Manifestom-1
1 sayfadaki 1 sayfası
Manifestom-1
Manifestom-1
Değerli dostlar, geçtiğimiz hafta “ekonomiden siyasete, ekonomiden Cumhuriyetin
değerlerine” kadar her konu hakkında “düşüncelerimi” yazacağımı
belirtmiş ve “özellikle bazı konularda anlaşamadığımız okuyucularım”
ile “ortak noktaları” sorgulayacağımızı belirtmiştim.
Bu
yazılar “biraz uzun sürebilir” ama amacımız “net”; kendi
düşüncelerimizi sizlere aktarmak ve sizden gelen tepkilerle “ortakları”
bulmak!
İlk etapta şu soruya cevap arayalım; Türkiye Cumhuriyeti’nden önce kavga nasıl başladı?
Roma(Avrupa) İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi
M.S 330’da başladı ve Osmanlı’nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp,
Avrupa ile birlikte atağa kalkamadığı 1700’lü yılların başına kadar
devam etti. 1700’lerin başından itibaren mücadele Roma tarafından
kazanıldı ve İstanbul coğrafyası Avrupa tarafından “devşirilir” hale
geldi. Bugün yaşadığımız Avrupa Birliği süreci de hâlâ bu anlayışın
maalesef bir parçası...
1900’lerden sonra bu devşirme sürecine,
Avrupa’nın idealleri uğruna, Müslüman coğrafyasına tezleri ile hakim
olabileceği düşünülen İstanbul’un dönüştürülmesi ve özellikle Alman
çıkarları uğruna kullanılması süreci eklendi. Bu dönemde Almanya
diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti.
Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde,
Ortadoğu’ya hakim olma yolunda, İstanbul coğrafyası kullanıldı.
2.Dünya Savaşı’nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir
Rus tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar ABD ve Almanya
tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya’nın Ortadoğu
petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla
İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası
Türkiye’nin NATO’ya katılım sürecinde dahi Türkiye, kurulacak bir
Ortadoğu komutanlığı mantığı ile yapıya zoraki alındı.
1980 sonrası da aynı mantığı gördük. “Ilımlı İslam devleti” mantığı altında
Ortadoğu ve Orta Asya’da hakim olmak isteyen Roma’nın yine bu coğrafya
üzerindeki oyunları sürece hakimdi. Devletin resmi organlarında
“Kemalist laiklikten, Osmanlı sekülarizmine” başlıklı raporlar
yayınladı. Yeni bir sentez pompalandı.
1999 ekonomik krizi
sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın yeniden
ortama hakim olduğunu gördük. Ortadoğu’ya “model” ve “ağabey” olacak
bir Türkiye modeli. Arap ülkelerine sevimli görünmesi gereken
Türkiye’de, TBMM’den Amerika’ya izin veren tezkere geçmedi. Tezkerenin
geçmeyişi Ortadoğu’da alkışlandı. 80 yıl sonra Arap krallar Türkiye’ye
geldi ve Dolmabahçe Sarayı’nda kabul gördü.
2003 sonrası ortaya
çıkan yukarıda tarif ettiğimiz yapı, dünya genelinde oluşan ekonomik
yeni düzenin de etkisiyle dönüştürülmek istenen Türkiye’de “aşırı
liberalleşme” ve “devletin etki alanları dışına itilmesi” gibi
kavramların öne çıktığı bir dinamiği zorladı. Daha doğrusu ekonomik
dönüşüm ve AB üyeliği gibi halen hayata geçmediği için “sanal”
diyebileceğimiz tezler ortaya atılarak Roma-İstanbul iktidar savaşında
karşı taraf önemli avantaj sağladı...
Sonuç: Türkiye
Cumhuriyeti’ni “kendilerine” uydurmaya çalışanlar “bugün çalışmaya
başlamadılar”. Cumhuriyet öncesinde de “aynı amaçlar” her zaman vardı!
Not: Yarın “Cumhuriyet sonrası yukarıda aktardığım kavga” nasıl şekillendi ona bakacağız.
Değerli dostlar, geçtiğimiz hafta “ekonomiden siyasete, ekonomiden Cumhuriyetin
değerlerine” kadar her konu hakkında “düşüncelerimi” yazacağımı
belirtmiş ve “özellikle bazı konularda anlaşamadığımız okuyucularım”
ile “ortak noktaları” sorgulayacağımızı belirtmiştim.
Bu
yazılar “biraz uzun sürebilir” ama amacımız “net”; kendi
düşüncelerimizi sizlere aktarmak ve sizden gelen tepkilerle “ortakları”
bulmak!
İlk etapta şu soruya cevap arayalım; Türkiye Cumhuriyeti’nden önce kavga nasıl başladı?
Roma(Avrupa) İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi
M.S 330’da başladı ve Osmanlı’nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp,
Avrupa ile birlikte atağa kalkamadığı 1700’lü yılların başına kadar
devam etti. 1700’lerin başından itibaren mücadele Roma tarafından
kazanıldı ve İstanbul coğrafyası Avrupa tarafından “devşirilir” hale
geldi. Bugün yaşadığımız Avrupa Birliği süreci de hâlâ bu anlayışın
maalesef bir parçası...
1900’lerden sonra bu devşirme sürecine,
Avrupa’nın idealleri uğruna, Müslüman coğrafyasına tezleri ile hakim
olabileceği düşünülen İstanbul’un dönüştürülmesi ve özellikle Alman
çıkarları uğruna kullanılması süreci eklendi. Bu dönemde Almanya
diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti.
Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde,
Ortadoğu’ya hakim olma yolunda, İstanbul coğrafyası kullanıldı.
2.Dünya Savaşı’nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir
Rus tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar ABD ve Almanya
tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya’nın Ortadoğu
petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla
İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası
Türkiye’nin NATO’ya katılım sürecinde dahi Türkiye, kurulacak bir
Ortadoğu komutanlığı mantığı ile yapıya zoraki alındı.
1980 sonrası da aynı mantığı gördük. “Ilımlı İslam devleti” mantığı altında
Ortadoğu ve Orta Asya’da hakim olmak isteyen Roma’nın yine bu coğrafya
üzerindeki oyunları sürece hakimdi. Devletin resmi organlarında
“Kemalist laiklikten, Osmanlı sekülarizmine” başlıklı raporlar
yayınladı. Yeni bir sentez pompalandı.
1999 ekonomik krizi
sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın yeniden
ortama hakim olduğunu gördük. Ortadoğu’ya “model” ve “ağabey” olacak
bir Türkiye modeli. Arap ülkelerine sevimli görünmesi gereken
Türkiye’de, TBMM’den Amerika’ya izin veren tezkere geçmedi. Tezkerenin
geçmeyişi Ortadoğu’da alkışlandı. 80 yıl sonra Arap krallar Türkiye’ye
geldi ve Dolmabahçe Sarayı’nda kabul gördü.
2003 sonrası ortaya
çıkan yukarıda tarif ettiğimiz yapı, dünya genelinde oluşan ekonomik
yeni düzenin de etkisiyle dönüştürülmek istenen Türkiye’de “aşırı
liberalleşme” ve “devletin etki alanları dışına itilmesi” gibi
kavramların öne çıktığı bir dinamiği zorladı. Daha doğrusu ekonomik
dönüşüm ve AB üyeliği gibi halen hayata geçmediği için “sanal”
diyebileceğimiz tezler ortaya atılarak Roma-İstanbul iktidar savaşında
karşı taraf önemli avantaj sağladı...
Sonuç: Türkiye
Cumhuriyeti’ni “kendilerine” uydurmaya çalışanlar “bugün çalışmaya
başlamadılar”. Cumhuriyet öncesinde de “aynı amaçlar” her zaman vardı!
Not: Yarın “Cumhuriyet sonrası yukarıda aktardığım kavga” nasıl şekillendi ona bakacağız.
Yiğit Bulut- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 61
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 5
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz