Peres neden vatan haini ilan edilmedi?
1 sayfadaki 1 sayfası
Peres neden vatan haini ilan edilmedi?
Peres neden vatan haini ilan edilmedi?
Olaya bir de tersinden bakalım.
Tayyip
Erdoğan, Davos’ta esti gürledi. Parmağını sallayarak Peres’e yenilmez
yutulmaz sözler söyledi, sonra da “Benim için Davos bitmiştir” diyerek
yerinden kalkıp gitti.
Türkiye’de bir anda kahraman oldu.
“Türkiye’nin yıllardır içinde bulunduğu ezikliğe başkaldırmış ve
Türkiye’nin gururunu kurtarmış Başbakan” olarak herkesten alkış
topladı, yerel seçimleri “garantiye” aldı.
Peki aynı anda İsrail’de neler oluyor?
Kendimizi İsrailli gazetecilerin yerine koyalım.
Türkiye
Başbakanı kendi Cumhurbaşkanı’na dünyanın önünde fırça atmış, İsrail’i
insan öldürmekten zevk alan bir ülke gibi tanıtmış, en büyük düşmanım
Hamas’ı neredeyse itibarlı hale getirmiş.
Bu durumda
İsrail medyasının ayağa kalkması gerekmiyor mu?
Peres’in
yediği fırçaya cevap veremeden koltuğunda çakılıp kaldığının, İsrail’in
ulusal onurunun ayaklar altına alındığının üstünün çizilmesi gerekmiyor
mu?
İsrail Cumhurbaşkanı, Erdoğan karşısında Erbakan’ın Kaddafi karşısında düştüğü duruma düşmedi mi?
Ama
bakıyorsunuz İsrail’de hiç böyle bir hava yok. Sanki fırça yiyen kendi
cumhurbaşkanları değil. Sanki en ağır sözler İsrail’e karşı söylenmedi.
Neden İsrail medyasında tek satır eleştiri yok?
İki şık var: Ya İsrail Türkiye’i ciddiye almıyor ya da bütün yaşananlar içinde İsrail’in de olduğu büyük bir plan.
Amerikan
ve İsrail çıkarları için AKP iktidarının sürmesi gerekiyor. Ama
yaklaşan yerel seçimlerde bu partinin ağır bir darbe yemesi ihtimali
ağır basıyordu.
O halde bir mucizeye ihtiyaç vardı. Bu mucizeyi
de İsrail-Amerikan iş birliği sağlamış oldu. Tayyip Erdoğan kahraman
oldu, kaçan oylarını geri getirdi ve iktidarının sürmesi garantilendi.
Bu durumda İsrail’den niye ses çıksın ki?
*****
“Hamdolsun kapanıyoruz”
Bağdat Caddesi’nde ekonomik krize dayanamayan bir mağaza sonunda pes etmiş ve kapanmaya karar vermiş.
Vitrininde kocaman bir yazı var.
Diyor ki “Hamdolsun, kapanıyoruz indirimi.”
Fiyatlara
bakıyorsunuz, inanılmaz. Neredeyse yüzde 90’lık indirim yapılmış. Demek
ki mal sahibi zararına da olsa bir an önce elindeki malı paraya
çevirmek ve çekip gitmek istiyor.
Türkiye’nin her yerinde bu manzaralar var. “Hamdolsun” ekonomisinin ülkeyi getirdiği nokta işte bu.
*****
Çocuk cesetleri üzerinden rant
Gazze
dramına neden olan olaylar Hamas’ın ateşkesin bitiminden sonra hemen
her gün etkisiz de olsa onlarca füzeyi İsrail’e yollamasıyla başladı.
İsrail “Füze atışı kesilmezse karşılık veririm” dedi ve sonunda verdi.
Şimdi
olay şudur: Hamas Gazze’deki herhangi bir apartmanın çatısından veya
bir balkonunda füze atıyor. İsrail teknolojisi füzenin atıldığı yeri
saptıyor ve bu nokta imha ediliyor.
Oysa imha edilen bu nokta
bir ev ve içinde aileler yaşıyor. İsrail’in bombaları Hamas’ınkiler
gibi etkisiz olmadığı için de ortaya korkunç bir tablo çıkıyor.
Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ölüyor.
İsrail aslında vurduğu
noktalardaki durumun bu olduğunu bilmiyor mu? Biliyor bilmesine de
“Bana dokunursan bedelini ödersin” mantığı ile haraket ediyor.
Bu saldırılar günlerce sürdü, binin üzerinde insan öldü, dünya tepki gösterdi. Sonuçta İsrail geri çekildi.
Ancak
önceki günden itibaren Hamas etkili olmayan füzelerini yine İsrail’e
gönderiyor. İsrail de “Dikkat edin yine orantısız güç kullanırız”
tehdidini savuruyor.
Şimdi burada durup bakalım. Türkiye kendi
geleceğini bile tehlikeye atarak duruma müdahil olmuş, dünya tepki
göstermiş, İsrail kınanmış. Peki bütün bunlara rağmen yine sokak
aralarındaki evlerin balkonlarından füze atmak ne anlama geliyor?
Bunun
tek anlamı vardır. Hamas İsrail’in günlerce sürdürdüğü saldırıları
kesmesini istemiyor. İsrail’in saldırılarının sürmesini ve dünya
medyasında çoluk çocuk cesetlerinin yer almasını tercih ediyor.
Hamas kendi halkının, kendi çocuklarının ölümleri üzerinden rant sağlamaya çalışıyor.
Oysa
aklın yolu bir. Gelinen noktadan sonra diplomatik girişimlerin
hızlandırılması, ambargoların kaldırılmasını sağlayacak adımların
atılması gerekiyor.
Hamas ise bunun yerine füze atmaya devam
ediyor ve “Gel içinde çocukların olduğu binaları vur” diyor. Bizse
“kahraman” Başbakanımızı yere göre sığdıramama yarışı yapıyoruz.
*****
Hoşgörü de bir yere kadar (!)
AKP’liler
ve yandaşları ne kadar “demokrat” olduklarını “hukuka bağlılıklarını”
ve özellikle Müslüman olmayanlara yönelik “hoşgörülerini” göstermek
için çabalıyorlar.
Hrant Dink’in alçakça öldürülmesinden sonra “hepimiz Ermeniyiz” diye bağırıldı.
Rum Ortodoks Patriği’nin “ekümenik” olmasını sağlamak için kampanyalar düzenleniyor.
6-7 Eylül 1955’te yaşanan aşağılık saldılar bahane edilerek ağıtlar yakılıyor.
İsrail’in zalim saldırılarını protesto ettiklerini söyleyen Yahudiler medyada baş tacı ediliyor.
Başbakan her fırsatta “dinlerarası hoşgörü’den” söz ediyor.
Hepsi güzel.
Derken
Davos’ta bir olay patlıyor. Başbakan açık oturumun moderatörüne tepki
göstererek toplantıyı terk ediyor ve bu Türkiye’nin gururu olarak
nitelenerek Başbakan kahraman haline getiriliyor.
Başbakanı 2.
Atatürk veya 3. Abdülhamit olarak lanse etmeye kalkanlar bir anda temel
felsefelerini unutuyor ve “moderatörün etnik kimliği” üzerinden
propagandaya başlıyor.
Bu propagandalardan anlıyoruz ki Davos moderatörü meğer “Ermeni” kökenliymiş. Israrla bu söyleniyor.
Buradaki
“Ermeni” vurgusuna dikkat edin. Bir tür “hakaret” anlamında
kullanılıyor. Ondan da öteye geçilerek Ermenilere güvenilemeyeceği
anlatılıyor. Moderatörün “Ermeni” olduğu için Tayyip Erdoğan’a
saygısızlık yaptığı anlatılmak isteniyor.
Hani ırkçı değildik?
Hani etnik kimlikler bizim için önemli değildi?
Hani bizim engin bir hoşgörümüz vardı?
AKP ve yandaşlarının zihniyeti bu işte.
Her şey bir yere kadar. Daha doğrusu her şey bizim işimize geldiği yere kadar.
*****
Sus; konuştukça sıra sana gelecek. Yeni Türk Atasözü
Olaya bir de tersinden bakalım.
Tayyip
Erdoğan, Davos’ta esti gürledi. Parmağını sallayarak Peres’e yenilmez
yutulmaz sözler söyledi, sonra da “Benim için Davos bitmiştir” diyerek
yerinden kalkıp gitti.
Türkiye’de bir anda kahraman oldu.
“Türkiye’nin yıllardır içinde bulunduğu ezikliğe başkaldırmış ve
Türkiye’nin gururunu kurtarmış Başbakan” olarak herkesten alkış
topladı, yerel seçimleri “garantiye” aldı.
Peki aynı anda İsrail’de neler oluyor?
Kendimizi İsrailli gazetecilerin yerine koyalım.
Türkiye
Başbakanı kendi Cumhurbaşkanı’na dünyanın önünde fırça atmış, İsrail’i
insan öldürmekten zevk alan bir ülke gibi tanıtmış, en büyük düşmanım
Hamas’ı neredeyse itibarlı hale getirmiş.
Bu durumda
İsrail medyasının ayağa kalkması gerekmiyor mu?
Peres’in
yediği fırçaya cevap veremeden koltuğunda çakılıp kaldığının, İsrail’in
ulusal onurunun ayaklar altına alındığının üstünün çizilmesi gerekmiyor
mu?
İsrail Cumhurbaşkanı, Erdoğan karşısında Erbakan’ın Kaddafi karşısında düştüğü duruma düşmedi mi?
Ama
bakıyorsunuz İsrail’de hiç böyle bir hava yok. Sanki fırça yiyen kendi
cumhurbaşkanları değil. Sanki en ağır sözler İsrail’e karşı söylenmedi.
Neden İsrail medyasında tek satır eleştiri yok?
İki şık var: Ya İsrail Türkiye’i ciddiye almıyor ya da bütün yaşananlar içinde İsrail’in de olduğu büyük bir plan.
Amerikan
ve İsrail çıkarları için AKP iktidarının sürmesi gerekiyor. Ama
yaklaşan yerel seçimlerde bu partinin ağır bir darbe yemesi ihtimali
ağır basıyordu.
O halde bir mucizeye ihtiyaç vardı. Bu mucizeyi
de İsrail-Amerikan iş birliği sağlamış oldu. Tayyip Erdoğan kahraman
oldu, kaçan oylarını geri getirdi ve iktidarının sürmesi garantilendi.
Bu durumda İsrail’den niye ses çıksın ki?
*****
“Hamdolsun kapanıyoruz”
Bağdat Caddesi’nde ekonomik krize dayanamayan bir mağaza sonunda pes etmiş ve kapanmaya karar vermiş.
Vitrininde kocaman bir yazı var.
Diyor ki “Hamdolsun, kapanıyoruz indirimi.”
Fiyatlara
bakıyorsunuz, inanılmaz. Neredeyse yüzde 90’lık indirim yapılmış. Demek
ki mal sahibi zararına da olsa bir an önce elindeki malı paraya
çevirmek ve çekip gitmek istiyor.
Türkiye’nin her yerinde bu manzaralar var. “Hamdolsun” ekonomisinin ülkeyi getirdiği nokta işte bu.
*****
Çocuk cesetleri üzerinden rant
Gazze
dramına neden olan olaylar Hamas’ın ateşkesin bitiminden sonra hemen
her gün etkisiz de olsa onlarca füzeyi İsrail’e yollamasıyla başladı.
İsrail “Füze atışı kesilmezse karşılık veririm” dedi ve sonunda verdi.
Şimdi
olay şudur: Hamas Gazze’deki herhangi bir apartmanın çatısından veya
bir balkonunda füze atıyor. İsrail teknolojisi füzenin atıldığı yeri
saptıyor ve bu nokta imha ediliyor.
Oysa imha edilen bu nokta
bir ev ve içinde aileler yaşıyor. İsrail’in bombaları Hamas’ınkiler
gibi etkisiz olmadığı için de ortaya korkunç bir tablo çıkıyor.
Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ölüyor.
İsrail aslında vurduğu
noktalardaki durumun bu olduğunu bilmiyor mu? Biliyor bilmesine de
“Bana dokunursan bedelini ödersin” mantığı ile haraket ediyor.
Bu saldırılar günlerce sürdü, binin üzerinde insan öldü, dünya tepki gösterdi. Sonuçta İsrail geri çekildi.
Ancak
önceki günden itibaren Hamas etkili olmayan füzelerini yine İsrail’e
gönderiyor. İsrail de “Dikkat edin yine orantısız güç kullanırız”
tehdidini savuruyor.
Şimdi burada durup bakalım. Türkiye kendi
geleceğini bile tehlikeye atarak duruma müdahil olmuş, dünya tepki
göstermiş, İsrail kınanmış. Peki bütün bunlara rağmen yine sokak
aralarındaki evlerin balkonlarından füze atmak ne anlama geliyor?
Bunun
tek anlamı vardır. Hamas İsrail’in günlerce sürdürdüğü saldırıları
kesmesini istemiyor. İsrail’in saldırılarının sürmesini ve dünya
medyasında çoluk çocuk cesetlerinin yer almasını tercih ediyor.
Hamas kendi halkının, kendi çocuklarının ölümleri üzerinden rant sağlamaya çalışıyor.
Oysa
aklın yolu bir. Gelinen noktadan sonra diplomatik girişimlerin
hızlandırılması, ambargoların kaldırılmasını sağlayacak adımların
atılması gerekiyor.
Hamas ise bunun yerine füze atmaya devam
ediyor ve “Gel içinde çocukların olduğu binaları vur” diyor. Bizse
“kahraman” Başbakanımızı yere göre sığdıramama yarışı yapıyoruz.
*****
Hoşgörü de bir yere kadar (!)
AKP’liler
ve yandaşları ne kadar “demokrat” olduklarını “hukuka bağlılıklarını”
ve özellikle Müslüman olmayanlara yönelik “hoşgörülerini” göstermek
için çabalıyorlar.
Hrant Dink’in alçakça öldürülmesinden sonra “hepimiz Ermeniyiz” diye bağırıldı.
Rum Ortodoks Patriği’nin “ekümenik” olmasını sağlamak için kampanyalar düzenleniyor.
6-7 Eylül 1955’te yaşanan aşağılık saldılar bahane edilerek ağıtlar yakılıyor.
İsrail’in zalim saldırılarını protesto ettiklerini söyleyen Yahudiler medyada baş tacı ediliyor.
Başbakan her fırsatta “dinlerarası hoşgörü’den” söz ediyor.
Hepsi güzel.
Derken
Davos’ta bir olay patlıyor. Başbakan açık oturumun moderatörüne tepki
göstererek toplantıyı terk ediyor ve bu Türkiye’nin gururu olarak
nitelenerek Başbakan kahraman haline getiriliyor.
Başbakanı 2.
Atatürk veya 3. Abdülhamit olarak lanse etmeye kalkanlar bir anda temel
felsefelerini unutuyor ve “moderatörün etnik kimliği” üzerinden
propagandaya başlıyor.
Bu propagandalardan anlıyoruz ki Davos moderatörü meğer “Ermeni” kökenliymiş. Israrla bu söyleniyor.
Buradaki
“Ermeni” vurgusuna dikkat edin. Bir tür “hakaret” anlamında
kullanılıyor. Ondan da öteye geçilerek Ermenilere güvenilemeyeceği
anlatılıyor. Moderatörün “Ermeni” olduğu için Tayyip Erdoğan’a
saygısızlık yaptığı anlatılmak isteniyor.
Hani ırkçı değildik?
Hani etnik kimlikler bizim için önemli değildi?
Hani bizim engin bir hoşgörümüz vardı?
AKP ve yandaşlarının zihniyeti bu işte.
Her şey bir yere kadar. Daha doğrusu her şey bizim işimize geldiği yere kadar.
*****
Sus; konuştukça sıra sana gelecek. Yeni Türk Atasözü
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz