AKP'li olmayan sermayeyi dize getirme operasyonu!
1 sayfadaki 1 sayfası
AKP'li olmayan sermayeyi dize getirme operasyonu!
AKP’li olmayan sermayeyi dize getirme operasyonu!
Başbakan
Erdoğan, bir yakınına “Beni aptal ve bilgisiz zannediyorlar. Bırak öyle
sansınlar” demiş. Ne zaman? “IMF’den alınan borçları hiçbir sıkıntı
çekmeden geri ödedik, gerisi özel sektörün borcudur” dedikten hemen
sonra.
Başbakan’ın bu sözlerinden sonra eleştiriler yükselmişti.
Kimi ekonomistler “Başbakan ya hiç bilmiyor ya da sormuyor. Devletin
IMF’ye borcu önemli değil ki. Buna dayanılarak alınan özel borçlar
önemli. Türkiye’yi sıkıntıya sokan bu” demişlerdi.
İşte Erdoğan o cümleleri bunun üzerine sarfetmiş.
Şimdi
gelelim bunun öyküsüne. Başbakan dünya krizi patladıktan sonra IMF ile
yeni bir anlaşma yapılması taleplerine önce “Ümüğümüzü sıkmak
istiyorlar” diyerek karşı çıkmıştı. Ardından geri adım atarak IMF ile
görüşmelerin başlayacağı sinyalini vermişti.
Nitekim IMF ile
görüşmeler başladı. Piyasalar ve özel sektör biraz nefeslendi. Beklenti
yükseldi, çarkların dönme olasılığı yükseldi.
Ancak anlaşma bir
türlü yapılamıyor, imza atılmıyor. Bir ara düzelmeye yüz tutan moraller
tekrar bozuldu, mırıltılar yükselmeye başladı.
AKP’nin ekonomi
kurmaylarından gelen sinyallere göre IMF ile anlaşma seçimlerden önce
imzalanacak. Koşulları ise tam bilinmiyor.
Bu arada ne oluyor?
Faizler aşağı çekiliyor, döviz çıkıyor. Merkez Bankası “Enflasyonu
sürekli kontrol etmek piyasaları olumsuz etkiliyor, çarklar dönmüyor”
açıklaması yapıyor. Bu, enflasyonun biraz yükselmesine izin
verileceğinin de bir sinyali. Öte taraftan da tıpkı Batı ülkelerinin şu
sıralar sarıldıkları ip gibi para basma operasyonunun başlayacağı
konuşuluyor.
Bütün bunları topladığınızda döviz kurlarının çok
yükselmesi olasılığı güçleniyor. Dolar önce sessiz sedasız 1.7
noktasını aşar sonra 2 liraya kadar çıkar. Seçimden sonra da 3 lira
oluverir.
Dehşet kehaneti gibi değil mi? Peki bundan en fazla kim zarar görür, halkın dışında tabii.
Türk Lirası’yla kazanan ama dış borcu olan büyük sermaye şirketleri.
Gelelim Erdoğan’dan, tabii ki fısıltı gazetesi aracılığı ile aktardığım cümlenin devamına.
Erdoğan
“Ben aptal ve bilgisiz değilim” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“Kendilerini dev aynasında gören bazı büyük sermaye kuruluşları,
krizden kurtulmamız için varlıklarının yarıdan fazlasını feda etmek
zorunda.”
Kısacası IMF ile anlaşma olmuş olmamış, AKP’li
sermayeyi fazla etkilemiyor. Çünkü o sermaye her durumda iktidar
nimetlerinden yararlanarak çıkış yolunu buluyor zaten.
Ama
AKP’ye karşı durmasa da AKP’den olmadığı bilinen sermaye bu yolla iyice
hizaya sokulmak isteniyor. Nitekim Erdoğan dün de IMF ile anlaşma
konusunda sıkıntı olduğu izlenimini dile getirdi. Yanisi bir üst
cümlede zaten.
***
Kısacıklar
Yıldırım Tuna’dan gelen birer ikişer cümlelik fıkralar:
Kediler,
köpeklerden daha akıllıdır. Siz hiç buz gibi havada, sürekli yağan bir
tipi altında dev gibi ve ağır bir kızağı çekmeye çalışan 8 kedi
gördünüz mü?
***
- Mor gagalı ördeği görebiliyor musun?..
- Evet.. Neden gagası diğerlerinden farklı?..
- O da diğer ördekler kadar hızlı uçabiliyor ama onlar kadar çabuk duramıyor!
Milli Park polisi: “Balık mı avlıyorsunuz?”
İzin belgesiz adam: “Hayır, solucanı boğmaya çalışıyorum..!”
***
- Arkadaşım Denizaltı adında bir balık lokantası açtı.
- Eee?
- Battı tabii.
***
DSP yerel seçime de katılmamalıydı
Bir
siyasi partiye “Seçime katılma” denebilir mi? Denemez elbette.
Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin en önemli
mücadele alanı sandıktır ve bir partiyi sandığa gitmekten alıkoymak
demokrasi ile asla bağdaşmaz.
Buna karşın DSP’nin seçimlere katılması konusunu ayrı düşünmek gerektiğini söylemeliyim.
DSP’nin
önümüzdeki yerel seçimlere katılıp üstelik kamuoyunun ilgisini çekecek
adaylar göstermesi bence yanlıştır. DSP’nin bu tavrı demokrasiye
bağlılığını değil, partiyi ele geçirmiş bir grubun varlık iddiasını
gösteriyor.
Nasıl oluyor da bu kadar iddialı yazabiliyorum...
DSP
son genel seçimlere CHP’den kontenjan alarak katıldı. İlk bakışta bu
bir “solda birlik” adımı gibi sunuldu ama gerçek o değildi. Yüzde 10
barajı nedeniyle DSP tek milletvekili bile çıkaramayacağını biliyordu.
Bu nedenle 10 kişi CHP sıralarından seçime katıldı ve seçildi.
Amacın
solda birlik olmadığı da seçimden hemen sonra görüldü, DSP
kontenjanından gelenler hemen CHP’den istifa edip kendi partilerine
döndüler. Genel Başkan Zeki Sezer ise “genel başkanlığı kaybetmemek”
adına CHP kontenjanında yer almadı.
Şimdi aynı DSP yerel
seçimlerde güç birliği yapmak yerine tek başına seçime giriyor. DSP
bunu sadece üç güçlü adaya güvenerek yapıyor: Eskişehir, Ordu ve Şişli.
Bu
üç yerde halk DSP’ye oy vermiyor. İnandığı güvendiği adaylara oy
veriyor ve büyük ölçüde de hangi partiden olduğunu hiç dikkate almıyor.
Aynı seçmenin genel seçimlerde DSP’yi tercih edeceği konusu sadece bir
ihtimaldir.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi
parti, sadece üç yerde, vatandaşın parti ayrımı yapmadan desteklediği
isimlere dayanarak siyaset yapamaz. Yapıyorsa bu en azından ahlaki
değildir. Yerel seçimleri geçeceğiz. Sıra gelecek genel seçimlere. Peki
üç ismin kişisel gücüne dayanarak ayakta durduğunu gösteren DSP ne
yapacak? Yine “solda birlik” safsatası ile CHP’den kontenjan mı
istenecek?
DSP eğer gerçekten siyaset yapıyorsa ya solda birliği
DSP’de oluşturacak bir açılımla kendisini ya yenilmek ya da feshetmek
zorundadır.
Başbakan
Erdoğan, bir yakınına “Beni aptal ve bilgisiz zannediyorlar. Bırak öyle
sansınlar” demiş. Ne zaman? “IMF’den alınan borçları hiçbir sıkıntı
çekmeden geri ödedik, gerisi özel sektörün borcudur” dedikten hemen
sonra.
Başbakan’ın bu sözlerinden sonra eleştiriler yükselmişti.
Kimi ekonomistler “Başbakan ya hiç bilmiyor ya da sormuyor. Devletin
IMF’ye borcu önemli değil ki. Buna dayanılarak alınan özel borçlar
önemli. Türkiye’yi sıkıntıya sokan bu” demişlerdi.
İşte Erdoğan o cümleleri bunun üzerine sarfetmiş.
Şimdi
gelelim bunun öyküsüne. Başbakan dünya krizi patladıktan sonra IMF ile
yeni bir anlaşma yapılması taleplerine önce “Ümüğümüzü sıkmak
istiyorlar” diyerek karşı çıkmıştı. Ardından geri adım atarak IMF ile
görüşmelerin başlayacağı sinyalini vermişti.
Nitekim IMF ile
görüşmeler başladı. Piyasalar ve özel sektör biraz nefeslendi. Beklenti
yükseldi, çarkların dönme olasılığı yükseldi.
Ancak anlaşma bir
türlü yapılamıyor, imza atılmıyor. Bir ara düzelmeye yüz tutan moraller
tekrar bozuldu, mırıltılar yükselmeye başladı.
AKP’nin ekonomi
kurmaylarından gelen sinyallere göre IMF ile anlaşma seçimlerden önce
imzalanacak. Koşulları ise tam bilinmiyor.
Bu arada ne oluyor?
Faizler aşağı çekiliyor, döviz çıkıyor. Merkez Bankası “Enflasyonu
sürekli kontrol etmek piyasaları olumsuz etkiliyor, çarklar dönmüyor”
açıklaması yapıyor. Bu, enflasyonun biraz yükselmesine izin
verileceğinin de bir sinyali. Öte taraftan da tıpkı Batı ülkelerinin şu
sıralar sarıldıkları ip gibi para basma operasyonunun başlayacağı
konuşuluyor.
Bütün bunları topladığınızda döviz kurlarının çok
yükselmesi olasılığı güçleniyor. Dolar önce sessiz sedasız 1.7
noktasını aşar sonra 2 liraya kadar çıkar. Seçimden sonra da 3 lira
oluverir.
Dehşet kehaneti gibi değil mi? Peki bundan en fazla kim zarar görür, halkın dışında tabii.
Türk Lirası’yla kazanan ama dış borcu olan büyük sermaye şirketleri.
Gelelim Erdoğan’dan, tabii ki fısıltı gazetesi aracılığı ile aktardığım cümlenin devamına.
Erdoğan
“Ben aptal ve bilgisiz değilim” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“Kendilerini dev aynasında gören bazı büyük sermaye kuruluşları,
krizden kurtulmamız için varlıklarının yarıdan fazlasını feda etmek
zorunda.”
Kısacası IMF ile anlaşma olmuş olmamış, AKP’li
sermayeyi fazla etkilemiyor. Çünkü o sermaye her durumda iktidar
nimetlerinden yararlanarak çıkış yolunu buluyor zaten.
Ama
AKP’ye karşı durmasa da AKP’den olmadığı bilinen sermaye bu yolla iyice
hizaya sokulmak isteniyor. Nitekim Erdoğan dün de IMF ile anlaşma
konusunda sıkıntı olduğu izlenimini dile getirdi. Yanisi bir üst
cümlede zaten.
***
Kısacıklar
Yıldırım Tuna’dan gelen birer ikişer cümlelik fıkralar:
Kediler,
köpeklerden daha akıllıdır. Siz hiç buz gibi havada, sürekli yağan bir
tipi altında dev gibi ve ağır bir kızağı çekmeye çalışan 8 kedi
gördünüz mü?
***
- Mor gagalı ördeği görebiliyor musun?..
- Evet.. Neden gagası diğerlerinden farklı?..
- O da diğer ördekler kadar hızlı uçabiliyor ama onlar kadar çabuk duramıyor!
Milli Park polisi: “Balık mı avlıyorsunuz?”
İzin belgesiz adam: “Hayır, solucanı boğmaya çalışıyorum..!”
***
- Arkadaşım Denizaltı adında bir balık lokantası açtı.
- Eee?
- Battı tabii.
***
DSP yerel seçime de katılmamalıydı
Bir
siyasi partiye “Seçime katılma” denebilir mi? Denemez elbette.
Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin en önemli
mücadele alanı sandıktır ve bir partiyi sandığa gitmekten alıkoymak
demokrasi ile asla bağdaşmaz.
Buna karşın DSP’nin seçimlere katılması konusunu ayrı düşünmek gerektiğini söylemeliyim.
DSP’nin
önümüzdeki yerel seçimlere katılıp üstelik kamuoyunun ilgisini çekecek
adaylar göstermesi bence yanlıştır. DSP’nin bu tavrı demokrasiye
bağlılığını değil, partiyi ele geçirmiş bir grubun varlık iddiasını
gösteriyor.
Nasıl oluyor da bu kadar iddialı yazabiliyorum...
DSP
son genel seçimlere CHP’den kontenjan alarak katıldı. İlk bakışta bu
bir “solda birlik” adımı gibi sunuldu ama gerçek o değildi. Yüzde 10
barajı nedeniyle DSP tek milletvekili bile çıkaramayacağını biliyordu.
Bu nedenle 10 kişi CHP sıralarından seçime katıldı ve seçildi.
Amacın
solda birlik olmadığı da seçimden hemen sonra görüldü, DSP
kontenjanından gelenler hemen CHP’den istifa edip kendi partilerine
döndüler. Genel Başkan Zeki Sezer ise “genel başkanlığı kaybetmemek”
adına CHP kontenjanında yer almadı.
Şimdi aynı DSP yerel
seçimlerde güç birliği yapmak yerine tek başına seçime giriyor. DSP
bunu sadece üç güçlü adaya güvenerek yapıyor: Eskişehir, Ordu ve Şişli.
Bu
üç yerde halk DSP’ye oy vermiyor. İnandığı güvendiği adaylara oy
veriyor ve büyük ölçüde de hangi partiden olduğunu hiç dikkate almıyor.
Aynı seçmenin genel seçimlerde DSP’yi tercih edeceği konusu sadece bir
ihtimaldir.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi
parti, sadece üç yerde, vatandaşın parti ayrımı yapmadan desteklediği
isimlere dayanarak siyaset yapamaz. Yapıyorsa bu en azından ahlaki
değildir. Yerel seçimleri geçeceğiz. Sıra gelecek genel seçimlere. Peki
üç ismin kişisel gücüne dayanarak ayakta durduğunu gösteren DSP ne
yapacak? Yine “solda birlik” safsatası ile CHP’den kontenjan mı
istenecek?
DSP eğer gerçekten siyaset yapıyorsa ya solda birliği
DSP’de oluşturacak bir açılımla kendisini ya yenilmek ya da feshetmek
zorundadır.
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz