Ölü yapraklar
1 sayfadaki 1 sayfası
Ölü yapraklar
Gençliğimizde, özellikle Cumhuriyetin, o ilk Atatürk yıllarında, bir yıl daha sona erer ve yeni bir yıl başlarken geleceğe ait kişisel ve “milli” umutların heyecanını duyardık... “Milli Umutlar” tabirini özellikle kullanıyorum, çünkü o yıllarda, vatanımızın geleceği için beslediğimiz umutlar, kişisel, ailevi umutlarımızla örtüşürdü... İçtenlikle, “Benim için iyi olacaklar, milletimiz ve vatanımız için de iyi olur” derdik... Bu samimi duygu bugünün ortamında, ne kadar sofiyane, bazılarına göre de ne kadar budalaca hamaset! Son zamanlarda “Nasılsınız?” diye soranlara, ya “Yaşıma göre iyiyim” diye, ya da, ekseriya, “Türkiye kadar iyiyim” diye cevap veriyorum... Dostlarımın çoğu, “O kadar kötü olamazsın” diye itiraz ediyorlar! Ancak, şu sırada hakikaten, bu kadar kötü ve umutsuzum.
Düşen yapraklar
Gençliğimizde her geçen yıl, hayatımızdan, insanlık hayatından bir yaprak dökümüydü... O, geçen yılın kişisel ve genel muhasebesini yapar, gelecek yıla umutlarla ve yeni kararlarla, aynı hataları yapmamak kararlılığıyla başlardık! Önümüzde her şey vardı sanki! Ve o sırada, her geçen yılın hayatınızdan bir parça götürdüğünü fark etmeyecek, umursamayacak kadar umutlarla doluyduk!
Ama bu yaşıma geldiğimde, artık geçmiş hayatımdaki hatalarımın ve “keşkelerimin” acısını çekerim! Ve “Ölüm yaklaştıkça, tuhaftır ama ölmekten korkmuyorum, fakat, Türkiye’nin geleceği hususunda, tarifsiz acılar içindeyim”... Sağlığımı bozacak kadar! Bu hususta yalnız değilim: Benim kuşağım, özellikle bu ülkeye, millete ve ordusuna benim kadar bağlı olanlar da, 2009 biterken aynı acıları, umutsuzlukları paylaşıyorlar.
Yılların en kötüsü!
İngiliz romancı Charles Dıckens’in, Fransız Devrimi dönemine ait, “İki Şehrin Hikayesi” adlı romanında, 1775 yılını anlatan bir başlangıcı vardır: “Zamanların en iyisi idi zamanların en kötüsüydü” diye başlar. “Önümüzde her şey vardı... Hiçbir şey yoktu... Hep beraber Cennete gidiyorduk... Hep birlikte aksi yönde gidiyorduk.” diye devam eder.
Bu, her yıldönümü için caridir, ama şu bağlamda ve Türkiye şartlarında. Türkiye için çok daha gerçek...
Türk milleti, büyük millet, büyük badireler atlatmış, ama sevgili Turgut Özakman’ın bana hep dediği gibi “dibe vurduktan sonra çıldırmış” kurtulmuştur... Ne var ki, benim umutlanmaya, beklemeye vaktim, nefesim kalmadı... Gözüm arkada kalacak diye korkuyorum. Namık Kemal’in dediği gibi “yazılsın mezar taşıma, Vatan mahzun, ben mahzun” ! Çok mu “hamasi” oldu, bazılarına göre beylik, hamasi mi oldu? Ama şu sırada duygularım, aynen böyle!
Aslında ülkemizde geçen yıl olanların, çoğunlukla hasarların raporunu yazacaktım. Ama hasar kazançlara nazaran, o kadar çok ki! Her günkü gazetelere bakmak yeter. Söze, Dickens’in romanından alıntıyla, başlamıştım... Romanın sonunda öykünün “iyi” kahramanı Sydney Carton, aşkı uğruna, kendisini başkasının yerine koyup giyotine giderken, “Bu şimdiye kadar yaptıklarımdan, yapabileceklerimden çok daha iyi... Beni hiçbir zaman olmadığı ve olamayacağı kadar, huzura kavuşturacak bir şey” der...
Umudum, millet olarak, ordu olarak şu sırada yapabileceğimiz şeyler olması! Var!
Ben de, “Bir ihtimal daha var”... diyerek yazıyı bağlayayım!
Kişisel bir not
Okuyucularımın yeni yıllarını bu duygularla kutlarken, bu gün, bu yazımda kişisel bir hususa yer vermemi bağışlamalarını rica ederim... Dün, 30 Aralık, eşim Ayşe Güzide Kılıç’la, 1969’da evlenmemizin 40. yıl dönümü idi... Kanada’da Montreal’de tanışmamız sonucunda Samsun’da evlendik! Nikâh şahidim, ağabeyim Gündüz idi. HÜRRİYET spor yazarı olarak, tesadüfen Samsun’da idi...
Güzide Hanım, bu kırk yılda, sağlıkta ve hastalıkta, iyi ve kötü günlerde, hep kale gibi arkamda durdu... Duruyor! Bizi bağlayan ortak şeyler var: İkimiz de asker çocuklarıyız... Atatürk’ü yakından tanıdık ve ikimiz de Vatan-Atatürk ve Ordu sevgisinde birlikteyiz... Ve şimdi de birlikte üzgünüz... Güzide’ye ödeyemeyeceğim kadar çok şey borçluyum; müsaadelerinizle, huzurlarınızda ona teşekkür ediyorum!
Düşen yapraklar
Gençliğimizde her geçen yıl, hayatımızdan, insanlık hayatından bir yaprak dökümüydü... O, geçen yılın kişisel ve genel muhasebesini yapar, gelecek yıla umutlarla ve yeni kararlarla, aynı hataları yapmamak kararlılığıyla başlardık! Önümüzde her şey vardı sanki! Ve o sırada, her geçen yılın hayatınızdan bir parça götürdüğünü fark etmeyecek, umursamayacak kadar umutlarla doluyduk!
Ama bu yaşıma geldiğimde, artık geçmiş hayatımdaki hatalarımın ve “keşkelerimin” acısını çekerim! Ve “Ölüm yaklaştıkça, tuhaftır ama ölmekten korkmuyorum, fakat, Türkiye’nin geleceği hususunda, tarifsiz acılar içindeyim”... Sağlığımı bozacak kadar! Bu hususta yalnız değilim: Benim kuşağım, özellikle bu ülkeye, millete ve ordusuna benim kadar bağlı olanlar da, 2009 biterken aynı acıları, umutsuzlukları paylaşıyorlar.
Yılların en kötüsü!
İngiliz romancı Charles Dıckens’in, Fransız Devrimi dönemine ait, “İki Şehrin Hikayesi” adlı romanında, 1775 yılını anlatan bir başlangıcı vardır: “Zamanların en iyisi idi zamanların en kötüsüydü” diye başlar. “Önümüzde her şey vardı... Hiçbir şey yoktu... Hep beraber Cennete gidiyorduk... Hep birlikte aksi yönde gidiyorduk.” diye devam eder.
Bu, her yıldönümü için caridir, ama şu bağlamda ve Türkiye şartlarında. Türkiye için çok daha gerçek...
Türk milleti, büyük millet, büyük badireler atlatmış, ama sevgili Turgut Özakman’ın bana hep dediği gibi “dibe vurduktan sonra çıldırmış” kurtulmuştur... Ne var ki, benim umutlanmaya, beklemeye vaktim, nefesim kalmadı... Gözüm arkada kalacak diye korkuyorum. Namık Kemal’in dediği gibi “yazılsın mezar taşıma, Vatan mahzun, ben mahzun” ! Çok mu “hamasi” oldu, bazılarına göre beylik, hamasi mi oldu? Ama şu sırada duygularım, aynen böyle!
Aslında ülkemizde geçen yıl olanların, çoğunlukla hasarların raporunu yazacaktım. Ama hasar kazançlara nazaran, o kadar çok ki! Her günkü gazetelere bakmak yeter. Söze, Dickens’in romanından alıntıyla, başlamıştım... Romanın sonunda öykünün “iyi” kahramanı Sydney Carton, aşkı uğruna, kendisini başkasının yerine koyup giyotine giderken, “Bu şimdiye kadar yaptıklarımdan, yapabileceklerimden çok daha iyi... Beni hiçbir zaman olmadığı ve olamayacağı kadar, huzura kavuşturacak bir şey” der...
Umudum, millet olarak, ordu olarak şu sırada yapabileceğimiz şeyler olması! Var!
Ben de, “Bir ihtimal daha var”... diyerek yazıyı bağlayayım!
Kişisel bir not
Okuyucularımın yeni yıllarını bu duygularla kutlarken, bu gün, bu yazımda kişisel bir hususa yer vermemi bağışlamalarını rica ederim... Dün, 30 Aralık, eşim Ayşe Güzide Kılıç’la, 1969’da evlenmemizin 40. yıl dönümü idi... Kanada’da Montreal’de tanışmamız sonucunda Samsun’da evlendik! Nikâh şahidim, ağabeyim Gündüz idi. HÜRRİYET spor yazarı olarak, tesadüfen Samsun’da idi...
Güzide Hanım, bu kırk yılda, sağlıkta ve hastalıkta, iyi ve kötü günlerde, hep kale gibi arkamda durdu... Duruyor! Bizi bağlayan ortak şeyler var: İkimiz de asker çocuklarıyız... Atatürk’ü yakından tanıdık ve ikimiz de Vatan-Atatürk ve Ordu sevgisinde birlikteyiz... Ve şimdi de birlikte üzgünüz... Güzide’ye ödeyemeyeceğim kadar çok şey borçluyum; müsaadelerinizle, huzurlarınızda ona teşekkür ediyorum!
Altemur KILIÇ- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 139
Yaş : 100
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz