Bakın işi nereye getirdiler?
1 sayfadaki 1 sayfası
Bakın işi nereye getirdiler?
Bakın işi nereye getirdiler?
Sevgili okurlar; geçtiğimiz hafta ister istemez yine en çok Ergenekon üzerinde
konuştuk. Emekli Albay Abdülkerim Kırca’nın intiharı, ardından
başlatılan yeni dalga gözaltı ve tutuklama operasyonları nedeniyle
gündemin ana maddesi yine bu konu oldu. Albay Kırca’nın intiharına
neden olan iddialar ise Ergenekon adı altında olayın nerelere
götürülmek istendiğinin ibretlik bir kanıtıdır.
İntikam alır gibi
Albay
Kırca’yı intihara götüren iddiaların temelinde yatan gerçek şudur:
“Bugün güya demokrasi ve hukuk adına ortaya çıkanlar, kendi çıkarları
ve karanlık zihniyetleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’nden adeta
intikam almak istemekte ve bu uğurda Türkiye’yi kötü duruma düşürmek
için ellerinden geleni yapmaktadır.”
Geçmişe gitmek
Ergenekon
adı verilen bir operasyonla Türkiye’de darbe heveslilerinin olduğunu,
bunu sağlamak için kaos yaratacak eylemlere başvuracakları ve orduyu
müdahaleye zorlayacakları ileri sürülüyor. Ancak operasyonun giderek
çapraşık hal alması nedeniyle işin akışını değiştirmek isteyen bir
kesim geçmişe doğru yol almaya çabalıyor.
Derin devlet iddiası
Ergenekon
adını verdikleri operasyonla, halkın kafasını da karıştırmak
isteyenler, bunun günümüzde ortaya çıkmış bir örgüt olmadığını, çok
uzun yıllardır Türkiye’nin üzerine çöktüğünü, cinayetler işlediğini
anlatmaya çalışıyor. Buna da “derin devlet” adını veren ve Türkiye’yi
kendi zihniyetinde yeniden şekillendirmeye çalışan bu çevre
“bağırsaklar temizleniyor” iddiasında.
Derin devlet değil
Sizlere
geçen hafta “gerçek derin devletin tek amacının laik cumhuriyeti ne
pahasına olursa olsun korumak olduğunu” anlatmaya çalışmıştım. Peki bu
durumda örneğin Gladyo, JİTEM, Susurluk Çetesi ne anlama geliyor?
Bunlar zaman zaman içinde derin devlet unsurlarının da bulunduğu
“geçici” yapılanmalardır ve hepsinde de dönemlerinin devlet
yöneticileri ve siyasetçileri vardır.
Gizli operasyonlar
Ben
de kafanızı karıştırmak istemiyorum, bu nedenle küçük bir örnekle bu
aşamayı geçmek istiyorum. Örneğin, 10 yıl boyunca ASALA adlı bir Ermeni
terör örgütü Türkiye’nin yurt dışında görevli onlarca diplomatını
öldürdü. Bir gün geldi ki Türkiye harekete geçme kararı verdi. Bu
nedenle kurulan özel timler ASALA örgütünün merkezlerine çok ciddi
darbeler indirdi. Bu derin devlet operasyonu değildir. Devletin gizli
operasyonudur.
ASALA artık yok
Daha sonra ortaya
çıkan bir takım çete üyelerinin söylemlerine rağmen ASALA’ya karşı
yürütülen operasyonlar tamamen devletin bilgisi ve onayı içinde
yapılmıştır. Sonuçta bugün ASALA diye bir örgüt kalmadı. Bu
operasyonları yapanlar da “geçici” görevleri bittiği için sessizce bir
kenara çekildiler. Kimi emekli oldu, kimini çoktan toprağa verdik.
İsimlerini bile bilmiyoruz.
Olağanüstü hal
Şimdi
gelelim Albay Kırca’nın intiharına neden olan iddiaların yaşandığı
yıllara. O yılarda Güneydoğu’da olağanüstü hal uygulanıyordu.
Olağanüstü hal, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile konur ve belli
sürelerden sonra uzatılır. Adından da anlaşılacağı gibi, olağanüstü hal
ilan edilen bölgede, normal hukuk kuralları yerine, kaynağını ve gücünü
yine Anayasa’dan ve Meclis’ten alan kurallar uygulanır.
Bölgede derin operasyonlar
Olağanüstü
hal uygulandığı yıllarda Güneydoğu bölgesi şimdikinden çok farklıydı.
Bir kere terör çok daha örgütlü ve güçlüydü. Militan sayısı çok fazlaydı,
maddi destekleri de neredeyse sınırsızdı, çünkü bu terör örgütü
uluslararası uyuşturucu trafiğini yönetiyordu. PKK’lı teröristler her
gün ya bir köy basarak kadın ve çocukları öldürüyor ya da karakollara
veya askeri konvoylara saldırarak bir anda onlarca Mehmetçiği şehit
ediyordu.
Bu ortamda mücadele
İşte Türk Silahlı
Kuvvetleri böyle bir ortamda terörle mücadele ediyordu. Ancak koskoca
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir avuç teröristle, düzenli ordu ile
mücadele etmesinin zorluğu da görülüyordu. Bu durumda güvenlik
kuvvetlerinin de “gayrı nizami harp” kurallarını uygulamaktan başka
şansı kalmıyordu.
Manşetleri unutmayın
“Hafıza-ı
beşer nisyan ile malüldür” atasözümüz vardır. Yani insan hafızası
unutur. O günlerin gazete başlıklarını unutmayalım. terör liderine “bebek
katili” tanımı nasıl yapışmıştı? Gencecik yiğitlerimize baskın
yapıldıktan sonra gazete manşetleri “Caniler, Hainler, Kan emiciler,
Köpekler” türünden değil miydi? Ve böyle bir ortamda Silahlı Kuvvetler
terörle mücadele ediyordu. O günlerin psikolojisini de bir kenara
bırakamayız.
Elbette doğru değil
Şimdi burada bir
noktaya çok dikkat vermenizi rica ediyorum. Devletin hangi bahaneyle
olursa olsun yasa ve hukukun dışına çıkması savunulamaz. Ancak bu kadar
acı günleri geride bıraktıktan sonra geriye dönülüp bunun hesabını
üstelik açık biçimde sormaya da kimse kalkamaz. Çünkü, yapılan ne
olursa olsun her yapılan sonuçta devletin kararıdır. Arkasında TBMM
desteği olduğu gibi ilgili tüm birimlerin de onayı vardır.
Faili meçhul cinayetler
Demokratik
bir ülkede faili meçhul ölümler olması asla kabul edilemez. Ancak şunu
da çok iyi biliyoruz ki, bir dönem ortaya çıkan faili meçhuller “gayrı
nizami harp” kurallarının bir sonucuydu. Köy basarak bebekleri öldüren,
karakol basıp topluca Mehmetçikleri şehit edenlerin kimlikleri
biliniyordu. Ortada bir cephe olmadığına göre bu katiller de aynı
biçimde cezalandırılıyordu.
Hepsi mi teröristti?
Burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Faili meçhul olduğu
söylenen 10 bini aşkın ölüm var. Bunların çok büyük bir bölümü terör
teröristleriydi. Peki aralarında terörist olmayanlar yok muydu? İşte bu
faili meçhuller, daha sonra Susurluk Çetesi olarak da andığımız,
devletten aldığı güçle çeteleşen grupların işiydi. Devletin bu ayıbı
temizlemesi elbette gerekiyor.
Hesap da soruluyor
Aslına
bakarsanız, “gayrı nizami harp” kuralları içinde çatışmalara giren
güvenlik görevlilerinin önemli bir bölümü yargılanıyor da. Bakın
intihar eden albay hakkında kaç dava var! Kaç güvenlik görevlisi açılan
bu davalar yüzünden terfi alamadılar, sicilleri bozuldu! Bunları
biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Devlet budur. Adama hem iş yaptırır hem de
hesap sorar.
Ve çeteleşme
Gelelim devlet içindeki
çeteleşmeye. İşte bu dönemlerde, genellikle vatan uğruna canını
tehlikeye atanlardan bir kesim, ellerindeki güç ve desteğin kendilerine
bahşedilmiş olduğu vehmine kapılarak bunu kendi çıkarları için de
kullanmaya kalktılar. Ne yazık ki devletin ve siyasetin içindeki bir
kesim sütü bozuk da onlara bu yolları açtı.
Ayırmamız gerek
O
halde olayları irdelerken bu ayrımı yapmak zorundayız. Hayatını sadece
vatanı için tehlikeye atan, bunun için devletin ilgili birimlerinin
onay ve desteğini alanlarla, çeteleşenleri ayırmak zorundayız. Aksi
takdirde devlete olan güveni sarsacağımız gibi Türkiye’yi dış dünyada
da sıkıntıya sokarız.
Vatan hainliği gibi
Bu
ayırımı yapmadan, sırf bugünkü iktidarı desteklemek adına geçmişi
tümüyle suçlamaya ve ifşa etmeye kalkarsak bunun adı en hafif deyimiyle
vatan hainliğidir. Türkiye’ye böyle bir zararı vermeye hiç kimsenin
hakkı olamaz.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı
Sevgili
okurlar; CHP sonunda İstanbul Belediye Başkan adayını açıkladı.
Kılıçdaroğlu ismi bana göre en iyi seçimdir. Halkın sevdiği ve
güvendiği bir ismin aday yapılması, İstanbul’daki AKP imparatorluğunu
sona erdirebilir. CHP’nin bu seçimi kazanması şaşırtıcı olmaz.
Kılıçdaroğu’nun seçimi ile ilgili bazı notlarımı sizlerle yarın
paylaşmak istiyorum.
Bugün iki ayrı TV’deyim
Bu
hafta son olarak bugün katılacağım iki TV programını sizlere iletmek
istiyorum. Önce saat 14.00’te Ulusal Kanal’da olacağım. Elif Akçınar’ın
sunduğu “Neler Oluyor” programının diğer konuğu Cumhuriyet Gazetesi
yazarı Deniz Som. Akşam saat 20.00’de ise ART’de Lale Şıvgın’ın sunduğu
“Beyin Fırtınası” programına katılıyorum. Diğer konuklar Müjdat Gezen,
Prof. Erol Manisalı, gazeteci Banu Avar ve Prof. Yalçın Küçük.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Sevgili okurlar; geçtiğimiz hafta ister istemez yine en çok Ergenekon üzerinde
konuştuk. Emekli Albay Abdülkerim Kırca’nın intiharı, ardından
başlatılan yeni dalga gözaltı ve tutuklama operasyonları nedeniyle
gündemin ana maddesi yine bu konu oldu. Albay Kırca’nın intiharına
neden olan iddialar ise Ergenekon adı altında olayın nerelere
götürülmek istendiğinin ibretlik bir kanıtıdır.
İntikam alır gibi
Albay
Kırca’yı intihara götüren iddiaların temelinde yatan gerçek şudur:
“Bugün güya demokrasi ve hukuk adına ortaya çıkanlar, kendi çıkarları
ve karanlık zihniyetleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’nden adeta
intikam almak istemekte ve bu uğurda Türkiye’yi kötü duruma düşürmek
için ellerinden geleni yapmaktadır.”
Geçmişe gitmek
Ergenekon
adı verilen bir operasyonla Türkiye’de darbe heveslilerinin olduğunu,
bunu sağlamak için kaos yaratacak eylemlere başvuracakları ve orduyu
müdahaleye zorlayacakları ileri sürülüyor. Ancak operasyonun giderek
çapraşık hal alması nedeniyle işin akışını değiştirmek isteyen bir
kesim geçmişe doğru yol almaya çabalıyor.
Derin devlet iddiası
Ergenekon
adını verdikleri operasyonla, halkın kafasını da karıştırmak
isteyenler, bunun günümüzde ortaya çıkmış bir örgüt olmadığını, çok
uzun yıllardır Türkiye’nin üzerine çöktüğünü, cinayetler işlediğini
anlatmaya çalışıyor. Buna da “derin devlet” adını veren ve Türkiye’yi
kendi zihniyetinde yeniden şekillendirmeye çalışan bu çevre
“bağırsaklar temizleniyor” iddiasında.
Derin devlet değil
Sizlere
geçen hafta “gerçek derin devletin tek amacının laik cumhuriyeti ne
pahasına olursa olsun korumak olduğunu” anlatmaya çalışmıştım. Peki bu
durumda örneğin Gladyo, JİTEM, Susurluk Çetesi ne anlama geliyor?
Bunlar zaman zaman içinde derin devlet unsurlarının da bulunduğu
“geçici” yapılanmalardır ve hepsinde de dönemlerinin devlet
yöneticileri ve siyasetçileri vardır.
Gizli operasyonlar
Ben
de kafanızı karıştırmak istemiyorum, bu nedenle küçük bir örnekle bu
aşamayı geçmek istiyorum. Örneğin, 10 yıl boyunca ASALA adlı bir Ermeni
terör örgütü Türkiye’nin yurt dışında görevli onlarca diplomatını
öldürdü. Bir gün geldi ki Türkiye harekete geçme kararı verdi. Bu
nedenle kurulan özel timler ASALA örgütünün merkezlerine çok ciddi
darbeler indirdi. Bu derin devlet operasyonu değildir. Devletin gizli
operasyonudur.
ASALA artık yok
Daha sonra ortaya
çıkan bir takım çete üyelerinin söylemlerine rağmen ASALA’ya karşı
yürütülen operasyonlar tamamen devletin bilgisi ve onayı içinde
yapılmıştır. Sonuçta bugün ASALA diye bir örgüt kalmadı. Bu
operasyonları yapanlar da “geçici” görevleri bittiği için sessizce bir
kenara çekildiler. Kimi emekli oldu, kimini çoktan toprağa verdik.
İsimlerini bile bilmiyoruz.
Olağanüstü hal
Şimdi
gelelim Albay Kırca’nın intiharına neden olan iddiaların yaşandığı
yıllara. O yılarda Güneydoğu’da olağanüstü hal uygulanıyordu.
Olağanüstü hal, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile konur ve belli
sürelerden sonra uzatılır. Adından da anlaşılacağı gibi, olağanüstü hal
ilan edilen bölgede, normal hukuk kuralları yerine, kaynağını ve gücünü
yine Anayasa’dan ve Meclis’ten alan kurallar uygulanır.
Bölgede derin operasyonlar
Olağanüstü
hal uygulandığı yıllarda Güneydoğu bölgesi şimdikinden çok farklıydı.
Bir kere terör çok daha örgütlü ve güçlüydü. Militan sayısı çok fazlaydı,
maddi destekleri de neredeyse sınırsızdı, çünkü bu terör örgütü
uluslararası uyuşturucu trafiğini yönetiyordu. PKK’lı teröristler her
gün ya bir köy basarak kadın ve çocukları öldürüyor ya da karakollara
veya askeri konvoylara saldırarak bir anda onlarca Mehmetçiği şehit
ediyordu.
Bu ortamda mücadele
İşte Türk Silahlı
Kuvvetleri böyle bir ortamda terörle mücadele ediyordu. Ancak koskoca
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir avuç teröristle, düzenli ordu ile
mücadele etmesinin zorluğu da görülüyordu. Bu durumda güvenlik
kuvvetlerinin de “gayrı nizami harp” kurallarını uygulamaktan başka
şansı kalmıyordu.
Manşetleri unutmayın
“Hafıza-ı
beşer nisyan ile malüldür” atasözümüz vardır. Yani insan hafızası
unutur. O günlerin gazete başlıklarını unutmayalım. terör liderine “bebek
katili” tanımı nasıl yapışmıştı? Gencecik yiğitlerimize baskın
yapıldıktan sonra gazete manşetleri “Caniler, Hainler, Kan emiciler,
Köpekler” türünden değil miydi? Ve böyle bir ortamda Silahlı Kuvvetler
terörle mücadele ediyordu. O günlerin psikolojisini de bir kenara
bırakamayız.
Elbette doğru değil
Şimdi burada bir
noktaya çok dikkat vermenizi rica ediyorum. Devletin hangi bahaneyle
olursa olsun yasa ve hukukun dışına çıkması savunulamaz. Ancak bu kadar
acı günleri geride bıraktıktan sonra geriye dönülüp bunun hesabını
üstelik açık biçimde sormaya da kimse kalkamaz. Çünkü, yapılan ne
olursa olsun her yapılan sonuçta devletin kararıdır. Arkasında TBMM
desteği olduğu gibi ilgili tüm birimlerin de onayı vardır.
Faili meçhul cinayetler
Demokratik
bir ülkede faili meçhul ölümler olması asla kabul edilemez. Ancak şunu
da çok iyi biliyoruz ki, bir dönem ortaya çıkan faili meçhuller “gayrı
nizami harp” kurallarının bir sonucuydu. Köy basarak bebekleri öldüren,
karakol basıp topluca Mehmetçikleri şehit edenlerin kimlikleri
biliniyordu. Ortada bir cephe olmadığına göre bu katiller de aynı
biçimde cezalandırılıyordu.
Hepsi mi teröristti?
Burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Faili meçhul olduğu
söylenen 10 bini aşkın ölüm var. Bunların çok büyük bir bölümü terör
teröristleriydi. Peki aralarında terörist olmayanlar yok muydu? İşte bu
faili meçhuller, daha sonra Susurluk Çetesi olarak da andığımız,
devletten aldığı güçle çeteleşen grupların işiydi. Devletin bu ayıbı
temizlemesi elbette gerekiyor.
Hesap da soruluyor
Aslına
bakarsanız, “gayrı nizami harp” kuralları içinde çatışmalara giren
güvenlik görevlilerinin önemli bir bölümü yargılanıyor da. Bakın
intihar eden albay hakkında kaç dava var! Kaç güvenlik görevlisi açılan
bu davalar yüzünden terfi alamadılar, sicilleri bozuldu! Bunları
biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Devlet budur. Adama hem iş yaptırır hem de
hesap sorar.
Ve çeteleşme
Gelelim devlet içindeki
çeteleşmeye. İşte bu dönemlerde, genellikle vatan uğruna canını
tehlikeye atanlardan bir kesim, ellerindeki güç ve desteğin kendilerine
bahşedilmiş olduğu vehmine kapılarak bunu kendi çıkarları için de
kullanmaya kalktılar. Ne yazık ki devletin ve siyasetin içindeki bir
kesim sütü bozuk da onlara bu yolları açtı.
Ayırmamız gerek
O
halde olayları irdelerken bu ayrımı yapmak zorundayız. Hayatını sadece
vatanı için tehlikeye atan, bunun için devletin ilgili birimlerinin
onay ve desteğini alanlarla, çeteleşenleri ayırmak zorundayız. Aksi
takdirde devlete olan güveni sarsacağımız gibi Türkiye’yi dış dünyada
da sıkıntıya sokarız.
Vatan hainliği gibi
Bu
ayırımı yapmadan, sırf bugünkü iktidarı desteklemek adına geçmişi
tümüyle suçlamaya ve ifşa etmeye kalkarsak bunun adı en hafif deyimiyle
vatan hainliğidir. Türkiye’ye böyle bir zararı vermeye hiç kimsenin
hakkı olamaz.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı
Sevgili
okurlar; CHP sonunda İstanbul Belediye Başkan adayını açıkladı.
Kılıçdaroğlu ismi bana göre en iyi seçimdir. Halkın sevdiği ve
güvendiği bir ismin aday yapılması, İstanbul’daki AKP imparatorluğunu
sona erdirebilir. CHP’nin bu seçimi kazanması şaşırtıcı olmaz.
Kılıçdaroğu’nun seçimi ile ilgili bazı notlarımı sizlerle yarın
paylaşmak istiyorum.
Bugün iki ayrı TV’deyim
Bu
hafta son olarak bugün katılacağım iki TV programını sizlere iletmek
istiyorum. Önce saat 14.00’te Ulusal Kanal’da olacağım. Elif Akçınar’ın
sunduğu “Neler Oluyor” programının diğer konuğu Cumhuriyet Gazetesi
yazarı Deniz Som. Akşam saat 20.00’de ise ART’de Lale Şıvgın’ın sunduğu
“Beyin Fırtınası” programına katılıyorum. Diğer konuklar Müjdat Gezen,
Prof. Erol Manisalı, gazeteci Banu Avar ve Prof. Yalçın Küçük.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz