Palamut sürüsü doğuya akıyor
1 sayfadaki 1 sayfası
Palamut sürüsü doğuya akıyor
Palamut sürüsü doğuya akıyor
Üzerinden daha çok geçmedi.
Erdoğan’la Gül’ün Brüksel’den dönüşü şerefine yapılan “Avrupa Birliği’ne girdik!” kutlamalarını unutmuş olamazsınız.
Şimdi “Davos Fatihi” yazan pankartlarda o zamanlar “Avrupa Fatihi” yazıyordu.
Atatürk Havaalanı’nın önü yine böyle doluydu. Ankara’da gündüz vakti havai fişek gösterileriyle Avrupa’ya girişimiz kutlanmıştı.
Gazeteler
“Avrupalı Türkiye” manşetleri atıyorlardı. Benim gibi “Yahu bunlar
doğru değil, Avrupa’ya falan girmedik!” diyenlere kulak asan yoktu.
“Bu
işin doğru olmadığı anlaşıldığı zaman ortaya çıkacak hayal kırıklığı
Türkiye’yi tamamen Batı karşıtı maceralara sürükler!” dememiz de
kaynadı gitti.
Çünkü bizim millet palamut sürüsü gibidir.
Gazı
verdin mi heyecanlanır, bütün karşı görüşlere kulaklarını tıkayarak
delice bir coşkuyla atılır. Sonra da pişman olur elbette.
Ben bu memlekette neler gördüm.
İtalyan Elçiliği’nin önünde kravat yakanlar mı istersiniz, kan salçalı makarna hazırlayanlar mı?
Alman mallarını boykot edenler mi?
Hepsinin sonu hüsran olur ama yine de “millet” bildiğini okumaktan geri kalmaz.
Çoğunluğun bir şeyi anlaması zaman gerektirir, öyle hemen kavrayamaz, işin iç yüzünü göremez.
Kendisini uyaranları dinleme alışkanlığı da yoktur.
Çünkü bu ülkede heyecan, düşünceden çok daha önemlidir.
“Leydinin
topuk sesleri”nin duyulduğu ilk günlerde “Bu hanımefendi servetinin
kaynaklarını açıklamadan başbakan olursa, herkesin başı çok ağrır”
dediğim zaman gelen tepkileri çok iyi hatırlıyorum.
Aman efendim, Türkiye bir sarışın hanım başbakan bulmuş, görsünmüş o Batılılar medenilik neymiş falan filan.
Artık iyice biliyorum ki bu “çoğunluğa” dert anlatamazsınız.
Çünkü kendi dar kafaları, bilinçsizlikleri ve sığlıklarıyla her türlü faşizme yol veren insanlardır bunlar.
Aynı
kişiler cunta dönemlerinde de “sayın muhbir vatandaş” kesilmişlerdi,
bütün öğrencileri “şehir eşkıyası” olarak ihbar etmek için kuyruğa
girerlerdi.
Şimdi bu çoğunluk yine rüzgâra uyuyor ve giderek
Batı karşıtı, hatta Batı düşmanı bir çizgiye sürükleniyor. Kurtuluş
Savaşı verenlerin mirasına hakaret ediyor.
Yemen’de şehit düşenlerin ağıdını söylüyor ama Mehmetçik’in kimin tarafından öldürüldüğünü düşünmüyor bile.
Lawrence’ı, Osmanlı askerlerini en hunhar biçimde öldüren Arap kabilelerini, ordunun uğradığı büyük katliamı hatırlamıyor bile.
Çünkü hafızası yok.
Okumuyor, yazmıyor; okuyup yazanları da dinlemiyor.
Çoğunluk diktası kötüdür.
Ve demokrasi “millet bunu istiyor” diye tutturan bir çoğunluk diktası değildir.
Evrensel ahlak ilkelerine, her türlü azınlığa ve en aykırı görüşlere bile saygı duymaktır.
Not:
Yıllar önce bir gazetecinin demokrasi sorusuna “çoğunluk diktası”
cevabını verdiğim için epey şaşıran olmuştu ama kusura bakmayın, bu
tanım bana değil Maurice Duverger’ye aittir.
Üzerinden daha çok geçmedi.
Erdoğan’la Gül’ün Brüksel’den dönüşü şerefine yapılan “Avrupa Birliği’ne girdik!” kutlamalarını unutmuş olamazsınız.
Şimdi “Davos Fatihi” yazan pankartlarda o zamanlar “Avrupa Fatihi” yazıyordu.
Atatürk Havaalanı’nın önü yine böyle doluydu. Ankara’da gündüz vakti havai fişek gösterileriyle Avrupa’ya girişimiz kutlanmıştı.
Gazeteler
“Avrupalı Türkiye” manşetleri atıyorlardı. Benim gibi “Yahu bunlar
doğru değil, Avrupa’ya falan girmedik!” diyenlere kulak asan yoktu.
“Bu
işin doğru olmadığı anlaşıldığı zaman ortaya çıkacak hayal kırıklığı
Türkiye’yi tamamen Batı karşıtı maceralara sürükler!” dememiz de
kaynadı gitti.
Çünkü bizim millet palamut sürüsü gibidir.
Gazı
verdin mi heyecanlanır, bütün karşı görüşlere kulaklarını tıkayarak
delice bir coşkuyla atılır. Sonra da pişman olur elbette.
Ben bu memlekette neler gördüm.
İtalyan Elçiliği’nin önünde kravat yakanlar mı istersiniz, kan salçalı makarna hazırlayanlar mı?
Alman mallarını boykot edenler mi?
Hepsinin sonu hüsran olur ama yine de “millet” bildiğini okumaktan geri kalmaz.
Çoğunluğun bir şeyi anlaması zaman gerektirir, öyle hemen kavrayamaz, işin iç yüzünü göremez.
Kendisini uyaranları dinleme alışkanlığı da yoktur.
Çünkü bu ülkede heyecan, düşünceden çok daha önemlidir.
“Leydinin
topuk sesleri”nin duyulduğu ilk günlerde “Bu hanımefendi servetinin
kaynaklarını açıklamadan başbakan olursa, herkesin başı çok ağrır”
dediğim zaman gelen tepkileri çok iyi hatırlıyorum.
Aman efendim, Türkiye bir sarışın hanım başbakan bulmuş, görsünmüş o Batılılar medenilik neymiş falan filan.
Artık iyice biliyorum ki bu “çoğunluğa” dert anlatamazsınız.
Çünkü kendi dar kafaları, bilinçsizlikleri ve sığlıklarıyla her türlü faşizme yol veren insanlardır bunlar.
Aynı
kişiler cunta dönemlerinde de “sayın muhbir vatandaş” kesilmişlerdi,
bütün öğrencileri “şehir eşkıyası” olarak ihbar etmek için kuyruğa
girerlerdi.
Şimdi bu çoğunluk yine rüzgâra uyuyor ve giderek
Batı karşıtı, hatta Batı düşmanı bir çizgiye sürükleniyor. Kurtuluş
Savaşı verenlerin mirasına hakaret ediyor.
Yemen’de şehit düşenlerin ağıdını söylüyor ama Mehmetçik’in kimin tarafından öldürüldüğünü düşünmüyor bile.
Lawrence’ı, Osmanlı askerlerini en hunhar biçimde öldüren Arap kabilelerini, ordunun uğradığı büyük katliamı hatırlamıyor bile.
Çünkü hafızası yok.
Okumuyor, yazmıyor; okuyup yazanları da dinlemiyor.
Çoğunluk diktası kötüdür.
Ve demokrasi “millet bunu istiyor” diye tutturan bir çoğunluk diktası değildir.
Evrensel ahlak ilkelerine, her türlü azınlığa ve en aykırı görüşlere bile saygı duymaktır.
Not:
Yıllar önce bir gazetecinin demokrasi sorusuna “çoğunluk diktası”
cevabını verdiğim için epey şaşıran olmuştu ama kusura bakmayın, bu
tanım bana değil Maurice Duverger’ye aittir.
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz