Dostlara veda
1 sayfadaki 1 sayfası
Dostlara veda
Yaprak dökümü çok ani geldi: Ali Taygun, Yıldız Sertel, Zeki Ökten.
İnsan bu acı haberleri alınca ister istemez filmi geriye sarıyor; dostlukları, birlikte geçirilen saatleri, ortak çalışmaları hatırlıyor.
Ali Taygun’un yiğit duruşu, gülümseyen bıyıkları, politik isyanları akla geliyor.
1980’ler Paris’inde Aristide Briand sokağıdaki evinde Yıldız Sertel’le konuştuklarımız aklıma geliyor.
Yıldız Sertel beş altı ay önce gazeteye gelmiş ve Nâzım projeleriyle ilgili destek istemişti. Paris’te genç bir kadın olarak bıraktığım Sertel, bir teyze olmuştu artık.
Ama heyecanı yerli yerinde duruyordu. Binbir proje vardı kafasında. Bunların en önemlisi ise, çevresindeki herkesi büyük fırtınalara sürüklemiş olan Nâzım Hikmet’le ilgiliydi.
***
Yeşilçam’ın yüce gönüllü, çelebi yönetmeni Zeki Ökten’le Sürü filminde birlikte çalışmıştık.
Yıl 1978’di, Türkiye’de kan gövdeyi götürüyordu, Yılmaz hapisteydi ve ben ülkeye yeni dönmüştüm.
İzmit Cezaevi’nde görüştüğümüz Yılmaz, Sürü adlı bir senaryo yazdığını ve benim de oynamamı istediğini söylemişti. “Ben oyuncu değilim yapamam” dediğimde de yazdığı rolün zaten bana pek uygun düştüğünü, kendim gibi davranmamın yeterli olacağını söylemişti.
Rol, jandarmaların yakaladığı bir halk ozanıydı.
Elbette oynamadım ama filmin müziğini yapma önerisini onurla kabul ettim.
Sora Zeki çok güzel bir film çekti.
Film bir dayanışma eseri olarak ortaya çıkmıştı. Zeki başta olmak üzere hiçbirimiz beş kuruş para almadan çalışmıştık; dönemin en pahalı aktörü Tarık Akan da dahil...
Mecidiyeköy’deki Acar Film stüdyosunda sahneleri görerek müziği kaydettik.
Dünyadaki ilk örneklerinden birisi sayılacak biçimde, insan seslerini enstrüman gibi kullanmıştım.
Kürtçe yasak olduğu için solistler sadece Vaye Vaye diyor ve Kürt gırtlağı kullanıyordu.
O günlerde bir yönetmenin buna izin vermesi düşünülemeyecek kadar zor bir şeydi. Günde 30-40 kişinin öldürüldüğü karanlık terör günlerini yaşıyorduk.
Zeki bunları düşünmedi bile. Müziği filme yerleştirdik ve bir gün on - on beş kişi toplanıp Zeki Ökten’in başyapıtını izledik.
Film bitince herkes suskunluğa gömüldü. Ben bunu, herhalde hapisteki Yılmaz’ın yorumunu beklemeyi tercih ediyorlar diye yorumladım.
Sonra her zamanki aceleci heyecanımı yenemeyip “Bu, dünya çapında bir şaheserdir. Sizi kutluyorum” diyerek Zeki’yi, Tarık’ı ve diğer arkadaşları öptüm.
Gerçekten de film dünyada bir başyapıt olarak selamlandı.
Hatta Alman yönetmen Schlöndorff, “Bu kadar güzel bir film yapabilmek için Türk mü olmak gerekir” dedi.
İşte böyle büyük bir sanatçıyı kaybetti Türkiye.
***
Üç dostum da ışıklar içinde yatsın.
İnsan bu acı haberleri alınca ister istemez filmi geriye sarıyor; dostlukları, birlikte geçirilen saatleri, ortak çalışmaları hatırlıyor.
Ali Taygun’un yiğit duruşu, gülümseyen bıyıkları, politik isyanları akla geliyor.
1980’ler Paris’inde Aristide Briand sokağıdaki evinde Yıldız Sertel’le konuştuklarımız aklıma geliyor.
Yıldız Sertel beş altı ay önce gazeteye gelmiş ve Nâzım projeleriyle ilgili destek istemişti. Paris’te genç bir kadın olarak bıraktığım Sertel, bir teyze olmuştu artık.
Ama heyecanı yerli yerinde duruyordu. Binbir proje vardı kafasında. Bunların en önemlisi ise, çevresindeki herkesi büyük fırtınalara sürüklemiş olan Nâzım Hikmet’le ilgiliydi.
***
Yeşilçam’ın yüce gönüllü, çelebi yönetmeni Zeki Ökten’le Sürü filminde birlikte çalışmıştık.
Yıl 1978’di, Türkiye’de kan gövdeyi götürüyordu, Yılmaz hapisteydi ve ben ülkeye yeni dönmüştüm.
İzmit Cezaevi’nde görüştüğümüz Yılmaz, Sürü adlı bir senaryo yazdığını ve benim de oynamamı istediğini söylemişti. “Ben oyuncu değilim yapamam” dediğimde de yazdığı rolün zaten bana pek uygun düştüğünü, kendim gibi davranmamın yeterli olacağını söylemişti.
Rol, jandarmaların yakaladığı bir halk ozanıydı.
Elbette oynamadım ama filmin müziğini yapma önerisini onurla kabul ettim.
Sora Zeki çok güzel bir film çekti.
Film bir dayanışma eseri olarak ortaya çıkmıştı. Zeki başta olmak üzere hiçbirimiz beş kuruş para almadan çalışmıştık; dönemin en pahalı aktörü Tarık Akan da dahil...
Mecidiyeköy’deki Acar Film stüdyosunda sahneleri görerek müziği kaydettik.
Dünyadaki ilk örneklerinden birisi sayılacak biçimde, insan seslerini enstrüman gibi kullanmıştım.
Kürtçe yasak olduğu için solistler sadece Vaye Vaye diyor ve Kürt gırtlağı kullanıyordu.
O günlerde bir yönetmenin buna izin vermesi düşünülemeyecek kadar zor bir şeydi. Günde 30-40 kişinin öldürüldüğü karanlık terör günlerini yaşıyorduk.
Zeki bunları düşünmedi bile. Müziği filme yerleştirdik ve bir gün on - on beş kişi toplanıp Zeki Ökten’in başyapıtını izledik.
Film bitince herkes suskunluğa gömüldü. Ben bunu, herhalde hapisteki Yılmaz’ın yorumunu beklemeyi tercih ediyorlar diye yorumladım.
Sonra her zamanki aceleci heyecanımı yenemeyip “Bu, dünya çapında bir şaheserdir. Sizi kutluyorum” diyerek Zeki’yi, Tarık’ı ve diğer arkadaşları öptüm.
Gerçekten de film dünyada bir başyapıt olarak selamlandı.
Hatta Alman yönetmen Schlöndorff, “Bu kadar güzel bir film yapabilmek için Türk mü olmak gerekir” dedi.
İşte böyle büyük bir sanatçıyı kaybetti Türkiye.
***
Üç dostum da ışıklar içinde yatsın.
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz