Milliyetçi söylemin dayanılmaz ağırlığı
1 sayfadaki 1 sayfası
Milliyetçi söylemin dayanılmaz ağırlığı
Milliyetçi söylemin dayanılmaz ağırlığı
Sevgili okurlar; geçen haftayı Davos, ekonomik kriz, yaklaşan seçimler ve CHP’nin garip açılımlarının altından çıkan çirkinliklerle geçirdik. Davos skandalıyla birlikte ortaya çıkan benim “akıl tutulması” diye nitelediğim manzaranın; AKP’li olmayan çevrelerde bile “Erdoğan’ı kahraman ilan etme” çabalarının da siyasi bir temeli olduğunu söylemeliyim. Bugün biraz bundan da söz etmek istiyorum.
Kimler destekledi?
AKP’liler ve yandaşları zaten önceden hazırlanmış bir senaryo gereği Davos’taki skandaldan sonra adeta ayağa kalkarak Türkiye’nin onurunun kurtarıldığını, nihayet bir Başbakan’ın yabancılara kafa tuttuğunu ileri sürdüler. AKP’li olmayan kesimin ise kafası karıştı. Buna karşın önemli bir kesim Başbakan’ı alkışladı.
Destekçiler iki bölüm
İlk başta beni de şaşırtan bu desteğin aslında hiç de tesadüf olmadığını fark ettim. Gerçi bu desteği de ikiye ayırmak gerek. Birinci grup, AKP’ye muhalefet etse bile ulusal bir konu diyerek Başbakan’ın yanında yer aldı. Ama ikinci grup bu desteği bambaşka bir siyasi oluşum adına yapıyordu.
Milliyetçi-Avrasyacı
Başbakan’a “helal olsun” diyen veya onu “alnından öpmeye” kalkan kesimin ortak özelliği “antiemperyalist” çizgide durması ve Türkiye’nin Batı bloku ile ilişkilerini kesmek istemesi. Türkiye’nin Rusya ve İran ile birlikte ayrı bir güç odağı olmasını tercih eden bu kesim “ulusalcı” adı altında, şimdilik dağınık görünse de bir fikir birliği içinde hareket ediyor.
Erdoğan’dan yararlanmak
Ulusalcı kesim Erdoğan’dan hiç hazzetmemekle birlikte, Batı’ya yönelik bu çıkışların milliyetçi duyguları kamçılayacağı ve günün birinde Erdoğan’ı bile önüne katıp Türkiye’nin bu yeni oluşum içinde yer almasını sağlayacağını düşünüyor. Bu açıdan bakınca ulusalcı kesim Erdoğan’dan bu yönde yararlanmak istiyor.
Erdoğan’ın planı
İşte bana göre işler bu noktada biraz karışıyor. Milliyetçi söylemlerin Avrasya düşüncesini pekiştireceğini bilen Erdoğan’ın da bu durumdan yararlanmak istediğini hissediyorum. Başbakan, söylemiyle bu kesime prim verirken aynı anda sanki Batı’ya da aba altından sopa gösteriyor.
Ergenekon’un başlangıcı
Doğrulatamadığım ama yalanlanmayan bir iddia var. İlk duyduğumda bana da absürt gelmişti ama şu anda belli bir temele oturmaya başladı. O da şu: Erdoğan 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı Bush ile Beyaz Saray’da bir araya geldi. Bush’un bu görüşmede Erdoğan’a “Ergenekon’un üzerine git” tavsiyesinde bulunduğu söyleniyordu.
Amerika’ya ne?
Ergenekon’un üzerine gidilmesini Amerika neden istesin? Bunu kafamda oturtamadığım için bu konuya hemen hiç girmedim. Oyunun diğer yönlerini irdelemeye çalıştım. Ancak şu anda görünen manzaraya göre Ergenekon adı altında yürütülen operasyonun asıl halkasındaki isimlerin büyük çoğunluğunun Türkiye-Rusya-İran üçgenini hedefledikleri anlaşılıyor.
Bu Batı’dan kopmadır
Darbeydi, çeteydi gibi suçlamalar belli ki bu işin kamuflajı. Amerika’yı asıl rahatsız eden, içinde kimi askerlerin de bulunduğu bir yapılanma Avrasya adı altında Türkiye’yi Batı’dan koparacak. Milliyetçi söylemlerin artması bu kopuşu hızlandırır. O halde bunun durdurulması gerek.
Erdoğan ne yapıyor
ABD’nin bu rahatsızlığını gidermek için kolları sıvayan Erdoğan aynı zamanda bu olayı iki taraflı bıçak gibi de kullanmak istiyor. Bir taraftan zaten birlikte olamayacağı milliyetçi unsurları üstelik halkın gözünden düşürerek tasfiye ederken Batı’ya karşı da “bu hükümet asla yıkılmamalı, aksi halde Türkiye saf değiştirir” kozunu oynuyor.
‘Dik durma’ oyunu
Erdoğan “dik durma” oyunu ile Avrasyacıları iştahlandırıp kendisine yönelik tepkileri azaltıyor bir yandan. Ama tabii ki asıl hedef bu ucuz söyleme kanıp oylarını AKP’ye verecek sıradan vatandaşlar. Çünkü Erdoğan bu çifte oyununu “yüzde 40’ın altındaki bir oyla” başaramaz. Bu oranı mutlaka geçmek zorunda ki Batı’dan gelecek tepkileri göğüslesin, öte yandan da ABD’nin dileği olan ulusalcıların tasfiyesini hızlandırsın.
Ben nerede duruyorum?
Söz buraya gelmişken, kendi duruşumu da sizle paylaşmak istiyorum. Ben Türkiye’nin çıkarını Batı’nın çağdaş kriterlerini paylaşmakta, bu blok içinde ulusal onurunu ve çıkarını kollayarak durmakta buluyorum. Ulusalcı adı altında Türkiye-Rusya-İran aksında yer almanın Türkiye’yi gerileteceğini düşünüyorum. Milliyetçiliğin değil, laik demokratik bir anlayışla, bu topraklar üzerindeki herkesi eşit sayan yurtseverlik duygusunun yücelmesinin Türkiye’yi kurtaracağına inanıyorum.
Bu nasıl iştir?
Konuyu Ergenekon davasındaki flaş bir gelişme ile kapatayım. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon “delil yetersizliği” nedeniyle tahliye edildi. Tolon’un tutuklanmasına neden olan bir belgenin delil niteliği taşımadığı anlaşılmış. Peki aradan geçen 7 ayda nasıl oldu da bu görülmedi? Şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir orgeneralini “asılsız bir delille” hapiste tutan ve sağlığını tehlikeye atanlar ne olacak?
Dava tavsayabilir
Bu köşeyi sürekli izleyenler, birçok tutuklunun aynı durumda olduğunu sık sık yazdığımı hatırlayacaklardır. Telefon dinlemeleri, internette milyonların elinde gezen kimi yazılarla, imzasız ihbar mektuplarıyla sanık durumuna düşürülenler için adalet elbet bir gün kendini gösterecektir. Bunun ilk adımı olarak dava konularının çeşitlendirileceğini ve Ergenekon’un birbirinden farklı birkaç davaya bölüneceğini tahmin ediyorum.
Sinyalleri verildi
Nitekim bu görüşümü doğrulayan sinyaller de geliyor. Geçen hafta davayla çok yakından ilgilenen ve kimsenin bilmediklerini yazabilen bazı gazeteciler “Bu dava böyle gitmez, Susurluk için ayrı, Jitem için ayrı, darbe için ayrı davalar açılmalı” diye yazdılar. Mutlaka bir bildikleri vardır. Zaten telefon dinlemeleri ile ilgili son kararların, iddianamenin rötuşlanması talebinin, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun inceleme kararının da mahkemeyi zora sokacağı konuşuluyor. Demek ki önümüzdeki dönemde bazı yeni uygulamalar yapılacak.
CHP umut tüketiyor
Sevgili okurlar; AKP’ye karşı en güçlü muhalefet olması gereken CHP’nin umutları giderek tükettiğini hep birlikte izliyoruz. Güya seçim kazanmak adına işi artık çok ucuzlatan CHP’nin siyasi misyonunu bitirip bitirmediğini bile düşünmeye başladım. Sanıyorum önümüzdeki yerel seçimler CHP’nin de kaderini belirlemek özellikle yönetim kademesinin akıbetini oluşturmak adına ciddi bir sınav olacaktır.
Yeni Tosun vakası
Seçimler yaklaştıkça AKP’nin yolsuzluk ve usulsüzleri hakkında birbiri ardına haberler kamuoyu gündemine düşmeye başladı. Bunlardan biri de Ekrem Tosun vakasıdır. Son günlerin “gerçek kahramanı” Kemal Kılıçdaroğlu basit bir soru sordu ve “Kimdir bu Ekrem Tosun?” dedi. Sonuçta Erdoğan ailesinin Türkiye’nin en büyük kuyumcularından birine ortak olduğu anlaşıldı.
Erdoğan’ın öfkesi
Başbakan Erdoğan, Ekrem Tosun adına şiddetli bir tepki gösterdi. Bilmiyorum Erdoğan’ın Tosun’u tanımadığını söyleyen konuşmasını dinlediniz mi? Çünkü yazı olarak okunduğunda öfke seli pek anlaşılmıyor. Ama Erdoğan, Tosun’u tanımadığını öyle bağırarak ve “nesep” falan karıştırarak anlatıyor ki kendi deyimiyle sanki “suçluluk kompleksi” içinde.
Arkası gelecek mi?
Başbakan’ın bu telaşı akıllara ister istemez “Tosun ortaya çıktığına göre acaba bilmediğimiz başka ilişkiler de mi var?” sorusunu getiriyor. Çünkü bu kuyumculuk ortaklığı aslında “fevkalade” iyi gizlenmiş. Birileri çomaklamasa ortaya çıkması imkansız gibi. O halde başka “çomaklanabilecek” ortaklıkların bulunduğu hiç de zayıf bir olasılık değil.
Erdoğan’ın valisi
Bu haftanın son konusu ise “sadaka ekonomisine” çağ atlatan Tunceli’deki beyaz eşya dağıtımı. İktidar bunun bir rüşvet olmadığını “sosyal devlet anlayışı” içinde devletin görevleri arasında yer aldığını söylüyor. Başbakan da “Helal olsun valime” diyor. Gerçekten helal olsun Vali Bey’e. AKP iktidarının seçim yatırımını “devletin değil Başbakan’ın valisi” olarak göğüsleme cesaretini göstermiş. Allah eksikliğini göstermesin.
Bu haftalık da bu kadar. Hepinize iyilikler dilerim.
Sevgili okurlar; geçen haftayı Davos, ekonomik kriz, yaklaşan seçimler ve CHP’nin garip açılımlarının altından çıkan çirkinliklerle geçirdik. Davos skandalıyla birlikte ortaya çıkan benim “akıl tutulması” diye nitelediğim manzaranın; AKP’li olmayan çevrelerde bile “Erdoğan’ı kahraman ilan etme” çabalarının da siyasi bir temeli olduğunu söylemeliyim. Bugün biraz bundan da söz etmek istiyorum.
Kimler destekledi?
AKP’liler ve yandaşları zaten önceden hazırlanmış bir senaryo gereği Davos’taki skandaldan sonra adeta ayağa kalkarak Türkiye’nin onurunun kurtarıldığını, nihayet bir Başbakan’ın yabancılara kafa tuttuğunu ileri sürdüler. AKP’li olmayan kesimin ise kafası karıştı. Buna karşın önemli bir kesim Başbakan’ı alkışladı.
Destekçiler iki bölüm
İlk başta beni de şaşırtan bu desteğin aslında hiç de tesadüf olmadığını fark ettim. Gerçi bu desteği de ikiye ayırmak gerek. Birinci grup, AKP’ye muhalefet etse bile ulusal bir konu diyerek Başbakan’ın yanında yer aldı. Ama ikinci grup bu desteği bambaşka bir siyasi oluşum adına yapıyordu.
Milliyetçi-Avrasyacı
Başbakan’a “helal olsun” diyen veya onu “alnından öpmeye” kalkan kesimin ortak özelliği “antiemperyalist” çizgide durması ve Türkiye’nin Batı bloku ile ilişkilerini kesmek istemesi. Türkiye’nin Rusya ve İran ile birlikte ayrı bir güç odağı olmasını tercih eden bu kesim “ulusalcı” adı altında, şimdilik dağınık görünse de bir fikir birliği içinde hareket ediyor.
Erdoğan’dan yararlanmak
Ulusalcı kesim Erdoğan’dan hiç hazzetmemekle birlikte, Batı’ya yönelik bu çıkışların milliyetçi duyguları kamçılayacağı ve günün birinde Erdoğan’ı bile önüne katıp Türkiye’nin bu yeni oluşum içinde yer almasını sağlayacağını düşünüyor. Bu açıdan bakınca ulusalcı kesim Erdoğan’dan bu yönde yararlanmak istiyor.
Erdoğan’ın planı
İşte bana göre işler bu noktada biraz karışıyor. Milliyetçi söylemlerin Avrasya düşüncesini pekiştireceğini bilen Erdoğan’ın da bu durumdan yararlanmak istediğini hissediyorum. Başbakan, söylemiyle bu kesime prim verirken aynı anda sanki Batı’ya da aba altından sopa gösteriyor.
Ergenekon’un başlangıcı
Doğrulatamadığım ama yalanlanmayan bir iddia var. İlk duyduğumda bana da absürt gelmişti ama şu anda belli bir temele oturmaya başladı. O da şu: Erdoğan 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı Bush ile Beyaz Saray’da bir araya geldi. Bush’un bu görüşmede Erdoğan’a “Ergenekon’un üzerine git” tavsiyesinde bulunduğu söyleniyordu.
Amerika’ya ne?
Ergenekon’un üzerine gidilmesini Amerika neden istesin? Bunu kafamda oturtamadığım için bu konuya hemen hiç girmedim. Oyunun diğer yönlerini irdelemeye çalıştım. Ancak şu anda görünen manzaraya göre Ergenekon adı altında yürütülen operasyonun asıl halkasındaki isimlerin büyük çoğunluğunun Türkiye-Rusya-İran üçgenini hedefledikleri anlaşılıyor.
Bu Batı’dan kopmadır
Darbeydi, çeteydi gibi suçlamalar belli ki bu işin kamuflajı. Amerika’yı asıl rahatsız eden, içinde kimi askerlerin de bulunduğu bir yapılanma Avrasya adı altında Türkiye’yi Batı’dan koparacak. Milliyetçi söylemlerin artması bu kopuşu hızlandırır. O halde bunun durdurulması gerek.
Erdoğan ne yapıyor
ABD’nin bu rahatsızlığını gidermek için kolları sıvayan Erdoğan aynı zamanda bu olayı iki taraflı bıçak gibi de kullanmak istiyor. Bir taraftan zaten birlikte olamayacağı milliyetçi unsurları üstelik halkın gözünden düşürerek tasfiye ederken Batı’ya karşı da “bu hükümet asla yıkılmamalı, aksi halde Türkiye saf değiştirir” kozunu oynuyor.
‘Dik durma’ oyunu
Erdoğan “dik durma” oyunu ile Avrasyacıları iştahlandırıp kendisine yönelik tepkileri azaltıyor bir yandan. Ama tabii ki asıl hedef bu ucuz söyleme kanıp oylarını AKP’ye verecek sıradan vatandaşlar. Çünkü Erdoğan bu çifte oyununu “yüzde 40’ın altındaki bir oyla” başaramaz. Bu oranı mutlaka geçmek zorunda ki Batı’dan gelecek tepkileri göğüslesin, öte yandan da ABD’nin dileği olan ulusalcıların tasfiyesini hızlandırsın.
Ben nerede duruyorum?
Söz buraya gelmişken, kendi duruşumu da sizle paylaşmak istiyorum. Ben Türkiye’nin çıkarını Batı’nın çağdaş kriterlerini paylaşmakta, bu blok içinde ulusal onurunu ve çıkarını kollayarak durmakta buluyorum. Ulusalcı adı altında Türkiye-Rusya-İran aksında yer almanın Türkiye’yi gerileteceğini düşünüyorum. Milliyetçiliğin değil, laik demokratik bir anlayışla, bu topraklar üzerindeki herkesi eşit sayan yurtseverlik duygusunun yücelmesinin Türkiye’yi kurtaracağına inanıyorum.
Bu nasıl iştir?
Konuyu Ergenekon davasındaki flaş bir gelişme ile kapatayım. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon “delil yetersizliği” nedeniyle tahliye edildi. Tolon’un tutuklanmasına neden olan bir belgenin delil niteliği taşımadığı anlaşılmış. Peki aradan geçen 7 ayda nasıl oldu da bu görülmedi? Şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir orgeneralini “asılsız bir delille” hapiste tutan ve sağlığını tehlikeye atanlar ne olacak?
Dava tavsayabilir
Bu köşeyi sürekli izleyenler, birçok tutuklunun aynı durumda olduğunu sık sık yazdığımı hatırlayacaklardır. Telefon dinlemeleri, internette milyonların elinde gezen kimi yazılarla, imzasız ihbar mektuplarıyla sanık durumuna düşürülenler için adalet elbet bir gün kendini gösterecektir. Bunun ilk adımı olarak dava konularının çeşitlendirileceğini ve Ergenekon’un birbirinden farklı birkaç davaya bölüneceğini tahmin ediyorum.
Sinyalleri verildi
Nitekim bu görüşümü doğrulayan sinyaller de geliyor. Geçen hafta davayla çok yakından ilgilenen ve kimsenin bilmediklerini yazabilen bazı gazeteciler “Bu dava böyle gitmez, Susurluk için ayrı, Jitem için ayrı, darbe için ayrı davalar açılmalı” diye yazdılar. Mutlaka bir bildikleri vardır. Zaten telefon dinlemeleri ile ilgili son kararların, iddianamenin rötuşlanması talebinin, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun inceleme kararının da mahkemeyi zora sokacağı konuşuluyor. Demek ki önümüzdeki dönemde bazı yeni uygulamalar yapılacak.
CHP umut tüketiyor
Sevgili okurlar; AKP’ye karşı en güçlü muhalefet olması gereken CHP’nin umutları giderek tükettiğini hep birlikte izliyoruz. Güya seçim kazanmak adına işi artık çok ucuzlatan CHP’nin siyasi misyonunu bitirip bitirmediğini bile düşünmeye başladım. Sanıyorum önümüzdeki yerel seçimler CHP’nin de kaderini belirlemek özellikle yönetim kademesinin akıbetini oluşturmak adına ciddi bir sınav olacaktır.
Yeni Tosun vakası
Seçimler yaklaştıkça AKP’nin yolsuzluk ve usulsüzleri hakkında birbiri ardına haberler kamuoyu gündemine düşmeye başladı. Bunlardan biri de Ekrem Tosun vakasıdır. Son günlerin “gerçek kahramanı” Kemal Kılıçdaroğlu basit bir soru sordu ve “Kimdir bu Ekrem Tosun?” dedi. Sonuçta Erdoğan ailesinin Türkiye’nin en büyük kuyumcularından birine ortak olduğu anlaşıldı.
Erdoğan’ın öfkesi
Başbakan Erdoğan, Ekrem Tosun adına şiddetli bir tepki gösterdi. Bilmiyorum Erdoğan’ın Tosun’u tanımadığını söyleyen konuşmasını dinlediniz mi? Çünkü yazı olarak okunduğunda öfke seli pek anlaşılmıyor. Ama Erdoğan, Tosun’u tanımadığını öyle bağırarak ve “nesep” falan karıştırarak anlatıyor ki kendi deyimiyle sanki “suçluluk kompleksi” içinde.
Arkası gelecek mi?
Başbakan’ın bu telaşı akıllara ister istemez “Tosun ortaya çıktığına göre acaba bilmediğimiz başka ilişkiler de mi var?” sorusunu getiriyor. Çünkü bu kuyumculuk ortaklığı aslında “fevkalade” iyi gizlenmiş. Birileri çomaklamasa ortaya çıkması imkansız gibi. O halde başka “çomaklanabilecek” ortaklıkların bulunduğu hiç de zayıf bir olasılık değil.
Erdoğan’ın valisi
Bu haftanın son konusu ise “sadaka ekonomisine” çağ atlatan Tunceli’deki beyaz eşya dağıtımı. İktidar bunun bir rüşvet olmadığını “sosyal devlet anlayışı” içinde devletin görevleri arasında yer aldığını söylüyor. Başbakan da “Helal olsun valime” diyor. Gerçekten helal olsun Vali Bey’e. AKP iktidarının seçim yatırımını “devletin değil Başbakan’ın valisi” olarak göğüsleme cesaretini göstermiş. Allah eksikliğini göstermesin.
Bu haftalık da bu kadar. Hepinize iyilikler dilerim.
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz