Türk askeri üzerine..
1 sayfadaki 1 sayfası
Türk askeri üzerine..
Bugün “Türk askeri üzerine bir deneme” yazısı yazmak istiyorum.
Özellikle
“komutanları” üzerine...
Bu “deneme”, ordu düşmanlarının yaptığı
simetrik, asimetrik, psikolojik, sosyolojik ve itibar sıfırlamaya
yönelik operasyonlardan farklı. Farklı ve bir edebiyat türü olan
“deneme” kapsamındadır.
Geçtiğimiz yıllarda, Türk ordusu üzerinde
henüz bu operasyonlar başlamamışken başka bir tartışma vardı.
Hani,
bizim Ceviz Kabuğu’nda işlediğimiz Kurtuluş Savaşı, Atatürk konuları;
Turgut Özakman’ın yazdığı “Şu Çılgın Türkler” kitabı; benim yazdığım
“İşgal ve Direniş”; anti emperyalist, yurtsever (vatansever) gazeteci ve
aydınların yazdığı çok sayıdaki benzer kitapların olduğu dönem vardı
ya.. Henüz Atatürk düşmanlarının, düşmanlıklarını ortaya fâş
edemedikleri dönem.
İşte o dönemlerde, “Türk subayı intihar eder mi?”
tartışması yapılıyordu.
Türkiye’de hemen hemen hiç kimse bu soruya
“evet” diyemiyordu. Çünkü, yakıştıramıyordu. Çünkü, onu kahraman
görüyordu. Çünkü, o hiçbir güçlük karşısında yılmazdı. Çünkü, tarihe
bakıyordu. Çünkü, Atatürk dönemine bakıyordu. (O dönemden bir tek örnek
veriliyordu. O da, görevini yapamamanın verdiği onur intiharı idi.)
Bugün,
AKP iktidarının “sivil darbe” ile suçlandığı, Başbakan Erdoğan’ın
sinirlerine hâkim olamayarak “hitâbet sanatını en üst düzeyine!”
çıkardığı dönemde; peş peşe komutan intiharları izliyoruz.
Tarih
bunları affetmeyecek, mutlaka yazacaktır!
Karada
intihar eden denizin aslanları
Özellikle “denizci”
komutanlar, teşbihte hatâ olmaz, karaya vurup da intihar eden yunuslar
ve balinalar gibi önde gidiyor.
Balinalar ve yunuslar “denizin
aslanı” olarak tanımlanıyor. Karada yaşamaları mümkün değil. Hem güçlü,
hem nârin yaratıklar, karayı bilmiyorlar.
Ve nitekim, onları “kara”
da yaşatmıyorlar.
Ve, bunların hiçbirinin hesabı sorulamıyor.
Hesabı
tarih mutlaka soracaktır!
Böyle bir ortamda, “baş aslan”,
Genelkurmay Başkanı demeçler veriyor. (Genelkurmay’ın kapısındaki
simgenin de aslan olduğunu, Atatürk’ün kabrine ulaşmak için “aslanlı
yoldan” gidildiğini de unutmayın.)
Önce Hürriyet’e, sonra da
Habertürk’e açıklamalar yaptı Orgeneral İlker Başbuğ.
Ben, askerleri
biraz tanıyorum.
Onlara, geçmiş yazılarımda da acizane tavsiyede
bulunmuştum. (Bunlar “Yakın Zamanlar Tarihi” ve “Ey Türk İstikbâlinin
Evladı” adlı kitaplarımda var.)
Askerlerimize sivil danışmanlar
gerek. Askeri terbiye ve duvarlar içinde yetiştikleri için (ne kadar
yurt dışı, çağdaşlık görseler de), kusura bakmasınlar “sözlerinin nereye
gittiğini bilmiyorlar!”
Bir anlamı var mı?
Bunu,
tahmin edersiniz, hakaret olsun diye söylemiyorum.
Asker adam,
söylediği sözün siviller tarafından nasıl algılandığını bilmiyor.
İstedikleri kadar askeri okullarda ağır ders alsınlar, kesinlikle
bilmiyorlar.
Bakınız, en son “baş aslan” (Hürriyet’in eski deyimiyle,
“buz savaşçısı”) İlker Başbuğ ne dedi: “Sabrımız taşarsa elimizdeki
belgeleri açıklamak zorunda kalırız!”
Komutanlarının başına bir bir
çorap örülürken (buna çuval da diyebilirsiniz), denizcileri bir bir
intihar ederken, kendisinin her konuşmasından sonra Orduya operasyonlar
yapılırken ve Başbakan Erdoğan “Genelkurmay Başkanı ile paslaşıyoruz”
derken bu söz ne anlama geliyor?..
Genelkurmay Başkanları boş
konuşamazlar.
Boşa konuşamazlar.
Savaştaki düşman dışında kimseyi
tehdit edemezler.
Şantaja hiç başvuramazlar...
Yüzde yüz eminim
ki, Genelkurmay Başkanı da böyle düşünüyor ve bir art niyeti yok.
Ama
bu söz şimdi ne anlama geliyor? Yukarıda saydığım olaylar yaşanırken,
başkomutan niye susuyormuş?
Sabrının taşması için daha ne
gerekiyormuş?
Sabrı taşarsa ne yaparmış?
Elinde ne belgesi varmış
da saklıyormuş?
Bu belge kime, kimlere karşı imiş?
Yarın bir “özel
yetkili savcı” , “Çok değerli komutanım, bu belgeler ve ülkemizin
selâmeti için bilginize başvurucağız” derse ne yapacakmış?
(Hatırlayınız, önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, önce,
“Çağırırlarsa ifade vermek vatandaşlık borcudur” gibi laflar etti; sonra
gitti 8 saat ifade verdi!)
Bu, “Türk Askeri Üzerine Deneme”
yazısının sonucunu siz tamamlayın isterseniz..
“Musalla Taşındaki Türkiye” Türkiye’nin geçtiği yılları,
kitaplarımla bir bir tarihe bırakıyorum. En son olarak “Musalla
Taşındaki Türkiye” adlı kitabım çıktı. Tam bir hafta oldu.
Bu süre içinde, İnkılâp Kitabevi’nin en çok satan 1. kitabı, Türkiye’deki tüm
kitaplar içinde en çok satan 3. kitap, D&R’da ise en çok satan 2.
kitap oldu.
Bir hafta içindeki bu desteğiniz için hepinize teşekkür
ediyorum.
Özellikle
“komutanları” üzerine...
Bu “deneme”, ordu düşmanlarının yaptığı
simetrik, asimetrik, psikolojik, sosyolojik ve itibar sıfırlamaya
yönelik operasyonlardan farklı. Farklı ve bir edebiyat türü olan
“deneme” kapsamındadır.
Geçtiğimiz yıllarda, Türk ordusu üzerinde
henüz bu operasyonlar başlamamışken başka bir tartışma vardı.
Hani,
bizim Ceviz Kabuğu’nda işlediğimiz Kurtuluş Savaşı, Atatürk konuları;
Turgut Özakman’ın yazdığı “Şu Çılgın Türkler” kitabı; benim yazdığım
“İşgal ve Direniş”; anti emperyalist, yurtsever (vatansever) gazeteci ve
aydınların yazdığı çok sayıdaki benzer kitapların olduğu dönem vardı
ya.. Henüz Atatürk düşmanlarının, düşmanlıklarını ortaya fâş
edemedikleri dönem.
İşte o dönemlerde, “Türk subayı intihar eder mi?”
tartışması yapılıyordu.
Türkiye’de hemen hemen hiç kimse bu soruya
“evet” diyemiyordu. Çünkü, yakıştıramıyordu. Çünkü, onu kahraman
görüyordu. Çünkü, o hiçbir güçlük karşısında yılmazdı. Çünkü, tarihe
bakıyordu. Çünkü, Atatürk dönemine bakıyordu. (O dönemden bir tek örnek
veriliyordu. O da, görevini yapamamanın verdiği onur intiharı idi.)
Bugün,
AKP iktidarının “sivil darbe” ile suçlandığı, Başbakan Erdoğan’ın
sinirlerine hâkim olamayarak “hitâbet sanatını en üst düzeyine!”
çıkardığı dönemde; peş peşe komutan intiharları izliyoruz.
Tarih
bunları affetmeyecek, mutlaka yazacaktır!
Karada
intihar eden denizin aslanları
Özellikle “denizci”
komutanlar, teşbihte hatâ olmaz, karaya vurup da intihar eden yunuslar
ve balinalar gibi önde gidiyor.
Balinalar ve yunuslar “denizin
aslanı” olarak tanımlanıyor. Karada yaşamaları mümkün değil. Hem güçlü,
hem nârin yaratıklar, karayı bilmiyorlar.
Ve nitekim, onları “kara”
da yaşatmıyorlar.
Ve, bunların hiçbirinin hesabı sorulamıyor.
Hesabı
tarih mutlaka soracaktır!
Böyle bir ortamda, “baş aslan”,
Genelkurmay Başkanı demeçler veriyor. (Genelkurmay’ın kapısındaki
simgenin de aslan olduğunu, Atatürk’ün kabrine ulaşmak için “aslanlı
yoldan” gidildiğini de unutmayın.)
Önce Hürriyet’e, sonra da
Habertürk’e açıklamalar yaptı Orgeneral İlker Başbuğ.
Ben, askerleri
biraz tanıyorum.
Onlara, geçmiş yazılarımda da acizane tavsiyede
bulunmuştum. (Bunlar “Yakın Zamanlar Tarihi” ve “Ey Türk İstikbâlinin
Evladı” adlı kitaplarımda var.)
Askerlerimize sivil danışmanlar
gerek. Askeri terbiye ve duvarlar içinde yetiştikleri için (ne kadar
yurt dışı, çağdaşlık görseler de), kusura bakmasınlar “sözlerinin nereye
gittiğini bilmiyorlar!”
Bir anlamı var mı?
Bunu,
tahmin edersiniz, hakaret olsun diye söylemiyorum.
Asker adam,
söylediği sözün siviller tarafından nasıl algılandığını bilmiyor.
İstedikleri kadar askeri okullarda ağır ders alsınlar, kesinlikle
bilmiyorlar.
Bakınız, en son “baş aslan” (Hürriyet’in eski deyimiyle,
“buz savaşçısı”) İlker Başbuğ ne dedi: “Sabrımız taşarsa elimizdeki
belgeleri açıklamak zorunda kalırız!”
Komutanlarının başına bir bir
çorap örülürken (buna çuval da diyebilirsiniz), denizcileri bir bir
intihar ederken, kendisinin her konuşmasından sonra Orduya operasyonlar
yapılırken ve Başbakan Erdoğan “Genelkurmay Başkanı ile paslaşıyoruz”
derken bu söz ne anlama geliyor?..
Genelkurmay Başkanları boş
konuşamazlar.
Boşa konuşamazlar.
Savaştaki düşman dışında kimseyi
tehdit edemezler.
Şantaja hiç başvuramazlar...
Yüzde yüz eminim
ki, Genelkurmay Başkanı da böyle düşünüyor ve bir art niyeti yok.
Ama
bu söz şimdi ne anlama geliyor? Yukarıda saydığım olaylar yaşanırken,
başkomutan niye susuyormuş?
Sabrının taşması için daha ne
gerekiyormuş?
Sabrı taşarsa ne yaparmış?
Elinde ne belgesi varmış
da saklıyormuş?
Bu belge kime, kimlere karşı imiş?
Yarın bir “özel
yetkili savcı” , “Çok değerli komutanım, bu belgeler ve ülkemizin
selâmeti için bilginize başvurucağız” derse ne yapacakmış?
(Hatırlayınız, önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, önce,
“Çağırırlarsa ifade vermek vatandaşlık borcudur” gibi laflar etti; sonra
gitti 8 saat ifade verdi!)
Bu, “Türk Askeri Üzerine Deneme”
yazısının sonucunu siz tamamlayın isterseniz..
“Musalla Taşındaki Türkiye” Türkiye’nin geçtiği yılları,
kitaplarımla bir bir tarihe bırakıyorum. En son olarak “Musalla
Taşındaki Türkiye” adlı kitabım çıktı. Tam bir hafta oldu.
Bu süre içinde, İnkılâp Kitabevi’nin en çok satan 1. kitabı, Türkiye’deki tüm
kitaplar içinde en çok satan 3. kitap, D&R’da ise en çok satan 2.
kitap oldu.
Bir hafta içindeki bu desteğiniz için hepinize teşekkür
ediyorum.
Hulki CEVİZOĞLU- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 46
Yaş : 66
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz