Dedem ve güvercinleri
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Rıza ZELYUT :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Dedem ve güvercinleri
Dün; Niksar insanının
eskiden hayvanlara gösterdiği şefkati anlatmıştık. Buna benzer bir olayı
daha canlı biçimde çocukluğumda Niksar'daki köyümüzde yaşamıştım.
O
sene büyük bir kış olmuştu. Yer gök bembeyazdı. Niksar ovasına yağan
kar benim çocuk boyumu aşıyor gibiydi. Dağlar daha ağır bir kar tabakası
altındaydı. Ağaç dalları bile kardan eğiliyor, kimileri de kırılıyordu.
O zamanlar çok bol olan kuşların yiyecek bir tane bile bulması mümkün
değildi. O yüzden dağlardan ovaya düşmüşler; yiyecek arıyorlardı. Gözün
gördüğü her yer beyaz; yer yer su arklarının geçtiği noktalarda ince
siyahımsı bir çizgi, o kadar. Eğer kar altından akan su, kar örtüsünü
eritmiş ise, kuşlar o noktaya iniyorlardı. Dışarı çıktığımızda
gördüğümüz keskin bir beyazlıktı. Ufka kadar bu beyaz örtü uzanıyordu.
Gözlerimiz, kar beyazından ağrımaya başlamıştı bile.
İşte bu uzun
kış gününde güvercinler, üveyikler ovada, nerede azıcık farklı bir renk
görseler oraya çokuşuyorlardı. Yiyecek bulmak hemen hemen imkansızdı.
Bu
yüzden güvercinleri neredeyse elle tutmak mümkündü.
Ovada, karın
üstüne saman serpip arasına tuzak kuran çocuklar aç güvercinleri kolayca
avlıyorlardı.
Hüseyin dedem, bu durumu gözlüyor, üzülüyordu. O
sıralar ovaya bakan iki katlı büyük bir evi vardı. Konak denilen bu evin
alt katı ambar damı olarak kullanılıyordu. Köyün en zengini olduğundan
iki büyük ambarında tonlarca buğday ve mısır bulunurdu.
Güvercinlerin
elle tutulmaya başlandığını gören dedem; çocukların-gençlerin önünü
kesip onlardan kuşları almaya başladı. Aldığı kuşları ambar damına
atıyordu. Elbette yalağa su koymuş, yere de bugday saçmıştı.
Bazı
çocuklar vermek istemese; ona para uzatır, gönlünü yapar yine alırdı.
Sonuçta;
orada yüzlerce güvercin toplandı.
Dedem, kar hafifleyene, toprak yer
yer ortaya çıkana kadar güvercinelere baktı.
Sonra bir gün o çift
kanatlı büyük kapıyı açtı ve kuşları oradan saldı...
O gün, bir kuş
sürüsünün evin altından gökyüzüne doğru uzandığını görünce koştum,
baktım ki evin altı bomboş...
Güvercinler gitti diye nasıl da
üzülmüştüm.
Ama dedem onların açlıktan ölmesini önlemişti ya...
Güvercinin
her birisinin iyi bir insanın ruhunu taşıdığına inanırdık... Dedem
sadece bir kuşu değil bir insanı da kurtarmıştı... Ne biri;
yüzlercesini...
AVCILAR SEVİLMEZDİ
Allahın verdiği
canı yine Allah alır, derlerdi bizde. Bu yüzden köyümüzde cinayet
işlendiğini ne gördüm ne duydum. Kuşlar, hayvanlar da bir can kabul
edilir; avcılık hiç de hoş görülmezdi. Köyümüzde sadece Hamza'nın
Aşur'un av tüfeği vardı. Bir de Ali dayım ara sıra ördek avlamaya
giderdi. O yüzden sevilmez; başına bir hal geleceği söylenirdi.
Kadınlar; avcıların çolak (koldan sakat) olacaklarını anlatırlardı.
Babam da can yakanın canını Allah yakar, diye avcılığa karşı çıkardı.
Bir
ara Aşur'un tüfeğini alıp Çakır Dağı'na keklik avlamaya gittim. Anam
hiç de memnun olmadı bu işimden ama sesini de çıkaramadı. Lakin; gözümün
önünde koşturan kekliklerden hiçbirisini vuramadım. İyi ki de
vuramamışım...
AVCILARI DA AVLAMAK GEREK
Eskiden
kuşların bol olduğu dönemde avcılık biraz normal sayılabilirdi. Şimdi
eline otomatik tüfek alıp parmak kadar kuşları kurşuna dizen zalimlere
ne demeli? Bunların kasıla kasıla kuşları kemerlerine dizip gezmeleri
yok mu? Bunlarla Irak'ta insan avlayanların ne farkı var ki...
Bunları
görünce aklıma o kurgu gelir: Avcıları toplayıp bir ormana atsalar.
Peşine de insan avcılarını salsalar. Onlar da yakaladıkları avcılara
bassalar saçmayı. Acaba nasıl bir şey olur?
Ben çok mu vahşi bir şey
düşünüyorum...
Ama savunmasız, soyları iyice azalmış kuşlara kurşun
yağdıran bu avcılara başka nasıl seslenmek gerekir ki...
Bunların
yanına bir de ellerinde zehir kovası, İstanbul'da köpekleri telef
edenleri koyun. Onlara da o zehiri yedireceksin... Bak bakalım; kıvrana
kıvrana can veren o köpeklerin hali neymiş belki o zaman anlarlar...
Dedim
ya; çok vahşileştik. Hayvanı sevmeyenin insanı hiç sevmeyeceğini de
yaşananlar gösteriyor.
Birbirini boğazlayan siyasetçiler ortada iken
de insanların hayvanı düşünecek hali kalmıyor.
Ne kötü bir çark
kurulmuş değil mi...
eskiden hayvanlara gösterdiği şefkati anlatmıştık. Buna benzer bir olayı
daha canlı biçimde çocukluğumda Niksar'daki köyümüzde yaşamıştım.
O
sene büyük bir kış olmuştu. Yer gök bembeyazdı. Niksar ovasına yağan
kar benim çocuk boyumu aşıyor gibiydi. Dağlar daha ağır bir kar tabakası
altındaydı. Ağaç dalları bile kardan eğiliyor, kimileri de kırılıyordu.
O zamanlar çok bol olan kuşların yiyecek bir tane bile bulması mümkün
değildi. O yüzden dağlardan ovaya düşmüşler; yiyecek arıyorlardı. Gözün
gördüğü her yer beyaz; yer yer su arklarının geçtiği noktalarda ince
siyahımsı bir çizgi, o kadar. Eğer kar altından akan su, kar örtüsünü
eritmiş ise, kuşlar o noktaya iniyorlardı. Dışarı çıktığımızda
gördüğümüz keskin bir beyazlıktı. Ufka kadar bu beyaz örtü uzanıyordu.
Gözlerimiz, kar beyazından ağrımaya başlamıştı bile.
İşte bu uzun
kış gününde güvercinler, üveyikler ovada, nerede azıcık farklı bir renk
görseler oraya çokuşuyorlardı. Yiyecek bulmak hemen hemen imkansızdı.
Bu
yüzden güvercinleri neredeyse elle tutmak mümkündü.
Ovada, karın
üstüne saman serpip arasına tuzak kuran çocuklar aç güvercinleri kolayca
avlıyorlardı.
Hüseyin dedem, bu durumu gözlüyor, üzülüyordu. O
sıralar ovaya bakan iki katlı büyük bir evi vardı. Konak denilen bu evin
alt katı ambar damı olarak kullanılıyordu. Köyün en zengini olduğundan
iki büyük ambarında tonlarca buğday ve mısır bulunurdu.
Güvercinlerin
elle tutulmaya başlandığını gören dedem; çocukların-gençlerin önünü
kesip onlardan kuşları almaya başladı. Aldığı kuşları ambar damına
atıyordu. Elbette yalağa su koymuş, yere de bugday saçmıştı.
Bazı
çocuklar vermek istemese; ona para uzatır, gönlünü yapar yine alırdı.
Sonuçta;
orada yüzlerce güvercin toplandı.
Dedem, kar hafifleyene, toprak yer
yer ortaya çıkana kadar güvercinelere baktı.
Sonra bir gün o çift
kanatlı büyük kapıyı açtı ve kuşları oradan saldı...
O gün, bir kuş
sürüsünün evin altından gökyüzüne doğru uzandığını görünce koştum,
baktım ki evin altı bomboş...
Güvercinler gitti diye nasıl da
üzülmüştüm.
Ama dedem onların açlıktan ölmesini önlemişti ya...
Güvercinin
her birisinin iyi bir insanın ruhunu taşıdığına inanırdık... Dedem
sadece bir kuşu değil bir insanı da kurtarmıştı... Ne biri;
yüzlercesini...
AVCILAR SEVİLMEZDİ
Allahın verdiği
canı yine Allah alır, derlerdi bizde. Bu yüzden köyümüzde cinayet
işlendiğini ne gördüm ne duydum. Kuşlar, hayvanlar da bir can kabul
edilir; avcılık hiç de hoş görülmezdi. Köyümüzde sadece Hamza'nın
Aşur'un av tüfeği vardı. Bir de Ali dayım ara sıra ördek avlamaya
giderdi. O yüzden sevilmez; başına bir hal geleceği söylenirdi.
Kadınlar; avcıların çolak (koldan sakat) olacaklarını anlatırlardı.
Babam da can yakanın canını Allah yakar, diye avcılığa karşı çıkardı.
Bir
ara Aşur'un tüfeğini alıp Çakır Dağı'na keklik avlamaya gittim. Anam
hiç de memnun olmadı bu işimden ama sesini de çıkaramadı. Lakin; gözümün
önünde koşturan kekliklerden hiçbirisini vuramadım. İyi ki de
vuramamışım...
AVCILARI DA AVLAMAK GEREK
Eskiden
kuşların bol olduğu dönemde avcılık biraz normal sayılabilirdi. Şimdi
eline otomatik tüfek alıp parmak kadar kuşları kurşuna dizen zalimlere
ne demeli? Bunların kasıla kasıla kuşları kemerlerine dizip gezmeleri
yok mu? Bunlarla Irak'ta insan avlayanların ne farkı var ki...
Bunları
görünce aklıma o kurgu gelir: Avcıları toplayıp bir ormana atsalar.
Peşine de insan avcılarını salsalar. Onlar da yakaladıkları avcılara
bassalar saçmayı. Acaba nasıl bir şey olur?
Ben çok mu vahşi bir şey
düşünüyorum...
Ama savunmasız, soyları iyice azalmış kuşlara kurşun
yağdıran bu avcılara başka nasıl seslenmek gerekir ki...
Bunların
yanına bir de ellerinde zehir kovası, İstanbul'da köpekleri telef
edenleri koyun. Onlara da o zehiri yedireceksin... Bak bakalım; kıvrana
kıvrana can veren o köpeklerin hali neymiş belki o zaman anlarlar...
Dedim
ya; çok vahşileştik. Hayvanı sevmeyenin insanı hiç sevmeyeceğini de
yaşananlar gösteriyor.
Birbirini boğazlayan siyasetçiler ortada iken
de insanların hayvanı düşünecek hali kalmıyor.
Ne kötü bir çark
kurulmuş değil mi...
Rıza ZELYUT- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 164
Yaş : 58
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Kişisel Mesaj : zelyut@gunes.com
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 27/05/08
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Rıza ZELYUT :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz