Üçlü zirve yeni bir Dolmabahçe miydi?
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Can ATAKLI :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Üçlü zirve yeni bir Dolmabahçe miydi?
Üçlü zirve yeni bir Dolmabahçe miydi?
Önce eski Genelkurmay Başkanı’nda gördük bu tavrı. Henüz Genelkurmay Bakanı bile olmamıştı ki yayılan söylenti şuydu: “Büyükanıt Paşa Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyet konusunda çok hassastır. İktidar önünü kesmek için çok çaba harcıyor.”
Sonra Paşa göreve geldi. Bir iki irtica çıkışı yaptı. Sonra ünlü 27 Nisan bildirisini yayınladı. Ardından Başbakan kendisini Dolmabahçe’de bir görüşmeye çağırdı. 2.5 saat süren görüşmeden sonra her ikisi de çok gizli görüştüklerini, konuşulanların ikisi arasında kalacağını tek tanığın ise Allah olduğunu açıkladılar.
Bu görüşmeden sonra Paşa’nın süngüsü düştü, Ergenekon adı altında orduya yönelik eylemler hız kazandı.
Ardından İlker Başbuğ göreve geldi. Başbuğ’un Büyükanıt’a benzemediği, sıkı bir asker olduğu ve laik Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinden asla taviz vermeyeceği söylendi.
Paşa da önce buna yönelik bir iki çıkış yaptı. Ama bunların hiçbirini ciddiye almayan iktidar, hemen her konuşmadan sonra orduya yönelik operasyonların dozunu artırdı.
Paşa en son “Benim de bildiklerim var, açıklarım” dedi. Başbakan tıpkı eski paşaya yaptığı gibi Başbuğ’u görüşmeye çağırdı. Bu kez işe daha bir ciddiyet kattı ve toplantı Cumhurbaşkanı’nın huzurundaki bir zirveye dönüştü.
Toplantıya Başbakan da Paşa da ellerinde içi dosya dolu çantalarla geldiler. Görüşmeler bitip yemek yendiği sırada gözaltında olan 30’un üzerinde üst rütbeli subay tutuklanıyordu.
Şimdi merak ettiğim nokta şu: Başbuğ da tıpkı Büyükanıt gibi bir Dolmabahçe toplantısına mı zorlandı?
Bu toplantıda neler konuşuldu, zabıt tutuldu mu? Bu görüşmede üçlü arasında sır olarak mı kalacak yoksa kısmen de olsa açıklanacak mı?
Bu toplantıdan sonraki gelişmeler hayli kuşkulandırıcı. Çünkü, ordu birden tavır değiştirdi ve “içinde bir darbe hazırlığı yapılmış olabileceğini” açıkladı. Ama burada çok önemli bir ayrıntının üzerinde fazla durulmadı.
Bir binbaşı Balyoz olayını inceledikten sonra “Bu bir darbe hazırlığıdır ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’na bilgi verilmemiştir” sonucuna vardı. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’dı. Onun kurmay başkanı ise İlker Başbuğ. Yanisi şu ki, bir darbe hazırlığı varsa bile bundan Başbuğ’un haberi yok.
Kısacası, gizli zirveden sonra Başbuğ’un işin içinden sıyrılmasına, ama diğerlerinin yakılmasına mı karar verildi? İnsanın aklını kurcalamıyor mu bunlar?
***
Kamyon olayı trajikomik
Muğla’dan Ankara’ya askeri mühimmat getiren kamyonun bir ihbar üzerine aranması, savcıların saatlerce inceleme yapması gerçekten çok komik bir olay. Ama olayın bir de öteki yüzü var. Bu olaydan anladık ki asker silah ve mühimmatını hiçbir bir güvenlik almadan sivil kamyonlarla taşıyormuş. Eğer bu kamyonlarla ilgili polise bu kadar ayrıntılı ihbar yazılabiliyorsa demek ki ciddi bir gizlilik ihlali var.
O halde bu gizli bilgi polis yerine bir terör örgütüne de gidebilir ve teröristler kamyon kamyon patlayıcıyı rahatlıkla çalabilirler.
İkincisi ise, çoluk çocuk içinde olduğunuz bir araç kırmızı ışıkta bu kamyonla yan yana durabilir. Düşünebiliyor musunuz, yanınızdaki kamyon her an patlalayabir, üstelik üzerinde hiçbir tehlike işareti de yok. Haberlere göre olay günü 10 sivil kamyon silah dolu olarak yollardaymış.
Ya bir kaza olsa ve siz de tesadüfen orada olsanız. “Şehit” mi diyecekler size de.
Ordunuz bu kadar mı çaresiz durumda?
***
İddia haberciliği
TRT silah yüklü kamyonla ilgili haberi yaparken “Bulunan el bombalarının seri numaraları silinmiş” dedi. Oysa o sırada kamyon henüz Emniyet’e çekiliyordu ve içindekilerin ne olduğu bile tam bilinmiyordu.
TRT yetkilileri bu konudaki eleştirilere karşı kendilerini savunurken “Biz ısrarla iddia olduğunun altını çizdik” diyorlar.
Yandaş medyanın ortak bir özelliği bu. İstediğini söyle sonra da “Ama iddia diyoruz” diye savun.
Bu durumda, örneğin tanınmış biri için “Küçük çocukları şekerle kandırıp sonra tecavüz ettiği iddia ediliyor” diye bir haber yaparsak, aynı gerekçe ile kendimizi kurtarabilir miyiz?
Gazeteciliğin canına okuyanlar, ne yazık ki bütünü de kirletiyorlar ve bu mesleği namuslarıyla yapanlar da her seferinde kendilerini aklamak zorunda kalıyorlar.
Yazık ki ne yazık...
***
Duygulandıran ödül töreni
Önceki hafta gazeteye geldiğimde masamda “Artvinliler Hizmet Vakfı” antetli bir zarf buldum. Vakıf Başkanı Recai Delibaşıoğlu imzalı mektupta “İlimizde yapılan anket sonucu en çok okunan ve sevilen üç yazardan biri seçildiniz” yazıyordu.
Delibaşıoğlu ile konuştum ve ödülü sordum. Dedi ki “Artvin ilinde çok ciddi bir anket yaptık. En sevdikleri yazarları ve gazetecileri sorduk, sizin adınız en çok oy alan üçüncü isim oldu. Bu nedenle düzenlediğimiz Artvin gecesine bekliyoruz.”
İlk kez tamamen anket yoluyla yapılan bir değerlendirmede ilk üç isim arasına girmek elbette beni çok sevindirdi. Sonuçta şu gerçeği unutmamak gerek: Yazarların okunma oranı tirajlarla doğru orantılıdır. 500 bin satan gazetede yazmakla 200 bin satan gazetede yazmak arasında ciddi fark vardır.
Diğer iki ismin (Cüneyt Ülsever ve Yalçın Bayer) Vatan’ın neredeyse iki kat fazla satışı olan Hürriyet’ten seçilmelerine de dikkatinizi çekerim.
Demek tirajı daha az olsa da Artvinliler bir Vatan yazarını “en çok okudukları ve sevdikleri yazar” kategorisine sokmuşlar. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Geçen hafta pazar gecesi Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Artvinliler gecesine gittim. Koca salon tıklım tıklım. Müthiş bir coşku.
Ben bilmiyordum meğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Artvinliymiş. Dikkatimden kaçmış demek. Tekfen’in ortaklarından, TEMA Başkanı Nihat Gökyiğit de Artvinli. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da öyleymiş.
Sanatçılar Ertürk Yöntem ve Oktay Kaynarca, gazeteciler Cüneyt Ülsever ve Yalçın Bayer ile birlikte ödüllerimizi Artvin Valisi Mustafa Yemlihanoğlu’ndan aldık. Gösterilen yakınlık ve sevgi ise gözlerimizi yaşarttı.
Gece boyunca Artvin’le ilgili pek çok bilmediğim konu öğrendim. Örneğin yapılmak istenen ve doğayı katledecek barajlarla su konusundaki iddialar çok ilgimi çekti. Onları da önümüzdeki günlerde yazarım.
***
Başbakan her yere jammer denilen frekans karıştırıcıyla gidiyor. Vatandaşın kafa karışıklığı da bu cihazın marifeti olmasın sakın! (Gani Yıldız)
Önce eski Genelkurmay Başkanı’nda gördük bu tavrı. Henüz Genelkurmay Bakanı bile olmamıştı ki yayılan söylenti şuydu: “Büyükanıt Paşa Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyet konusunda çok hassastır. İktidar önünü kesmek için çok çaba harcıyor.”
Sonra Paşa göreve geldi. Bir iki irtica çıkışı yaptı. Sonra ünlü 27 Nisan bildirisini yayınladı. Ardından Başbakan kendisini Dolmabahçe’de bir görüşmeye çağırdı. 2.5 saat süren görüşmeden sonra her ikisi de çok gizli görüştüklerini, konuşulanların ikisi arasında kalacağını tek tanığın ise Allah olduğunu açıkladılar.
Bu görüşmeden sonra Paşa’nın süngüsü düştü, Ergenekon adı altında orduya yönelik eylemler hız kazandı.
Ardından İlker Başbuğ göreve geldi. Başbuğ’un Büyükanıt’a benzemediği, sıkı bir asker olduğu ve laik Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinden asla taviz vermeyeceği söylendi.
Paşa da önce buna yönelik bir iki çıkış yaptı. Ama bunların hiçbirini ciddiye almayan iktidar, hemen her konuşmadan sonra orduya yönelik operasyonların dozunu artırdı.
Paşa en son “Benim de bildiklerim var, açıklarım” dedi. Başbakan tıpkı eski paşaya yaptığı gibi Başbuğ’u görüşmeye çağırdı. Bu kez işe daha bir ciddiyet kattı ve toplantı Cumhurbaşkanı’nın huzurundaki bir zirveye dönüştü.
Toplantıya Başbakan da Paşa da ellerinde içi dosya dolu çantalarla geldiler. Görüşmeler bitip yemek yendiği sırada gözaltında olan 30’un üzerinde üst rütbeli subay tutuklanıyordu.
Şimdi merak ettiğim nokta şu: Başbuğ da tıpkı Büyükanıt gibi bir Dolmabahçe toplantısına mı zorlandı?
Bu toplantıda neler konuşuldu, zabıt tutuldu mu? Bu görüşmede üçlü arasında sır olarak mı kalacak yoksa kısmen de olsa açıklanacak mı?
Bu toplantıdan sonraki gelişmeler hayli kuşkulandırıcı. Çünkü, ordu birden tavır değiştirdi ve “içinde bir darbe hazırlığı yapılmış olabileceğini” açıkladı. Ama burada çok önemli bir ayrıntının üzerinde fazla durulmadı.
Bir binbaşı Balyoz olayını inceledikten sonra “Bu bir darbe hazırlığıdır ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’na bilgi verilmemiştir” sonucuna vardı. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’dı. Onun kurmay başkanı ise İlker Başbuğ. Yanisi şu ki, bir darbe hazırlığı varsa bile bundan Başbuğ’un haberi yok.
Kısacası, gizli zirveden sonra Başbuğ’un işin içinden sıyrılmasına, ama diğerlerinin yakılmasına mı karar verildi? İnsanın aklını kurcalamıyor mu bunlar?
***
Kamyon olayı trajikomik
Muğla’dan Ankara’ya askeri mühimmat getiren kamyonun bir ihbar üzerine aranması, savcıların saatlerce inceleme yapması gerçekten çok komik bir olay. Ama olayın bir de öteki yüzü var. Bu olaydan anladık ki asker silah ve mühimmatını hiçbir bir güvenlik almadan sivil kamyonlarla taşıyormuş. Eğer bu kamyonlarla ilgili polise bu kadar ayrıntılı ihbar yazılabiliyorsa demek ki ciddi bir gizlilik ihlali var.
O halde bu gizli bilgi polis yerine bir terör örgütüne de gidebilir ve teröristler kamyon kamyon patlayıcıyı rahatlıkla çalabilirler.
İkincisi ise, çoluk çocuk içinde olduğunuz bir araç kırmızı ışıkta bu kamyonla yan yana durabilir. Düşünebiliyor musunuz, yanınızdaki kamyon her an patlalayabir, üstelik üzerinde hiçbir tehlike işareti de yok. Haberlere göre olay günü 10 sivil kamyon silah dolu olarak yollardaymış.
Ya bir kaza olsa ve siz de tesadüfen orada olsanız. “Şehit” mi diyecekler size de.
Ordunuz bu kadar mı çaresiz durumda?
***
İddia haberciliği
TRT silah yüklü kamyonla ilgili haberi yaparken “Bulunan el bombalarının seri numaraları silinmiş” dedi. Oysa o sırada kamyon henüz Emniyet’e çekiliyordu ve içindekilerin ne olduğu bile tam bilinmiyordu.
TRT yetkilileri bu konudaki eleştirilere karşı kendilerini savunurken “Biz ısrarla iddia olduğunun altını çizdik” diyorlar.
Yandaş medyanın ortak bir özelliği bu. İstediğini söyle sonra da “Ama iddia diyoruz” diye savun.
Bu durumda, örneğin tanınmış biri için “Küçük çocukları şekerle kandırıp sonra tecavüz ettiği iddia ediliyor” diye bir haber yaparsak, aynı gerekçe ile kendimizi kurtarabilir miyiz?
Gazeteciliğin canına okuyanlar, ne yazık ki bütünü de kirletiyorlar ve bu mesleği namuslarıyla yapanlar da her seferinde kendilerini aklamak zorunda kalıyorlar.
Yazık ki ne yazık...
***
Duygulandıran ödül töreni
Önceki hafta gazeteye geldiğimde masamda “Artvinliler Hizmet Vakfı” antetli bir zarf buldum. Vakıf Başkanı Recai Delibaşıoğlu imzalı mektupta “İlimizde yapılan anket sonucu en çok okunan ve sevilen üç yazardan biri seçildiniz” yazıyordu.
Delibaşıoğlu ile konuştum ve ödülü sordum. Dedi ki “Artvin ilinde çok ciddi bir anket yaptık. En sevdikleri yazarları ve gazetecileri sorduk, sizin adınız en çok oy alan üçüncü isim oldu. Bu nedenle düzenlediğimiz Artvin gecesine bekliyoruz.”
İlk kez tamamen anket yoluyla yapılan bir değerlendirmede ilk üç isim arasına girmek elbette beni çok sevindirdi. Sonuçta şu gerçeği unutmamak gerek: Yazarların okunma oranı tirajlarla doğru orantılıdır. 500 bin satan gazetede yazmakla 200 bin satan gazetede yazmak arasında ciddi fark vardır.
Diğer iki ismin (Cüneyt Ülsever ve Yalçın Bayer) Vatan’ın neredeyse iki kat fazla satışı olan Hürriyet’ten seçilmelerine de dikkatinizi çekerim.
Demek tirajı daha az olsa da Artvinliler bir Vatan yazarını “en çok okudukları ve sevdikleri yazar” kategorisine sokmuşlar. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Geçen hafta pazar gecesi Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Artvinliler gecesine gittim. Koca salon tıklım tıklım. Müthiş bir coşku.
Ben bilmiyordum meğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Artvinliymiş. Dikkatimden kaçmış demek. Tekfen’in ortaklarından, TEMA Başkanı Nihat Gökyiğit de Artvinli. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da öyleymiş.
Sanatçılar Ertürk Yöntem ve Oktay Kaynarca, gazeteciler Cüneyt Ülsever ve Yalçın Bayer ile birlikte ödüllerimizi Artvin Valisi Mustafa Yemlihanoğlu’ndan aldık. Gösterilen yakınlık ve sevgi ise gözlerimizi yaşarttı.
Gece boyunca Artvin’le ilgili pek çok bilmediğim konu öğrendim. Örneğin yapılmak istenen ve doğayı katledecek barajlarla su konusundaki iddialar çok ilgimi çekti. Onları da önümüzdeki günlerde yazarım.
***
Başbakan her yere jammer denilen frekans karıştırıcıyla gidiyor. Vatandaşın kafa karışıklığı da bu cihazın marifeti olmasın sakın! (Gani Yıldız)
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Can ATAKLI :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz