Çözülmüşü çözmek
1 sayfadaki 1 sayfası
Çözülmüşü çözmek
Çözülmüşü çözmek
Kıbrıs meselesini halletmek yükümlülüğünü Türkiye’ye yüklemiş olan
AB’nin Kıbrıs’a bakış açısı gayet nettir. Bunu iyice anlamalı ve
çarenin KKTC’den zerre kadar taviz vermemek olduğunu bilmeliyiz. Aksi
takdirde 1963’ten bu yana devam eden “çözüm arayışları” bizi, can ve
kan pahasına koruyup yirmi yıllık bir sabırdan sonra KKTC’nin
bünyesinde somutlaştırdığımız temel hak ve özgürlüklerimizden edecektir.
AB,
Kıbrıs konusuna Rum-Yunan ikilisinin gözüyle bakıyor. Bu ikili de AB’ye
ve dünyaya “BM Güvenlik Konseyi kararları Kıbrıs’ta meşru hükümet
olarak Rum idaresini tanımaktadır” diyerek meydan okuyor ve AB için
mesele o noktada halledilmiş oluyor. Bu bakış açısına göre Kıbrıs
Cumhuriyeti diye bir devlet vardır. Bu devlet nasıl doğmuş, şartları
nelermiş umurlarında değil. Karşılarında “Ben meşru hükümetim” diyen
Rum idarecilerin geçmişte yaptıkları, bir ortaklığı yıktıkları,
anayasayı çiğnedikleri, insanlık açısından işledikleri cinayetler de
hiç olmamış farz edilmektedir. Bunlara göre Kıbrıs devletinin halkını
oluşturan ve Kıbrıslı diye bilinen bir millet vardır; meşru hükümeti bu
millet seçmektedir; bu milletin içinde Türk, Ermeni, Maruni, Latin diye
azınlıklar da bulunmaktadır. Mesele, bu küçük devletin komşusu “dev
Türkiye” tarafından 1974’te işgal edilmiş olmasıdır. Suç, 1960
Antlaşmaları’ndadır. Bu antlaşmalar Kıbrıs milletine haksızlık yapmış,
azınlığın haklarını koruyacak bahanesiyle Kıbrıs’ın bağımsızlığını
kısıtlamıştı. Kıbrıslıların bu kısıtlamalardan kurtulmak için
başlattıkları girişimler karşısında azınlık isyan etmiş, “dev Türkiye”
de bunları kullanarak 1974’te adayı işgal etmiştir. Çare işgalden
kurtulmak ve Kıbrıs’ı birleştirerek Kıbrıslıları işgalden kurtarmaktır.
Bu nedenle Rum-Yunan ikilisinin de arzusu doğrultusunda Türkiye’yi
hizaya getirerek adadan askerlerini çekmesini sağlamak gerekmektedir.
Kısacası mesele işgalden kaynaklanmaktadır. Sorumlu Türkiye’dir.
Bu
peri masalını takviye için Kıbrıs dahilinde ABD ile AB’nin harcadığı
paralarla “Kıbrıslılar” bir araya getirilmekte, müşterek etkinlikler
tertip edilerek “Türkiye işgalden vazgeçse, Kıbrıslılar ne güzel bir
arada yaşayacaklar” sonucuna varılmaktadır. Diğer yanda “meseleyi
halletmek için” masada oturan liderler “tek devlet, tek egemenlik” ve
hatta “tek halk” esası üzerinden görüşmektedirler. Ayrı devlet, ayrı
egemenlik isteyenler uzlaşma istemeyen bir Türk azınlığıdır.
“Kıbrıslılar” birleşmeden, bütünleşmeden yanadırlar.
ABD’nin ve
Garantör İngiltere’nin de destekledikleri bu tablo karşısında Rum
idarecilerin 45 yıla varan tutum ve davranışlarını iyi değerlendirmek
gerekmektedir. Onlar için “mesele” 1960 Antlaşmaları’nın
kısıtlamalarından kurtularak evvelâ Kıbrıs’a sahip çıkmaktı. 1964’te BM
Güvelik Konseyi’nde alınan karardan sonra bunu başardıkları inancıyla
hareket etmeye başladılar. 1963-74 arasında “Türkler isyan etti”
yalanıyla yola devam ettiler. 1974 Barış Harekâtı’ndan sonra “Kıbrıs
meselesi 1974’te başlayan işgal meselesidir” yalanına sarıldılar. O
günden bugüne bu temayı işleyerek hedefe varmak istemektedirler. Hedef,
Hristofyas’ın da açıkladığı gibi “Kıbrıs hükümetinin egemenliğini
Kuzey’e de yaymaktır. Türk işgali buna engel olmaktadır, o halde mesele
işgalden ve işgale yol açan 1960 Antlaşmaları’ndadır. Bunlardan
kurtulmak gerekmektedir”.
Görüleceği gibi ABD, AB ve İngiltere ile
Rum-Yunan ikilisi açısından mesele “meşru hükümetin hak ve hukukuna
riayetten ibarettir”. Kıbrıs milleti (yani Rum halkı) açısından mesele
“meşru hükümet” addedildikleri gün halledilmiştir. Bu noktaya gelip
kemikleşmiş olan bu meseleyi masada görüşmeler yoluyla halletmenin
formülü, Türk tarafının kendi devletine dört elle sarılarak Rum-Yunan
ikilisinin 45 yıllık peri masalına son vermekte yatmaktadır. Rumlar
açısından çözülmüş addedilen bir meseleyi, kendi devletimize sahip
çıkmaksızın halletmek mümkün değildir.
Kıbrıs meselesini halletmek yükümlülüğünü Türkiye’ye yüklemiş olan
AB’nin Kıbrıs’a bakış açısı gayet nettir. Bunu iyice anlamalı ve
çarenin KKTC’den zerre kadar taviz vermemek olduğunu bilmeliyiz. Aksi
takdirde 1963’ten bu yana devam eden “çözüm arayışları” bizi, can ve
kan pahasına koruyup yirmi yıllık bir sabırdan sonra KKTC’nin
bünyesinde somutlaştırdığımız temel hak ve özgürlüklerimizden edecektir.
AB,
Kıbrıs konusuna Rum-Yunan ikilisinin gözüyle bakıyor. Bu ikili de AB’ye
ve dünyaya “BM Güvenlik Konseyi kararları Kıbrıs’ta meşru hükümet
olarak Rum idaresini tanımaktadır” diyerek meydan okuyor ve AB için
mesele o noktada halledilmiş oluyor. Bu bakış açısına göre Kıbrıs
Cumhuriyeti diye bir devlet vardır. Bu devlet nasıl doğmuş, şartları
nelermiş umurlarında değil. Karşılarında “Ben meşru hükümetim” diyen
Rum idarecilerin geçmişte yaptıkları, bir ortaklığı yıktıkları,
anayasayı çiğnedikleri, insanlık açısından işledikleri cinayetler de
hiç olmamış farz edilmektedir. Bunlara göre Kıbrıs devletinin halkını
oluşturan ve Kıbrıslı diye bilinen bir millet vardır; meşru hükümeti bu
millet seçmektedir; bu milletin içinde Türk, Ermeni, Maruni, Latin diye
azınlıklar da bulunmaktadır. Mesele, bu küçük devletin komşusu “dev
Türkiye” tarafından 1974’te işgal edilmiş olmasıdır. Suç, 1960
Antlaşmaları’ndadır. Bu antlaşmalar Kıbrıs milletine haksızlık yapmış,
azınlığın haklarını koruyacak bahanesiyle Kıbrıs’ın bağımsızlığını
kısıtlamıştı. Kıbrıslıların bu kısıtlamalardan kurtulmak için
başlattıkları girişimler karşısında azınlık isyan etmiş, “dev Türkiye”
de bunları kullanarak 1974’te adayı işgal etmiştir. Çare işgalden
kurtulmak ve Kıbrıs’ı birleştirerek Kıbrıslıları işgalden kurtarmaktır.
Bu nedenle Rum-Yunan ikilisinin de arzusu doğrultusunda Türkiye’yi
hizaya getirerek adadan askerlerini çekmesini sağlamak gerekmektedir.
Kısacası mesele işgalden kaynaklanmaktadır. Sorumlu Türkiye’dir.
Bu
peri masalını takviye için Kıbrıs dahilinde ABD ile AB’nin harcadığı
paralarla “Kıbrıslılar” bir araya getirilmekte, müşterek etkinlikler
tertip edilerek “Türkiye işgalden vazgeçse, Kıbrıslılar ne güzel bir
arada yaşayacaklar” sonucuna varılmaktadır. Diğer yanda “meseleyi
halletmek için” masada oturan liderler “tek devlet, tek egemenlik” ve
hatta “tek halk” esası üzerinden görüşmektedirler. Ayrı devlet, ayrı
egemenlik isteyenler uzlaşma istemeyen bir Türk azınlığıdır.
“Kıbrıslılar” birleşmeden, bütünleşmeden yanadırlar.
ABD’nin ve
Garantör İngiltere’nin de destekledikleri bu tablo karşısında Rum
idarecilerin 45 yıla varan tutum ve davranışlarını iyi değerlendirmek
gerekmektedir. Onlar için “mesele” 1960 Antlaşmaları’nın
kısıtlamalarından kurtularak evvelâ Kıbrıs’a sahip çıkmaktı. 1964’te BM
Güvelik Konseyi’nde alınan karardan sonra bunu başardıkları inancıyla
hareket etmeye başladılar. 1963-74 arasında “Türkler isyan etti”
yalanıyla yola devam ettiler. 1974 Barış Harekâtı’ndan sonra “Kıbrıs
meselesi 1974’te başlayan işgal meselesidir” yalanına sarıldılar. O
günden bugüne bu temayı işleyerek hedefe varmak istemektedirler. Hedef,
Hristofyas’ın da açıkladığı gibi “Kıbrıs hükümetinin egemenliğini
Kuzey’e de yaymaktır. Türk işgali buna engel olmaktadır, o halde mesele
işgalden ve işgale yol açan 1960 Antlaşmaları’ndadır. Bunlardan
kurtulmak gerekmektedir”.
Görüleceği gibi ABD, AB ve İngiltere ile
Rum-Yunan ikilisi açısından mesele “meşru hükümetin hak ve hukukuna
riayetten ibarettir”. Kıbrıs milleti (yani Rum halkı) açısından mesele
“meşru hükümet” addedildikleri gün halledilmiştir. Bu noktaya gelip
kemikleşmiş olan bu meseleyi masada görüşmeler yoluyla halletmenin
formülü, Türk tarafının kendi devletine dört elle sarılarak Rum-Yunan
ikilisinin 45 yıllık peri masalına son vermekte yatmaktadır. Rumlar
açısından çözülmüş addedilen bir meseleyi, kendi devletimize sahip
çıkmaksızın halletmek mümkün değildir.
Rauf DENKTAŞ- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 57
Yaş : 100
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 15
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz