 5
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz