Fethullah Gülen'i övdüm mü?
1 sayfadaki 1 sayfası
Fethullah Gülen'i övdüm mü?
Fethullah Gülen’i övdüm mü?
Sevgili dostlar, aramızda hiçbir nokta aydınlanmadan kalmamalı!
İki gün önce “Boğazlayan-Boğazlıyan” meselesini sizlere aynen düşündüğüm gibi aktardım.
Bugün, çok uzun zamandır “aklıma takılan” ve sizlerden “hâlâ hakkında mesajlar” aldığım başka bir konuya değinmek istiyorum.
Aklımdan
geçenleri paylaşmadan sizlerden gelen bir tepkiyi örnek olması için
aktarmak istiyorum; “...Tanıdığım, değer verdiğim Yiğit Bulut’u, büyük
bir şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla okuduğum Fethullah Gülen yazısından
sonra kaybettim. O yazıyı, sadece yazılarından tanımakla kalmayıp,
yüzyüze de görüştüğüm Yiğit Bulut’un bunları nasıl kaleme aldığına bir
türlü anlam veremedim. Ve Yiğit Bey inanın, o günden bu yana yazdığınız
her yazıyı okurken, o yazı beynimin bir ucunda asılı olarak bekliyor.
Şunu yapmadım; sizi o yazıdan sonra bir daha okumamak üzere terkeden
onbinlerce okurunuz gibi terketmedim. Çünkü hâlâ bir umut var içimde ve
hep kendi kendime şunu soruyorum: Yiğit Bulut gerçekten böyle düşünüyor
olamaz, olmamalı...”
Sevgili dostlar, değerli okurumun bahsettiği, bu köşede okuduğunuz “Ali Kırca o kaseti neden yayınladı?” başlıklı yazı.
Şimdi bütün açık yürekliliğimle burada sorguluyorum; o yazıda ne demek istedim!
Her
şeyden önce şunu söyleyeyim; yazdığım tek bir “satırı” dahi kimseyi
övmek veya yermek üzerinde kurgulamadım, kurgulamam. Her zaman objektif
olmaya çalıştım, çalışırım...
Amacım her zaman “ana fikri” öne
çıkarmak ve “altında sorulmayan bir soruya, ’burası da atlanmış’denen
bir gerçeğe dikkat çekmek oldu”.
Kendi siyasi görüşlerime
hiçbir zaman “torpil” yapmadım! Doğru bildiklerimi savundum, risk aldım
ama “haksızlık” yapmadım. Bugüne kadar haklarında yazı yazdığım
hiçkimse “Bize haksızlık yaptı, gerçeği kendisine ispatladık ama aksini
savundu” diyemez. Herkesi dinledim ve hep adil olmaya çalıştım.
“Fethullah
Gülen” yazımı da değerlendirirken; “adil” ve “objektif” olduğumu
bilerek değerlendirin. Ben, “içinden çıktıkları rahime” gittikleri
“yeni yüksek maaşlı” kucaklardan “küfürler eden, ‘ona buna mektuplar
başlıklı’ yazılar yazan” köşe yazarlarından değilim...
Hiçkimseye ne minnet ne de başkalarıyla birlikte olup “küfür” borcum var! Övmem de yermem de; sadece anafikri yazarım!
O
yazının da anafikri gayet netti ve hala savunuyorum. Fethullah Gülen’i
seversiniz, sevmezsiniz (zaten benim yazımın da asla “böyle subjektif
bir detay” konusu olamaz)... Ama gerçeği de görmemiz gerekli; Türk
kamuoyu, “subjektif baskılarla, Ali Kırca tarafından ve daha sonra
birçok kanal tarafından yapılan yayınlarla” Gülen’i “yargısız infaz
sürecine” tabi tuttu ve “Türkiye’den ayrılmak” zorunda bıraktı!
Daha
açık yazayım; “siz Amerika’yı arkanıza alıp 28 Şubat’ı yaparsanız,
İsrail’le “kanka” olup süreci desteklerseniz, sizin “buradan gitmek
zorunda” bıraktıklarınız Amerika’ya gidince “söyleyecek bir lafınız”
olamaz! Gülen “devletin o andaki politikaları” ile uyuşmayabilir, hatta
daha da ileri gitmiş olabilir ama bunun metodu; “medya yoluyla yargısız
infaz” ve sonrası “ülkeden gitmek zorunda” bırakmak değildir!
Hiçbir
“büyük devlet” bunu yapmaz! Ben seninle “Oynamıyorum, sen burayı terket
git” demez! Gel “Beraber ne yapabiliriz?” der! Fikirleri ne olursa
olsun, kim olursa olsun; tezleri ve arkasında kalabalıkları olan herkes
için “uzlaşma yeri burasıdır”!
Sevgili dostlar, şimdi sorun
kendinize ve lütfen dürüst cevap verin; Gülen gitti de ondan sonra her
şey daha mı iyi oldu! O zaman birileri “aktifti”, şimdi de “başkaları”
aktif! O zaman birileri “Şubatçıydı”, şimdi başkaları “Şubatçı”!
Bir
daha soruyorum, gitmek zorunda bıraktıklarımız sonrası “burada uzlaşma
ve barış mı” oldu Kavramlarda daha mı iyi “anlaşır” hale geldik!
Dediğim
gibi hiçbir “büyük devlet” arkasında kalabalıkları ve tezi olanları
“birlikte bir şeyler yapmak” varken, “medyaya kaset servisi” yoluyla
kaçırtmaz! O gün bu yöntemi uygulayanlar “ne kadar büyük bir devleti”
yönettiklerinin farkında değildiler!
Sonuç: Yüzde 100 objektif
ve “hiçbir baskı” altında olmadan yazdığım yazıma sonuda kadar
“anafikir” olarak sahip çıkıyorum. Lütfen “detayı atlamayın”! Amacım
“övmek veya yermek değil”, bugüne nasıl geldiğimizi “sorgulamak” ve
“ortaya koymak”! Bugün “yargısız infazlar” yapıldığını iddia ediyorsak
ve dürüstsek, hukukun üstünlüğüne inanıyorsak, “o günleri de
sorgulamamız” gerekli! Kimler, neden, nasıl bu ülkeden “apar topar”
gönderildiler! Ben gazeteciyim. Atatürkçüyüm, laik devletten, bağımsız
Türkiye’den yanayım ama bu “yandaşlığım” detayları sorgulamama “engel”
değil! Her şeyi “bilinir” kılmak benim görevim!
Son söz: Bugün
“Gazeteciler evlerinden alınıp götürülüyor” diyenler, 28 Şubat
döneminde de “sadece görevi gazetecilik” olanlara sahip çıkmalıydılar,
çıkmalıydık! Abdurrahman Dilipak ile “suyun formülünde bile ortak bir
düşüncem olamaz”! Ama birileri istedi diye “gece evinden alınıp
emniyete götürüldüğünde fikri ne olursa olsun, o adam gazeteci”
diyebilmeliydik! Onu diyebilseydik bugün de “Hop ne oluyor?” derdik! O
gün diyenler, zaten bugün de diyorlar! “Oncu, buncu” demeden lütfen
“ana mesajı” sorgulayın! Bu “devlet bizim” ve “kol kırılıp yen içinde
kalmalı”! Amerika destekli 28 Şubat, Amerika destekli başka bir yol
açıyorsa “çözümü” acilen içimizde “bulalım”!
Sevgili dostlar, aramızda hiçbir nokta aydınlanmadan kalmamalı!
İki gün önce “Boğazlayan-Boğazlıyan” meselesini sizlere aynen düşündüğüm gibi aktardım.
Bugün, çok uzun zamandır “aklıma takılan” ve sizlerden “hâlâ hakkında mesajlar” aldığım başka bir konuya değinmek istiyorum.
Aklımdan
geçenleri paylaşmadan sizlerden gelen bir tepkiyi örnek olması için
aktarmak istiyorum; “...Tanıdığım, değer verdiğim Yiğit Bulut’u, büyük
bir şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla okuduğum Fethullah Gülen yazısından
sonra kaybettim. O yazıyı, sadece yazılarından tanımakla kalmayıp,
yüzyüze de görüştüğüm Yiğit Bulut’un bunları nasıl kaleme aldığına bir
türlü anlam veremedim. Ve Yiğit Bey inanın, o günden bu yana yazdığınız
her yazıyı okurken, o yazı beynimin bir ucunda asılı olarak bekliyor.
Şunu yapmadım; sizi o yazıdan sonra bir daha okumamak üzere terkeden
onbinlerce okurunuz gibi terketmedim. Çünkü hâlâ bir umut var içimde ve
hep kendi kendime şunu soruyorum: Yiğit Bulut gerçekten böyle düşünüyor
olamaz, olmamalı...”
Sevgili dostlar, değerli okurumun bahsettiği, bu köşede okuduğunuz “Ali Kırca o kaseti neden yayınladı?” başlıklı yazı.
Şimdi bütün açık yürekliliğimle burada sorguluyorum; o yazıda ne demek istedim!
Her
şeyden önce şunu söyleyeyim; yazdığım tek bir “satırı” dahi kimseyi
övmek veya yermek üzerinde kurgulamadım, kurgulamam. Her zaman objektif
olmaya çalıştım, çalışırım...
Amacım her zaman “ana fikri” öne
çıkarmak ve “altında sorulmayan bir soruya, ’burası da atlanmış’denen
bir gerçeğe dikkat çekmek oldu”.
Kendi siyasi görüşlerime
hiçbir zaman “torpil” yapmadım! Doğru bildiklerimi savundum, risk aldım
ama “haksızlık” yapmadım. Bugüne kadar haklarında yazı yazdığım
hiçkimse “Bize haksızlık yaptı, gerçeği kendisine ispatladık ama aksini
savundu” diyemez. Herkesi dinledim ve hep adil olmaya çalıştım.
“Fethullah
Gülen” yazımı da değerlendirirken; “adil” ve “objektif” olduğumu
bilerek değerlendirin. Ben, “içinden çıktıkları rahime” gittikleri
“yeni yüksek maaşlı” kucaklardan “küfürler eden, ‘ona buna mektuplar
başlıklı’ yazılar yazan” köşe yazarlarından değilim...
Hiçkimseye ne minnet ne de başkalarıyla birlikte olup “küfür” borcum var! Övmem de yermem de; sadece anafikri yazarım!
O
yazının da anafikri gayet netti ve hala savunuyorum. Fethullah Gülen’i
seversiniz, sevmezsiniz (zaten benim yazımın da asla “böyle subjektif
bir detay” konusu olamaz)... Ama gerçeği de görmemiz gerekli; Türk
kamuoyu, “subjektif baskılarla, Ali Kırca tarafından ve daha sonra
birçok kanal tarafından yapılan yayınlarla” Gülen’i “yargısız infaz
sürecine” tabi tuttu ve “Türkiye’den ayrılmak” zorunda bıraktı!
Daha
açık yazayım; “siz Amerika’yı arkanıza alıp 28 Şubat’ı yaparsanız,
İsrail’le “kanka” olup süreci desteklerseniz, sizin “buradan gitmek
zorunda” bıraktıklarınız Amerika’ya gidince “söyleyecek bir lafınız”
olamaz! Gülen “devletin o andaki politikaları” ile uyuşmayabilir, hatta
daha da ileri gitmiş olabilir ama bunun metodu; “medya yoluyla yargısız
infaz” ve sonrası “ülkeden gitmek zorunda” bırakmak değildir!
Hiçbir
“büyük devlet” bunu yapmaz! Ben seninle “Oynamıyorum, sen burayı terket
git” demez! Gel “Beraber ne yapabiliriz?” der! Fikirleri ne olursa
olsun, kim olursa olsun; tezleri ve arkasında kalabalıkları olan herkes
için “uzlaşma yeri burasıdır”!
Sevgili dostlar, şimdi sorun
kendinize ve lütfen dürüst cevap verin; Gülen gitti de ondan sonra her
şey daha mı iyi oldu! O zaman birileri “aktifti”, şimdi de “başkaları”
aktif! O zaman birileri “Şubatçıydı”, şimdi başkaları “Şubatçı”!
Bir
daha soruyorum, gitmek zorunda bıraktıklarımız sonrası “burada uzlaşma
ve barış mı” oldu Kavramlarda daha mı iyi “anlaşır” hale geldik!
Dediğim
gibi hiçbir “büyük devlet” arkasında kalabalıkları ve tezi olanları
“birlikte bir şeyler yapmak” varken, “medyaya kaset servisi” yoluyla
kaçırtmaz! O gün bu yöntemi uygulayanlar “ne kadar büyük bir devleti”
yönettiklerinin farkında değildiler!
Sonuç: Yüzde 100 objektif
ve “hiçbir baskı” altında olmadan yazdığım yazıma sonuda kadar
“anafikir” olarak sahip çıkıyorum. Lütfen “detayı atlamayın”! Amacım
“övmek veya yermek değil”, bugüne nasıl geldiğimizi “sorgulamak” ve
“ortaya koymak”! Bugün “yargısız infazlar” yapıldığını iddia ediyorsak
ve dürüstsek, hukukun üstünlüğüne inanıyorsak, “o günleri de
sorgulamamız” gerekli! Kimler, neden, nasıl bu ülkeden “apar topar”
gönderildiler! Ben gazeteciyim. Atatürkçüyüm, laik devletten, bağımsız
Türkiye’den yanayım ama bu “yandaşlığım” detayları sorgulamama “engel”
değil! Her şeyi “bilinir” kılmak benim görevim!
Son söz: Bugün
“Gazeteciler evlerinden alınıp götürülüyor” diyenler, 28 Şubat
döneminde de “sadece görevi gazetecilik” olanlara sahip çıkmalıydılar,
çıkmalıydık! Abdurrahman Dilipak ile “suyun formülünde bile ortak bir
düşüncem olamaz”! Ama birileri istedi diye “gece evinden alınıp
emniyete götürüldüğünde fikri ne olursa olsun, o adam gazeteci”
diyebilmeliydik! Onu diyebilseydik bugün de “Hop ne oluyor?” derdik! O
gün diyenler, zaten bugün de diyorlar! “Oncu, buncu” demeden lütfen
“ana mesajı” sorgulayın! Bu “devlet bizim” ve “kol kırılıp yen içinde
kalmalı”! Amerika destekli 28 Şubat, Amerika destekli başka bir yol
açıyorsa “çözümü” acilen içimizde “bulalım”!
Yiğit Bulut- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 5
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz