"DEVLETİN KASASINI SOYDURMAYIZ" DİYENLERE BAKIN!
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
"DEVLETİN KASASINI SOYDURMAYIZ" DİYENLERE BAKIN!
Güneşin aydınlık yüzü beliriyor dağların doruklarından.
Sessiz çoğunluk, sesini yükseltmeye başladı.
İşçiler direnişe geçti. Memurlar, eczacılar, doktorlar direniyor. Binlerce öğretmen açığına karşın, atanması yapılmayan işsiz öğretmenler de direnişe hazırlanıyor.
Türkiye ayakta…
Herkes hak, hukuk peşinde. Alın teri, göz nuru, kimse kazanılmış haklarını kaybetmek istemiyor.
Tekel işçisi eksi 5 derecede, Ankara’nın ayazında; itfaiyeciler İstanbul’da, kar kış demeden, yağmur altında geleceklerini kurtarmaya çalışıyorlar. Yaşam mücadelesi veriyorlar. El ele, gönül gönüle birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmişler, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz…”, “Ölmeye geldik…” diye haykırıyorlar. Gösteri değil bu, orta oyunu değil. İçlerinde, on beş, yirmi gün önce ameliyattan çıkıp gelenler, ölümü hiçe sayanlar var.
Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar sıcak yataklarında mışıl mışıl uyurken; analar, babalar beton zeminde, battaniyeler altında, elleri ayakları şiş, çocuklarının geleceği için savaşım veriyorlar. 4/C denilen kölelik düzeninin tutsağı olmamak için baş kaldırıyorlar. “Zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok... “Yeni bir dünya kazanmak” için canlarını ortaya koyuyorlar.
Kucaklarında bebeleri, gözü yaşlı analar, genç kızlar, çocuklar, yaşlılar “direne direne kazanacağız…” diyerek kararlılıklarını gösteriyorlar.
Işık oluyorlar. Meşale oluyorlar. Türkiye’nin yolunu aydınlatıyorlar.
Meydanlar dolup dolup taşıyor. TÜRK-İŞ’in çağrısıyla bir araya gelen yüz binler "Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek",, "Tekel işçisi yalnız değildir", "Tekele uzanan eller kırılsın", sloganlarıyla Ankara sokaklarını inletiyorlar.
İstanbul, İzmir, Zonguldak, Antalya, Mersin emekçileri de tekel işçilerini desteklemek için, yüreklerini birleştirmiş, yürüyorlar, ışığa doğru, güneşe doğru. Kadınlar öncü. Kadınlar en önde. Kol kola, omuz omuza. Duymayan kulaklara sesleniyorlar. Görmeyen gözleri açıyorlar.
Gaziantep tekstil işçileri de grevde. Bir yandan çoban ateşini alevlendirip, halay çekiyorlar, bir yandan yandaşları, yoldaşları tekel işçilerine selam gönderiyorlar.
Tekel işçisi başarsa da başarmasa da destanlaşan, bayraklaşan eylemleri ile şimdiden tarihe geçmiştir.
AKP’nin dışında tüm demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, sendikalar, yazarlar, çizerler tekel direnişini haklı buluyor, onlara arka çıkıyorlar. Tüm dünyadan destek mesajları yağıyor. Venezülla’lılı sendika yöneticisi şunları söylüyor:
“Tekel işçileri, Türkiyeli İşçiler,
Dünya işçi ve emekçilerinin ortak düşmanı olan neoliberalizme karşı yürüttüğünüz haklı kavganızda, biz de sizinleyiz.
Yolunuz açık olsun...
Zafere kadar!”
Ramon Blasco
UNT Sendika Yöneticisi, Venezüella”
AKP’nin karşısında el pençe divan duran, boyun eğen tekel işçisi yok artık. Direnen, bilenen, bilinçlenen ve tüm Türkiye’ye bilinç saçan, yol gösteren çoban yıldızları var.
Onların bu varlığı AKP yöneticilerini, AKP’nin başını rahatsız ediyor, kaygılandırıyor. Şaşkınlık içerisindedirler. Bu nedenle AKP ileri gelenleri her ağızlarını açtıklarında “kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar.” Gaf üstüne gaf yapıyorlar.
İktidar, bu haklı direniş karşısında çözüm üretip, “kimsesizlerin kimsesi olacağı” yerde tehditler savuruyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir konuşmasında “Yani bizim hükümetimizin varsa bir hatası, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet beslemesi… Eğer bir hata varsa o da merhametli olduğumuzdan kaynaklanıyor…”
Önce şunu belirleyelim, sosyal devlet merhametle iş yapmaz. Sosyal devlet anlayışında merhamet, acıma, cezalandırma, öç alma gibi kavramlar geçerli değildir. O, vatandaşlarına karşı anayasanın kendisine yüklediği sorumluluk ve görev bilinci ile hareket eder. Bu yükümlülüklerinin başında konut edindirme, eğitim, sağlık, çalışma, sosyal güvenlik gelir. Yurttaşlarının rahat edebilmesi için planlar, programlar, projeler geliştirir. Okul, hastane, konut vs. yapar.
Sosyal devlet kömür, pirinç, şeker dağıtmaz. “Sadaka ekonomisi” ile sorunları çözmez. Beş kilo makarna, üç kilo nohut vererek “yokluğa, yoksulluğa, işsizliğe çare buluyorum” diye halkı oyalamaz. Kandırmaz. Yığınları önce yoksullaştırıp bir parça ekmeğe muhtaç ederek, sonra da merhamet gösterileri yapıp, yardım dağıtmaz.
Maliye Bakanının sözünü ettiği o “merhamet” duyguları bu sadaka ekonomisinin içinde vardır işte. Anayasamızın 49. Maddesinin 2. Fıkrası şöyle der:
“Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.”
Bu tedbirleri almayan, alamayan AKP iktidarı çareyi esip, yağmakta, tehditler savurmakta ya da sadaka ekonomisinde bulmaktadır. Recep Tayyip geçenlerde, tekel işçilerine şöyle seslenmişti:
“Kimseye çalışmadan para vermeyiz, devletin kasasını soydurmayız…”
Güzel Türkçemizde, güzel bir söz vardır. “Dinime küfreden Müslüman olsa bari…”
İyi, güzel de, devletin kasasında soyduracak, soyulacak bir şey kaldı mı? Telekom’lar, Tekel’ler, tüpraş’lar, Sümerbank’lar, Seka’lar, Tedaş’lar, limanlar bir yıllık kârlarına satılmadı mı? Türkiye’nin kasasının da kamu mallarının da altından girilip, üstünden çıkılmadı mı?
Ne kaldı ki devletin kasasında?
(ali-eralp@hotmail.com)
Sessiz çoğunluk, sesini yükseltmeye başladı.
İşçiler direnişe geçti. Memurlar, eczacılar, doktorlar direniyor. Binlerce öğretmen açığına karşın, atanması yapılmayan işsiz öğretmenler de direnişe hazırlanıyor.
Türkiye ayakta…
Herkes hak, hukuk peşinde. Alın teri, göz nuru, kimse kazanılmış haklarını kaybetmek istemiyor.
Tekel işçisi eksi 5 derecede, Ankara’nın ayazında; itfaiyeciler İstanbul’da, kar kış demeden, yağmur altında geleceklerini kurtarmaya çalışıyorlar. Yaşam mücadelesi veriyorlar. El ele, gönül gönüle birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmişler, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz…”, “Ölmeye geldik…” diye haykırıyorlar. Gösteri değil bu, orta oyunu değil. İçlerinde, on beş, yirmi gün önce ameliyattan çıkıp gelenler, ölümü hiçe sayanlar var.
Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar sıcak yataklarında mışıl mışıl uyurken; analar, babalar beton zeminde, battaniyeler altında, elleri ayakları şiş, çocuklarının geleceği için savaşım veriyorlar. 4/C denilen kölelik düzeninin tutsağı olmamak için baş kaldırıyorlar. “Zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok... “Yeni bir dünya kazanmak” için canlarını ortaya koyuyorlar.
Kucaklarında bebeleri, gözü yaşlı analar, genç kızlar, çocuklar, yaşlılar “direne direne kazanacağız…” diyerek kararlılıklarını gösteriyorlar.
Işık oluyorlar. Meşale oluyorlar. Türkiye’nin yolunu aydınlatıyorlar.
Meydanlar dolup dolup taşıyor. TÜRK-İŞ’in çağrısıyla bir araya gelen yüz binler "Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek",, "Tekel işçisi yalnız değildir", "Tekele uzanan eller kırılsın", sloganlarıyla Ankara sokaklarını inletiyorlar.
İstanbul, İzmir, Zonguldak, Antalya, Mersin emekçileri de tekel işçilerini desteklemek için, yüreklerini birleştirmiş, yürüyorlar, ışığa doğru, güneşe doğru. Kadınlar öncü. Kadınlar en önde. Kol kola, omuz omuza. Duymayan kulaklara sesleniyorlar. Görmeyen gözleri açıyorlar.
Gaziantep tekstil işçileri de grevde. Bir yandan çoban ateşini alevlendirip, halay çekiyorlar, bir yandan yandaşları, yoldaşları tekel işçilerine selam gönderiyorlar.
Tekel işçisi başarsa da başarmasa da destanlaşan, bayraklaşan eylemleri ile şimdiden tarihe geçmiştir.
AKP’nin dışında tüm demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, sendikalar, yazarlar, çizerler tekel direnişini haklı buluyor, onlara arka çıkıyorlar. Tüm dünyadan destek mesajları yağıyor. Venezülla’lılı sendika yöneticisi şunları söylüyor:
“Tekel işçileri, Türkiyeli İşçiler,
Dünya işçi ve emekçilerinin ortak düşmanı olan neoliberalizme karşı yürüttüğünüz haklı kavganızda, biz de sizinleyiz.
Yolunuz açık olsun...
Zafere kadar!”
Ramon Blasco
UNT Sendika Yöneticisi, Venezüella”
AKP’nin karşısında el pençe divan duran, boyun eğen tekel işçisi yok artık. Direnen, bilenen, bilinçlenen ve tüm Türkiye’ye bilinç saçan, yol gösteren çoban yıldızları var.
Onların bu varlığı AKP yöneticilerini, AKP’nin başını rahatsız ediyor, kaygılandırıyor. Şaşkınlık içerisindedirler. Bu nedenle AKP ileri gelenleri her ağızlarını açtıklarında “kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar.” Gaf üstüne gaf yapıyorlar.
İktidar, bu haklı direniş karşısında çözüm üretip, “kimsesizlerin kimsesi olacağı” yerde tehditler savuruyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir konuşmasında “Yani bizim hükümetimizin varsa bir hatası, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet beslemesi… Eğer bir hata varsa o da merhametli olduğumuzdan kaynaklanıyor…”
Önce şunu belirleyelim, sosyal devlet merhametle iş yapmaz. Sosyal devlet anlayışında merhamet, acıma, cezalandırma, öç alma gibi kavramlar geçerli değildir. O, vatandaşlarına karşı anayasanın kendisine yüklediği sorumluluk ve görev bilinci ile hareket eder. Bu yükümlülüklerinin başında konut edindirme, eğitim, sağlık, çalışma, sosyal güvenlik gelir. Yurttaşlarının rahat edebilmesi için planlar, programlar, projeler geliştirir. Okul, hastane, konut vs. yapar.
Sosyal devlet kömür, pirinç, şeker dağıtmaz. “Sadaka ekonomisi” ile sorunları çözmez. Beş kilo makarna, üç kilo nohut vererek “yokluğa, yoksulluğa, işsizliğe çare buluyorum” diye halkı oyalamaz. Kandırmaz. Yığınları önce yoksullaştırıp bir parça ekmeğe muhtaç ederek, sonra da merhamet gösterileri yapıp, yardım dağıtmaz.
Maliye Bakanının sözünü ettiği o “merhamet” duyguları bu sadaka ekonomisinin içinde vardır işte. Anayasamızın 49. Maddesinin 2. Fıkrası şöyle der:
“Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.”
Bu tedbirleri almayan, alamayan AKP iktidarı çareyi esip, yağmakta, tehditler savurmakta ya da sadaka ekonomisinde bulmaktadır. Recep Tayyip geçenlerde, tekel işçilerine şöyle seslenmişti:
“Kimseye çalışmadan para vermeyiz, devletin kasasını soydurmayız…”
Güzel Türkçemizde, güzel bir söz vardır. “Dinime küfreden Müslüman olsa bari…”
İyi, güzel de, devletin kasasında soyduracak, soyulacak bir şey kaldı mı? Telekom’lar, Tekel’ler, tüpraş’lar, Sümerbank’lar, Seka’lar, Tedaş’lar, limanlar bir yıllık kârlarına satılmadı mı? Türkiye’nin kasasının da kamu mallarının da altından girilip, üstünden çıkılmadı mı?
Ne kaldı ki devletin kasasında?
(ali-eralp@hotmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz