Abartı mı değil mi... Nasıl anlarsınız?
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Süheyl BATUM :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Abartı mı değil mi... Nasıl anlarsınız?
Bu hafta Bedri Baykam’ın öncülük ettiği ve gerçek demokrasi için zorunlu gördüğüm “demokratik tüzük” girişimini yazacaktım. Ama bunu bir dahaki haftaya bırakacağım. Çünkü önce “otoriterleşme ve demokrasi” üzerinde anlaşmamız gerekli. Bunun için de Nuray Mert’in 19 Ocak yazısındaki yorumu ile başlamak istiyorum. Malum Vatan Gazetesi’nin “demokratikleşiyor muyuz, otoriterleşiyor muyuz” yazı dizisinde, ben “Hitler Almanyası’na dönüşüyoruz” demiştim. Nuray Mert, buna karşı çıkarak; “Tartışmayı ben başlatmıştım. Süheyl Batum da, Hitler Almanyası gibi olur diyor. Batum’a, yok o kadar da değil demek isterim. Abartı da bir siyaset analizi biçimi olmaz inşallah” diye yazmış. Ben de Nuray Mert’in, bu değerlendirmesini şöyle okuyabilirdim; “istibdat dönemine gidildiğini ben söylemiştim. Ama Hitler Almanyası olacak olsa onu da ben söylerdim. Daha söylemediğime göre, abartmaya gerek yok.” Yani Nevzat Tandoğan’a atfedilen “ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” yorumu gibi, Nuray Mert’in de, “otoriter rejim olsa, Hitler Almanyası olsa yine ben bilmez miydim” biçiminde bir değerlendirme yapmış olduğunu düşünebilirdim.
Ama Nuray Mert’in ne kadar önemli ve ilkeli bir aydın olduğunu bildiğim için, sadece yanılmış olduğunu söylemek istiyorum. Evet yanılmış çünkü otoriterleşme, Hitler Almanya’sına dönüşme, “birilerinin düşüncesine, inancına, abartıp abartmamasına” kalmış bir şey değildir. Olmamalıdır da. Bilimsel, evrensel verilere bakarsınız, kendi verilerinizle karşılaştırırsınız. O kadar. Ve böylece “abartıp abartmadığınız” ortaya çıkar.
***
Nitekim bakarsınız “özgür basının konumuna”; bir takım gazeteciler(!) tarafından (gerçi Başbakan, onlara “benim silahşorlarım!” diyor ama...) hazırlanan listelere, bu listelerin nasıl uygulamaya konulduğuna, bir medya grubunun Başbakan’ın arkadaşına nasıl devredildiğine, Doğan grubuna karşı girişilen inanılmaz saldırıya, iktidara muhalif 4 televizyon kanalı sahibinin, hangi suçlar ve kanıtlar ile suçlandıklarını hâla öğrenemeden en az 10 aydır tutuklu bulunmalarına. Bunun dışında yine medya üzerindeki baskılara... Sonra bunların hangisi liberal demokrasilerde, örneğin İngiltere’de, ABD’de, Fransa’da görülüyor, ona da bakarsınız. Ve sonra “abartı olup olmadığına” karar verirsiniz.
Aynı şekilde yine bakarsınız “bağımsız yargıya ve yargının üzerindeki inanılmaz baskılara”; 11 bin yargıç ve savcının nasıl dinlenebildiğine, 56 yargıç ve savcı hakkındaki dinlemelere, Osman Kaçmaz, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Erzincan Savcısı İlhan Cihaner, HSYK üyeleri üzerindeki inanılmaz baskılara ve “üzerimde kurumsal baskı var” diyen yargıca, Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerin soruşturma yöntemlerine ve işlemlerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, mesai arkadaşlarının kararı ile gizlice dinlenmiş olmasına...
***
Yine bakarsınız Anayasa’ya aykırılığı yüzde yüz belli olan gece yarısı yasalarına; TİB Başkanı’nın tek başına Başbakan tarafından atanması yasasına, yürürlükteki soruşturma ya da davaların sivil savcılara aktarılması yasasına, o korkunç sansür kararnamesine. Sonra bu işlemler Anayasa Mahkemesi ya da Danıştay tarafından iptal edilince, “yargıyı sınırlamak için Anayasa’yı değiştirmemiz gerek” taleplerinin kimler tarafından dillendirildiğine... Yine bakarsınız son soruşturmalardaki tüm hukuksuzlulara, bunları dile getirenlere karşı “onlar ayrıntı, siz ulvi amaca bakın” diyenlere... Sonra yine su sıkılan, biber gazı sıkılan TEKEL işçilerinin durumuna... Sonra yine bakarsınız eleştiride bulunan TÜSİAD Başkanı’na, kişilere, gazetecilere, herkese Başbakan’ın söylediklerine... Ve yine bakarsınız Başbakan’ın (Tunceli’deki buzdolabı dağıtımını seçim mevzuatına aykırı gören) Yüksek Seçim Kurulu’na, hatta kendi bakanlarına ve TBMM Başkanı’na neler söylediğine. Bunlar demokraside olur mu, ona da bakarsınız. Ve sonra “abartı olup olmadığını” bir daha düşünürsünüz.
Ama Nuray Mert’in ne kadar önemli ve ilkeli bir aydın olduğunu bildiğim için, sadece yanılmış olduğunu söylemek istiyorum. Evet yanılmış çünkü otoriterleşme, Hitler Almanya’sına dönüşme, “birilerinin düşüncesine, inancına, abartıp abartmamasına” kalmış bir şey değildir. Olmamalıdır da. Bilimsel, evrensel verilere bakarsınız, kendi verilerinizle karşılaştırırsınız. O kadar. Ve böylece “abartıp abartmadığınız” ortaya çıkar.
***
Nitekim bakarsınız “özgür basının konumuna”; bir takım gazeteciler(!) tarafından (gerçi Başbakan, onlara “benim silahşorlarım!” diyor ama...) hazırlanan listelere, bu listelerin nasıl uygulamaya konulduğuna, bir medya grubunun Başbakan’ın arkadaşına nasıl devredildiğine, Doğan grubuna karşı girişilen inanılmaz saldırıya, iktidara muhalif 4 televizyon kanalı sahibinin, hangi suçlar ve kanıtlar ile suçlandıklarını hâla öğrenemeden en az 10 aydır tutuklu bulunmalarına. Bunun dışında yine medya üzerindeki baskılara... Sonra bunların hangisi liberal demokrasilerde, örneğin İngiltere’de, ABD’de, Fransa’da görülüyor, ona da bakarsınız. Ve sonra “abartı olup olmadığına” karar verirsiniz.
Aynı şekilde yine bakarsınız “bağımsız yargıya ve yargının üzerindeki inanılmaz baskılara”; 11 bin yargıç ve savcının nasıl dinlenebildiğine, 56 yargıç ve savcı hakkındaki dinlemelere, Osman Kaçmaz, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Erzincan Savcısı İlhan Cihaner, HSYK üyeleri üzerindeki inanılmaz baskılara ve “üzerimde kurumsal baskı var” diyen yargıca, Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerin soruşturma yöntemlerine ve işlemlerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, mesai arkadaşlarının kararı ile gizlice dinlenmiş olmasına...
***
Yine bakarsınız Anayasa’ya aykırılığı yüzde yüz belli olan gece yarısı yasalarına; TİB Başkanı’nın tek başına Başbakan tarafından atanması yasasına, yürürlükteki soruşturma ya da davaların sivil savcılara aktarılması yasasına, o korkunç sansür kararnamesine. Sonra bu işlemler Anayasa Mahkemesi ya da Danıştay tarafından iptal edilince, “yargıyı sınırlamak için Anayasa’yı değiştirmemiz gerek” taleplerinin kimler tarafından dillendirildiğine... Yine bakarsınız son soruşturmalardaki tüm hukuksuzlulara, bunları dile getirenlere karşı “onlar ayrıntı, siz ulvi amaca bakın” diyenlere... Sonra yine su sıkılan, biber gazı sıkılan TEKEL işçilerinin durumuna... Sonra yine bakarsınız eleştiride bulunan TÜSİAD Başkanı’na, kişilere, gazetecilere, herkese Başbakan’ın söylediklerine... Ve yine bakarsınız Başbakan’ın (Tunceli’deki buzdolabı dağıtımını seçim mevzuatına aykırı gören) Yüksek Seçim Kurulu’na, hatta kendi bakanlarına ve TBMM Başkanı’na neler söylediğine. Bunlar demokraside olur mu, ona da bakarsınız. Ve sonra “abartı olup olmadığını” bir daha düşünürsünüz.
Süheyl BATUM- DEMİR ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 24
Yaş : 69
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 27/11/08
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Süheyl BATUM :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz