Dünya insanoğluna ait değil
1 sayfadaki 1 sayfası
Dünya insanoğluna ait değil
Öyle bir yaşama hırgürüne kaptırmışız ki kendimizi, elimizden kayıp giden
günlerin farkına varamıyoruz.
Tespih tanesi gibi arka arkaya
diziliyor günler. Birbirinin tıpatıp aynısı.
Sabah kahvaltı,
sonra iş, derken biraz kavga, biraz sevinç, biraz telaş, bolca fesatlık,
bir başkasının kuyusunu kazma oyunları ve akşam.
Televizyon
karşısında geçirilen uykulu saatlerde kimin kiminle fingirdeştirdiğini
izlemek ve sonra cuppa yatak!
Ne için?
Ertesi gün yine
aynı şeyleri tekrarlamak için.
Bu arada iç organlarınız
yıpranıyor, gövdeniz pörsüyor, bakışlarınız bile eskiyor ve her gün
biraz daha finale yaklaşıyorsunuz.
Ama size verilmiş olan bu
yaşamın ne demek olduğunun farkına varmadan, güneşe, çiçeğe, ota,
böceğe, denize aldırmadan hoyratça savuruyorsunuz bu değerli yılları.
Delfi
tapınağında “Kendini tanı!” yazıyor.
İnsanoğlu kendini
tanıyabilse, evren içindeki boyutunu ve sınırlı süresini kavrayabilse
birçok sorun çözülecek ama hırs buna imkân vermiyor işte.
“Benim
iktidarım, benim param, benim başarım, ben, ben, ben...”
Dünyada
beş bin yıl önce de böyle düşünenler yaşıyordu, on bin yıl önce de.
Mezarlıklar
önemli kişilerle dolu!
Evren ölçeğinde bir kelebek ömrü kadar
bile olmayan insan yaşamını, böyle gerginliklerle ziyan etmeye değer mi?
Bir
parça alçakgönüllülük, gündelik hırslardan birazcık arınma dünyayı
cennete çevirmeye yeter: Hem size, hem başkalarına.
Nefes alıp
vermek, doğayı seyretmek, dalgaların sesini duyabilmek, bir çiçeği
koklayabilmek başlıbaşına bir mutluluktur aslında.
Ama ne yazık
ki biz bunları unuttuk.
Mutluluğumuzu başkalarının felaketi ya da
yenilmesi üzerine kurma çarpıklığını yaşıyoruz.
Ve ne kadar
yükselirsek o kadar artıyor mutsuzluğumuz.
Unutmayalım: Biz
gideceğiz, dünya kalacak!
Kızılderili bilgelerin söylediği gibi:
“Dünya insanoğluna ait değil, insanoğlu dünyaya aittir!”
günlerin farkına varamıyoruz.
Tespih tanesi gibi arka arkaya
diziliyor günler. Birbirinin tıpatıp aynısı.
Sabah kahvaltı,
sonra iş, derken biraz kavga, biraz sevinç, biraz telaş, bolca fesatlık,
bir başkasının kuyusunu kazma oyunları ve akşam.
Televizyon
karşısında geçirilen uykulu saatlerde kimin kiminle fingirdeştirdiğini
izlemek ve sonra cuppa yatak!
Ne için?
Ertesi gün yine
aynı şeyleri tekrarlamak için.
Bu arada iç organlarınız
yıpranıyor, gövdeniz pörsüyor, bakışlarınız bile eskiyor ve her gün
biraz daha finale yaklaşıyorsunuz.
Ama size verilmiş olan bu
yaşamın ne demek olduğunun farkına varmadan, güneşe, çiçeğe, ota,
böceğe, denize aldırmadan hoyratça savuruyorsunuz bu değerli yılları.
Delfi
tapınağında “Kendini tanı!” yazıyor.
İnsanoğlu kendini
tanıyabilse, evren içindeki boyutunu ve sınırlı süresini kavrayabilse
birçok sorun çözülecek ama hırs buna imkân vermiyor işte.
“Benim
iktidarım, benim param, benim başarım, ben, ben, ben...”
Dünyada
beş bin yıl önce de böyle düşünenler yaşıyordu, on bin yıl önce de.
Mezarlıklar
önemli kişilerle dolu!
Evren ölçeğinde bir kelebek ömrü kadar
bile olmayan insan yaşamını, böyle gerginliklerle ziyan etmeye değer mi?
Bir
parça alçakgönüllülük, gündelik hırslardan birazcık arınma dünyayı
cennete çevirmeye yeter: Hem size, hem başkalarına.
Nefes alıp
vermek, doğayı seyretmek, dalgaların sesini duyabilmek, bir çiçeği
koklayabilmek başlıbaşına bir mutluluktur aslında.
Ama ne yazık
ki biz bunları unuttuk.
Mutluluğumuzu başkalarının felaketi ya da
yenilmesi üzerine kurma çarpıklığını yaşıyoruz.
Ve ne kadar
yükselirsek o kadar artıyor mutsuzluğumuz.
Unutmayalım: Biz
gideceğiz, dünya kalacak!
Kızılderili bilgelerin söylediği gibi:
“Dünya insanoğluna ait değil, insanoğlu dünyaya aittir!”
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz