Sanki eli kolu baştan bağlandı
1 sayfadaki 1 sayfası
Sanki eli kolu baştan bağlandı
Sanki eli kolu baştan bağlandı
Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul adayı olduğunu açıklarken
ilginç başka bir açıklamada daha bulundu. CHP bugüne kadar
rastlamadığımız bir davranışla Büyükşehir Belediye Meclisi Başkanı ve
Genel Sekreter adaylarının da adını açıkladı.
İlk duyduğumda
bunun demokrasi adına olumlu bir adım olduğunu düşündüm ve hatta bazı
TV kanallarında bu görüşümü dile getirdim. Çünkü ilk kez bir parti
sadece adayını değil kadrosunu da açıklıyordu.
Ancak daha sonra dikkatimi çeken bir nokta oldu. Bu kadro Kılıçdaroğlu’nun tercihi mi yoksa Baykal’ın dayatması mı?
Biraz
düşününce bunun aslında bir dayatma olduğu görüşüm ağırlık kazandı.
Belli ki Deniz Baykal, kendisi için bir tehlike olarak gösterilen
Kılıçdaroğlu’nun elini kolunu baştan bağlamayı tercih etmişti.
Bu
fikre nasıl vardım? Kılıçdaroğlu son ana kadar adaylığının kesin olup
olmadığını bilmiyordu. Bir gezi sırasında Ankara’dan “Gel” talimatı
alınca “Galiba bana görev verilecek” diye özür dileyip Ankara’nın
yolunu tutmuştu.
Aday olduğundan bile emin olmayan
Kılıçdaroğlu’nun “Benim ekibim bu” kararı alması en azından mantıklı
değil. Demek ki Baykal böyle istedi. Ayrıca seçilen iki ismin de
Baykal’a çok yakın olduğu biliniyor.
Dün Türk Time internet
sitesinde Kılıçdaroğlu ile yapılan sohbeti okudum. Sitenin yöneticisi
Talat Atilla bir gün önce arayıp “Kılıçdaroğlu’na bazı gazetecilerin
sorularını aktarmak istiyorum, senden de bir soru alabilir miyim?”
demişti. Ben de bu konuyu sormuştum.
Kılıçdaroğlu da şu cevabı
vermiş: “Sayın Ataklı’yı anlıyorum ama hayır, rahatsız değilim.
Bilgiyi, deneyimi ve dürüstlüğü temsil eden üç arkadaşız. Bu üç kişi
ortak aklın yönetime egemen olmasını temsil ediyor. Bir kadro hareketi.
Daha fazla güven veren bir hareket. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı adaylığının sadece siyasal mercekle görülmemesi gerektiğinin
altını çizen bir vurgulama bu.”
***
Mutlaka cevaplanması gereken soru
Ergenekon
olayı tam gaz gidiyor. Kimileri şehvetli bir çığlıkla “Yaşasın Fırat’ın
ötesinde de operasyon yapılıyor” diye bağırıyor.
Fırat’ın
ötesinde operasyon yapılınca ne oluyor peki? Onu da bölgeden gelen
haberlerden anlıyoruz. Bir TV kanalının muhabiri canlı yayında diyor ki
“Hakkari’de bir subayın tutuklanması bölgede sevinçle karşılandı.”
Bölge
halkı böyle bir tutuklamaya neden sevinir ki? Vardır bir sebebi mutlaka
da, insanın aklına gelmiyor. Akla geleni yazmayı içim elvermiyor, çünkü
“bu kadarı da olur mu canım” diyerek frenliyorum kendimi.
Neyse gelelim mutlaka cevaplandırılması gereken soruya.
Bu soruya sanıyorum Silahlı Kuvvetler’in yetkilileri cevap vermeli.
Ergenekon
adıyla yürütülen operasyonda genellikle emekli subaylar gözaltına
alınıyordu. Sonra birkaç muvazzaf subay da gözaltına alındı.
(Bu
arada, geçenlerde genç bir okurum “Muvazzaf nedir?” diye sormuştu.
Muvazzaf halen görevde olan, üniformayı taşıyan anlamına geliyor,
buradan söylemiş olayım.)
Derken işin çapı büyüdü ve bir anda çok sayıda muvazzaf subay gözaltına alınıp sonra tutuklandı.
Şimdi; bu subaylarla ilgili istihbarat nasıl yapıldı? Polis subayları mı izledi?
Yoksa bu çalışmayı Genelkurmay istihbaratı yapıp Ergenokon’u yürüten savcılara bilgi mi verdi?
Eğer
Genelkurmay bu istihbaratı yaptıysa neden daha önce harekete geçmedi de
Ergenekon ortaya çıkınca bu istihbaratları vermeye başladı?
Yok eğer Genelkurmay’ın hiç haberi yoksa bu daha da vahim değil mi?
Lafa
gelince en ileri istihbarat olanaklarına sahip olduğunuzu
söyleyeceksiniz, ama içinizdeki darbecileri(!) çetecileri(!) polisin
istihbaratı ortaya çıkaracak.
Neresinden baksanız garip ve ters bir olay.
Gerçi
Genelkurmay’ın güvenlik açısından kevgire döndüğü de bir gerçek.
Komutanların özel bilgisayarlarındaki günlüklerden tutun generallerin
sağlık raporlarına, özel çalışma gruplarının hazırladığı notlardan
içerde tutulan dinleme kayılarına kadar her şey özgürce(!) yayınlanıyor
medyada.
Bu bilgilerin nasıl sızdığı, sızdıranların kimler
olduğu ise sır. Herhalde Genelkurmay da merak etmiyor ki, hiçbir şey
yapılmıyor.
***
terör der gibi ETÖ
AKP yandaşı medya Ergenekon’u güya kısa olarak tanımlamak için ETÖ demeye başladı son birkaç haftadır.
Açılımı
Ergenekon Terör Örgütü oluyor. Gerçi Mahkeme “Henüz görülmekte olan bir
davadır bu, terör örgütü olup olmadığı da kesin değil, bu nedenle
Ergenekon Terör Örgütü adını kullanmayın” diyor ama ne fark eder ki?
Kullanılması halinde bir yaptırımı yok.
Ama burada insanın canını sıkan Ergenekon için tıpkı PKK’dan söz eder gibi ETÖ denmesi. Bu en azından ayıptır.
Halkın
kafasını karıştırmaya, seçimlere doğru zihinlerin yalan yanlış
bilgilerle doldurulması için yürütülmeye çalışılan bir beyin yıkama
operasyonudur.
***
Sarıgül hangi partinin adayı
İstanbul
Şişli’den geçenler bütün billboard’ları Sarıgül’ün afişlerinin
süslediğini görüyorlardır. Gülen bir Mustafa Sarıgül portresinin
altında kendi adına övgüler sıralanıyor. Her afişte ayrı bir övgü var.
Tabii insanda Obama hatırlatması yapıyor bu afişler ama iyiyi taklit etmenin bir zararı da yok.
Ama
benim asıl dikkatimi çeken şu: Bu afişlerde Sarıgül’ün hangi partiden
aday olduğunu anlamakta zorluk çekiyorsunuz. Sarıgül, DSP’nin Şişli
adayı. Ama afişlerde küçücük bir güvercin ambleminden başka bir şey
yok. Bunlara baktığınızda Sarıgül sanki bağımsız aday gibi görünüyor.
Biliyoruz
ki Mustafa Sarıgül’ün Şişli’deki oy potansiyeli kendisini bağımsız
olarak bile seçtirecek güçte. Ama Sarıgül bağımsız girmek yerine bir
parti tabelası altında olmayı tercih etti. Politik olarak bu doğru bir
karar olabilir ama propaganda döneminde bağlı olduğu partiyi saklamak
acaba ne anlama geliyor.
Ve tabii DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bu konuda ne düşünüyor acaba?
DSP’nin iddialı adaylar göstermesi ile ilgili görüşlerimi de yarın yazacağım.
***
Kutup ayısı
Yıldırım Tuna’dan: Babaya askerdeki oğlundan mektup gelmiş. “Sevgili Baba” diye
başlayan “Burası çok güzel, dün bir kutup ayısı vurdum” diye de biten
bir mektup...
İki ay sonra yeni bir mektup daha gelmiş, “Sevgili
Baba; dün yerli bir kızla tanıştım, harika bir ilişkimiz var.” Üçüncü
mektup bir kaç ay sonra ulaşmış adamın eline, yine “Sevgili Baba” diye
başlayan mektup şöyle devam ediyormuş: “Alayın doktoru ‘Keşke kutup
ayısı ile ilişkiye girip o yerli karıyı vursaydın’ diyor.”
***
Alkışı en sessiz karşılayan, alkışı hak etmiş demektir.
Emerson
Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul adayı olduğunu açıklarken
ilginç başka bir açıklamada daha bulundu. CHP bugüne kadar
rastlamadığımız bir davranışla Büyükşehir Belediye Meclisi Başkanı ve
Genel Sekreter adaylarının da adını açıkladı.
İlk duyduğumda
bunun demokrasi adına olumlu bir adım olduğunu düşündüm ve hatta bazı
TV kanallarında bu görüşümü dile getirdim. Çünkü ilk kez bir parti
sadece adayını değil kadrosunu da açıklıyordu.
Ancak daha sonra dikkatimi çeken bir nokta oldu. Bu kadro Kılıçdaroğlu’nun tercihi mi yoksa Baykal’ın dayatması mı?
Biraz
düşününce bunun aslında bir dayatma olduğu görüşüm ağırlık kazandı.
Belli ki Deniz Baykal, kendisi için bir tehlike olarak gösterilen
Kılıçdaroğlu’nun elini kolunu baştan bağlamayı tercih etmişti.
Bu
fikre nasıl vardım? Kılıçdaroğlu son ana kadar adaylığının kesin olup
olmadığını bilmiyordu. Bir gezi sırasında Ankara’dan “Gel” talimatı
alınca “Galiba bana görev verilecek” diye özür dileyip Ankara’nın
yolunu tutmuştu.
Aday olduğundan bile emin olmayan
Kılıçdaroğlu’nun “Benim ekibim bu” kararı alması en azından mantıklı
değil. Demek ki Baykal böyle istedi. Ayrıca seçilen iki ismin de
Baykal’a çok yakın olduğu biliniyor.
Dün Türk Time internet
sitesinde Kılıçdaroğlu ile yapılan sohbeti okudum. Sitenin yöneticisi
Talat Atilla bir gün önce arayıp “Kılıçdaroğlu’na bazı gazetecilerin
sorularını aktarmak istiyorum, senden de bir soru alabilir miyim?”
demişti. Ben de bu konuyu sormuştum.
Kılıçdaroğlu da şu cevabı
vermiş: “Sayın Ataklı’yı anlıyorum ama hayır, rahatsız değilim.
Bilgiyi, deneyimi ve dürüstlüğü temsil eden üç arkadaşız. Bu üç kişi
ortak aklın yönetime egemen olmasını temsil ediyor. Bir kadro hareketi.
Daha fazla güven veren bir hareket. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı adaylığının sadece siyasal mercekle görülmemesi gerektiğinin
altını çizen bir vurgulama bu.”
***
Mutlaka cevaplanması gereken soru
Ergenekon
olayı tam gaz gidiyor. Kimileri şehvetli bir çığlıkla “Yaşasın Fırat’ın
ötesinde de operasyon yapılıyor” diye bağırıyor.
Fırat’ın
ötesinde operasyon yapılınca ne oluyor peki? Onu da bölgeden gelen
haberlerden anlıyoruz. Bir TV kanalının muhabiri canlı yayında diyor ki
“Hakkari’de bir subayın tutuklanması bölgede sevinçle karşılandı.”
Bölge
halkı böyle bir tutuklamaya neden sevinir ki? Vardır bir sebebi mutlaka
da, insanın aklına gelmiyor. Akla geleni yazmayı içim elvermiyor, çünkü
“bu kadarı da olur mu canım” diyerek frenliyorum kendimi.
Neyse gelelim mutlaka cevaplandırılması gereken soruya.
Bu soruya sanıyorum Silahlı Kuvvetler’in yetkilileri cevap vermeli.
Ergenekon
adıyla yürütülen operasyonda genellikle emekli subaylar gözaltına
alınıyordu. Sonra birkaç muvazzaf subay da gözaltına alındı.
(Bu
arada, geçenlerde genç bir okurum “Muvazzaf nedir?” diye sormuştu.
Muvazzaf halen görevde olan, üniformayı taşıyan anlamına geliyor,
buradan söylemiş olayım.)
Derken işin çapı büyüdü ve bir anda çok sayıda muvazzaf subay gözaltına alınıp sonra tutuklandı.
Şimdi; bu subaylarla ilgili istihbarat nasıl yapıldı? Polis subayları mı izledi?
Yoksa bu çalışmayı Genelkurmay istihbaratı yapıp Ergenokon’u yürüten savcılara bilgi mi verdi?
Eğer
Genelkurmay bu istihbaratı yaptıysa neden daha önce harekete geçmedi de
Ergenekon ortaya çıkınca bu istihbaratları vermeye başladı?
Yok eğer Genelkurmay’ın hiç haberi yoksa bu daha da vahim değil mi?
Lafa
gelince en ileri istihbarat olanaklarına sahip olduğunuzu
söyleyeceksiniz, ama içinizdeki darbecileri(!) çetecileri(!) polisin
istihbaratı ortaya çıkaracak.
Neresinden baksanız garip ve ters bir olay.
Gerçi
Genelkurmay’ın güvenlik açısından kevgire döndüğü de bir gerçek.
Komutanların özel bilgisayarlarındaki günlüklerden tutun generallerin
sağlık raporlarına, özel çalışma gruplarının hazırladığı notlardan
içerde tutulan dinleme kayılarına kadar her şey özgürce(!) yayınlanıyor
medyada.
Bu bilgilerin nasıl sızdığı, sızdıranların kimler
olduğu ise sır. Herhalde Genelkurmay da merak etmiyor ki, hiçbir şey
yapılmıyor.
***
terör der gibi ETÖ
AKP yandaşı medya Ergenekon’u güya kısa olarak tanımlamak için ETÖ demeye başladı son birkaç haftadır.
Açılımı
Ergenekon Terör Örgütü oluyor. Gerçi Mahkeme “Henüz görülmekte olan bir
davadır bu, terör örgütü olup olmadığı da kesin değil, bu nedenle
Ergenekon Terör Örgütü adını kullanmayın” diyor ama ne fark eder ki?
Kullanılması halinde bir yaptırımı yok.
Ama burada insanın canını sıkan Ergenekon için tıpkı PKK’dan söz eder gibi ETÖ denmesi. Bu en azından ayıptır.
Halkın
kafasını karıştırmaya, seçimlere doğru zihinlerin yalan yanlış
bilgilerle doldurulması için yürütülmeye çalışılan bir beyin yıkama
operasyonudur.
***
Sarıgül hangi partinin adayı
İstanbul
Şişli’den geçenler bütün billboard’ları Sarıgül’ün afişlerinin
süslediğini görüyorlardır. Gülen bir Mustafa Sarıgül portresinin
altında kendi adına övgüler sıralanıyor. Her afişte ayrı bir övgü var.
Tabii insanda Obama hatırlatması yapıyor bu afişler ama iyiyi taklit etmenin bir zararı da yok.
Ama
benim asıl dikkatimi çeken şu: Bu afişlerde Sarıgül’ün hangi partiden
aday olduğunu anlamakta zorluk çekiyorsunuz. Sarıgül, DSP’nin Şişli
adayı. Ama afişlerde küçücük bir güvercin ambleminden başka bir şey
yok. Bunlara baktığınızda Sarıgül sanki bağımsız aday gibi görünüyor.
Biliyoruz
ki Mustafa Sarıgül’ün Şişli’deki oy potansiyeli kendisini bağımsız
olarak bile seçtirecek güçte. Ama Sarıgül bağımsız girmek yerine bir
parti tabelası altında olmayı tercih etti. Politik olarak bu doğru bir
karar olabilir ama propaganda döneminde bağlı olduğu partiyi saklamak
acaba ne anlama geliyor.
Ve tabii DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bu konuda ne düşünüyor acaba?
DSP’nin iddialı adaylar göstermesi ile ilgili görüşlerimi de yarın yazacağım.
***
Kutup ayısı
Yıldırım Tuna’dan: Babaya askerdeki oğlundan mektup gelmiş. “Sevgili Baba” diye
başlayan “Burası çok güzel, dün bir kutup ayısı vurdum” diye de biten
bir mektup...
İki ay sonra yeni bir mektup daha gelmiş, “Sevgili
Baba; dün yerli bir kızla tanıştım, harika bir ilişkimiz var.” Üçüncü
mektup bir kaç ay sonra ulaşmış adamın eline, yine “Sevgili Baba” diye
başlayan mektup şöyle devam ediyormuş: “Alayın doktoru ‘Keşke kutup
ayısı ile ilişkiye girip o yerli karıyı vursaydın’ diyor.”
***
Alkışı en sessiz karşılayan, alkışı hak etmiş demektir.
Emerson
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz