Nasıl geldik buralara, kimler getirdi?
1 sayfadaki 1 sayfası
Nasıl geldik buralara, kimler getirdi?
2000’li yılların başlarını bir hatırlayın. Avrupa Birliği’ne aday ülke olmuştuk. Alırlar mı almazlar mı, orası çok önemli değildi. En azından bundan böyle çocuklarımıza, gençlerimize “işte insan haklarını ihlal eden, işte hukuku gelişmemiş ülkenin çocukları” muamelesi yapamayacaklardı. Onlar, hakları olduğu biçimde, başları yukarıda yürüyebileceklerdi. Buna inanıyordum. Bu yönde anayasal ve yasal değişiklikler yapıyorduk. Kürtçe konuşma yasağı kaldırılmıştı, ceza yargılamasının temel güvenceleri anayasal güvenceye kavuşturuluyordu... İdam cezası kaldırılmıştı. Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu, Polis Vazife Ve Salahiyet Kanunu değiştiriliyordu. AİHM’nin kararları yargılamanın iadesi sebebi olmuştu. Arama, gözaltı, yakalama, tutuklama, uluslararası ölçülere bağlanıyordu. Herkes umutluydu, heyecanlıydı.
Ve oradan geldik buraya. Geldiğimiz yer, hiç kuşkusuz, “otoriter bir rejimin” başladığı nokta. Belki başlangıçta çoğu kimse hatta iktidarın içinde yer alanların bazıları bile farkında değildi. Ama geldik işte...
Daha 2005’te, ortada ne Ergenekon ne dava varken, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu bir gecede değiştiriliyor ve istihbari dinlemeler için Telekomünikasyon Başkanlığı oluşturuluyordu. Hem de “Başbakan’ın tek başına atayacağı” ve “Başbakan’ın özel olarak yetkilendireceği kişi” ibareleri ile. O zamanlar çok kişi anlamamıştı. Belki yasayı oylayan milletvekillerinin bir bölümü bile. Neden tek başına Başbakan? Üçlü kararname olmaz mıydı? Atama Bakanlar Kurulu’nda yapılamaz mıydı? Sonra yasa Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Bir baktık ki, bazı gazeteci ya da aydınlar “canım muhalefet de, her yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor” ve “canım bu kadar da demokrasi ve iktidar karşıtlığı olmaz ki” diyorlar. Yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ama baktık ki Başbakan’ın tek başına belirlediği kişi, hâlâ orada oturuyor.
***
Ve geldik bugünlere. 19 ay iddianame bile düzenlenemeden süren soruşturmalar; gözaltına almak için zorunluluk ve somut emareler isteyen yasaya karşın, yaka paça alınıp, 4 gün sorgulanan kişiler; gizli telefon dinlemeleri, gizli tanıklar, teknik izlemelerle dolu bir süreç... 30 ay, 15 ay süren tutukluluklar, hukuksuz dinlemeler, Türkan Saylan için yapılan türde aramalar, isimleri bilinmeyen kişiler için dinleme ve teknik izleme kararları...
Bu arada TBB, Barolar, YARSAV, hukukçuların çoğu ve dürüst, namuslu, Türkiye’nin otoriter bir ülke olmasını istemeyen tüm gazeteciler, tüm aydınlar, bu süreci gördü, anladı. Ve bir tek kez bile “suçlular yargılanmasın” ya da “bu komutan ya da profesör nasıl yargılanırmış” demediler. Tam tersine; “soruştur, yargıla ama hukuka uygun olsun” dediler.
Ama öyle bir duruma geldik ki, Van Üniversitesi Genel Sekreteri hücresinde intihar etti. Kuddusi Okkır öldü. Türkiye’nin en büyük tıp uzmanlarından biri olan Mehmet Haberal hastalandı ve tutukluluğu hastanede devam ediyor. Türkiye’nin en genç rektörlerinden Fatih Hilmioğlu, hastaneye, oradan hücresine geri döndü. Şener Eruygur hücrede düştü, beyin kanaması geçirdi. Yarbay Ali Tatar, bir daha hücreye dönmemek için intihar etti.
Onlar ölürken, gazeteciler, aydınlar 30 aydır, 15 aydır, 10 aydır tutuklu iken, “usul kuralları o kadar önemli değil” diyen aydınlar(!) ve gazeteciler yine var. Yine “bunlar usul kuralı” diyorlar. “İtalya’da gladyo soruşturmasında 7 bin kişi tutuklanmıştı” diye uyduruyorlar. Tabii şimdi sizler “biz olanı biteni anlamıyor muyuz,” diyeceksiniz. Ama istiyorum ki, ileride çocuklarımız, “Türkiye neler yaşamış” anlasınlar ve “nasıl buralara gelmişiz, kim ve kimler getirmiş” diye sorgulayıp, bu yapılanların hesabını sorsunlar. Ve inanıyorum soracaklar.
Ve oradan geldik buraya. Geldiğimiz yer, hiç kuşkusuz, “otoriter bir rejimin” başladığı nokta. Belki başlangıçta çoğu kimse hatta iktidarın içinde yer alanların bazıları bile farkında değildi. Ama geldik işte...
Daha 2005’te, ortada ne Ergenekon ne dava varken, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu bir gecede değiştiriliyor ve istihbari dinlemeler için Telekomünikasyon Başkanlığı oluşturuluyordu. Hem de “Başbakan’ın tek başına atayacağı” ve “Başbakan’ın özel olarak yetkilendireceği kişi” ibareleri ile. O zamanlar çok kişi anlamamıştı. Belki yasayı oylayan milletvekillerinin bir bölümü bile. Neden tek başına Başbakan? Üçlü kararname olmaz mıydı? Atama Bakanlar Kurulu’nda yapılamaz mıydı? Sonra yasa Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Bir baktık ki, bazı gazeteci ya da aydınlar “canım muhalefet de, her yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor” ve “canım bu kadar da demokrasi ve iktidar karşıtlığı olmaz ki” diyorlar. Yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ama baktık ki Başbakan’ın tek başına belirlediği kişi, hâlâ orada oturuyor.
***
Ve geldik bugünlere. 19 ay iddianame bile düzenlenemeden süren soruşturmalar; gözaltına almak için zorunluluk ve somut emareler isteyen yasaya karşın, yaka paça alınıp, 4 gün sorgulanan kişiler; gizli telefon dinlemeleri, gizli tanıklar, teknik izlemelerle dolu bir süreç... 30 ay, 15 ay süren tutukluluklar, hukuksuz dinlemeler, Türkan Saylan için yapılan türde aramalar, isimleri bilinmeyen kişiler için dinleme ve teknik izleme kararları...
Bu arada TBB, Barolar, YARSAV, hukukçuların çoğu ve dürüst, namuslu, Türkiye’nin otoriter bir ülke olmasını istemeyen tüm gazeteciler, tüm aydınlar, bu süreci gördü, anladı. Ve bir tek kez bile “suçlular yargılanmasın” ya da “bu komutan ya da profesör nasıl yargılanırmış” demediler. Tam tersine; “soruştur, yargıla ama hukuka uygun olsun” dediler.
Ama öyle bir duruma geldik ki, Van Üniversitesi Genel Sekreteri hücresinde intihar etti. Kuddusi Okkır öldü. Türkiye’nin en büyük tıp uzmanlarından biri olan Mehmet Haberal hastalandı ve tutukluluğu hastanede devam ediyor. Türkiye’nin en genç rektörlerinden Fatih Hilmioğlu, hastaneye, oradan hücresine geri döndü. Şener Eruygur hücrede düştü, beyin kanaması geçirdi. Yarbay Ali Tatar, bir daha hücreye dönmemek için intihar etti.
Onlar ölürken, gazeteciler, aydınlar 30 aydır, 15 aydır, 10 aydır tutuklu iken, “usul kuralları o kadar önemli değil” diyen aydınlar(!) ve gazeteciler yine var. Yine “bunlar usul kuralı” diyorlar. “İtalya’da gladyo soruşturmasında 7 bin kişi tutuklanmıştı” diye uyduruyorlar. Tabii şimdi sizler “biz olanı biteni anlamıyor muyuz,” diyeceksiniz. Ama istiyorum ki, ileride çocuklarımız, “Türkiye neler yaşamış” anlasınlar ve “nasıl buralara gelmişiz, kim ve kimler getirmiş” diye sorgulayıp, bu yapılanların hesabını sorsunlar. Ve inanıyorum soracaklar.
Süheyl BATUM- DEMİR ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 24
Yaş : 69
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 27/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz