Keşke bütün AKP'liler Atatürk filmlerini izlese
1 sayfadaki 1 sayfası
Keşke bütün AKP'liler Atatürk filmlerini izlese
Keşke bütün AKP’liler Atatürk filmlerini izlese
Salı akşamı Başbakanlık’tan aradılar. Erdoğan’ın ertesi gün VEDA filmini izleyeceğini, benim de birlikte bulunmamın iyi olacağını belirttiler.
Ertesi gün bir iş için yurt dışına çıkacaktım. Mazeretimi belirterek katılamayacağımı bildirdim.
Ama biraz sonra yine birkaç telefon geldi ve ısrarlı bir biçimde benim de katılmamı çok arzuladıklarını belirttiler.
Bunun üzerine düşündüm.
Atatürk’e pek de olumlu gözle bakmayan bir gelenekten yetişen ve o tabandan oy alan bir başbakan, Atatürk’ü izlemek istiyorsa bu elbette iyi bir şeydi.
O film ki sağ ve liberal basın tarafından Atatürk’ü yüceltmekle hatta ilahlaştırmakla suçlanıyordu.
Buna rağmen o kesimin lideri bu filmi izlemek arzusundaydı.
Aslında filmde Atatürk’ü ilahlaştırmamıştık. Bütün kırgınlıklarıyla, aile dramlarıyla, gönül ilişkileriyle bir insan olarak anlatmıştık.
Onu özel olarak yüceltme gayretine ihtiyaç yoktu. Çünkü zaten çok yüce bir insandı.
Çocukluğundan itibaren çevresindekileri etkisi altına alan müthiş bir karizmaya, müthiş bir kültür birikimine ve zekâya sahip, vizyoner ve Amerikalı kadın gazeteci Gladys Ellison’ın ifadesiyle ‘tanrısal yakışıklılığa sahip’ olağanüstü bir insandı.
Eğer bu özellikler kendisinde olmasaydı; imaparatorluk çökerken Selanik’te yoksul bir ailede dünyaya gelen, ömrü boyunca genetik hastalıklarla uğraşan, zekâsı ve yeteği keşfedildiği için sürekli olarak yolu kesilen, kıskanılan, engellerle karşılaşan bir kişi, nasıl olur da tarihin en önemli lideri haline gelirdi. (Bu yargı da benden değil 1930 tarihli New York Times gazetesinden.)
Türkiye’de ne yazık ki bazı çevrelerin büyük bir nankörlükle ‘Deccal’ adını taktığı, heykellerine baltalarla saldırma hainliğinde bulunduğu bir devlet kurucusu.
İşte, Atatürk’ten pek hoşlanmadığı varsayılan bir kitlenin lideri olan Başbakan bu büyük devrimcinin anlatıldığı filmi görmek istiyordu.
Yurt dışı seyahatimi iptal ederek çarşamba öğleden sonra Ankara’ya gittim ve ilk olarak CHP Genel Merkezi’nde Deniz Baykal’ı ziyaret ettim.
(Bu hoş ziyaretin ayrıntılarını başka bir yazıda anlatacağım ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki birlikte pek çok acı-tatlı anıyı paylaştığımız Deniz Bey’i gerçekten çok özlemişim.)
Baykal’ın yanından ayrılıp ilk kez gördüğüm Panora Alışveriş Merkezi’ne gittim. Sinemaların bulunduğu en üst kata çıktım.
Biraz sonra yanında kızı ve yardımcılarıyla Başbakan geldi.
Bizim küçük Atatürk’ümüz Kağan Olcay ona, filmin kitapçığını, müzik CD’sini ve Atatürk’ün Çanakkale’de hayatını kurtaran saatin replikasını hediye etti.
Erdoğan ‘Bu nedir?’ diye sorduğunda en büyük Atatürk’ümüz Burhan Güven ‘Bir milletin kaderini
değiştiren saat!’ cevabını verdi.
Daha sonra salona girip filmi izledik.
Dev ekranda Mustafa Kemal Paşa’nın Fikriye’ye ‘Lütfen başını açar mısın. Burada sana kötü gözle bakacak hiç kimse yok!’ demesini, yanımda oturan Erdoğan ve başörtülü kızıyla izlemek çok ilginç bir duyguydu.
Beş dakika ara süresince siyasete dair çok ilginç şeyler konuştuk.
Film bitince Erdoğan, kızı ve bütün ekip, çok beğendiklerini, uluslararası bir eser olduğunu söyleyip teşekkür ederek gittiler.
Tabanlarının ‘Niye Atatürk’ün övüldüğü bir filme gittiniz?’ yolundaki olası eleştirilerine rağmen ısrarlı bir biçimde bu filme gelmeleri hoşuma gitti.
Keşke Atatürk’ü bütün AKP’lilere izletebilsek.
Hemen şunu da ekleyeyim: Ben filmin yapımcısı değil sadece bir emek vereniyim. Dolayısıyla gişe falan ilgilendirmiyor beni. Sadece bu dönemde Atatürk’ün geniş kitlelere ve dünyaya doğru anlatılmasını görev edinmiş durumdayım.
Salı akşamı Başbakanlık’tan aradılar. Erdoğan’ın ertesi gün VEDA filmini izleyeceğini, benim de birlikte bulunmamın iyi olacağını belirttiler.
Ertesi gün bir iş için yurt dışına çıkacaktım. Mazeretimi belirterek katılamayacağımı bildirdim.
Ama biraz sonra yine birkaç telefon geldi ve ısrarlı bir biçimde benim de katılmamı çok arzuladıklarını belirttiler.
Bunun üzerine düşündüm.
Atatürk’e pek de olumlu gözle bakmayan bir gelenekten yetişen ve o tabandan oy alan bir başbakan, Atatürk’ü izlemek istiyorsa bu elbette iyi bir şeydi.
O film ki sağ ve liberal basın tarafından Atatürk’ü yüceltmekle hatta ilahlaştırmakla suçlanıyordu.
Buna rağmen o kesimin lideri bu filmi izlemek arzusundaydı.
Aslında filmde Atatürk’ü ilahlaştırmamıştık. Bütün kırgınlıklarıyla, aile dramlarıyla, gönül ilişkileriyle bir insan olarak anlatmıştık.
Onu özel olarak yüceltme gayretine ihtiyaç yoktu. Çünkü zaten çok yüce bir insandı.
Çocukluğundan itibaren çevresindekileri etkisi altına alan müthiş bir karizmaya, müthiş bir kültür birikimine ve zekâya sahip, vizyoner ve Amerikalı kadın gazeteci Gladys Ellison’ın ifadesiyle ‘tanrısal yakışıklılığa sahip’ olağanüstü bir insandı.
Eğer bu özellikler kendisinde olmasaydı; imaparatorluk çökerken Selanik’te yoksul bir ailede dünyaya gelen, ömrü boyunca genetik hastalıklarla uğraşan, zekâsı ve yeteği keşfedildiği için sürekli olarak yolu kesilen, kıskanılan, engellerle karşılaşan bir kişi, nasıl olur da tarihin en önemli lideri haline gelirdi. (Bu yargı da benden değil 1930 tarihli New York Times gazetesinden.)
Türkiye’de ne yazık ki bazı çevrelerin büyük bir nankörlükle ‘Deccal’ adını taktığı, heykellerine baltalarla saldırma hainliğinde bulunduğu bir devlet kurucusu.
İşte, Atatürk’ten pek hoşlanmadığı varsayılan bir kitlenin lideri olan Başbakan bu büyük devrimcinin anlatıldığı filmi görmek istiyordu.
Yurt dışı seyahatimi iptal ederek çarşamba öğleden sonra Ankara’ya gittim ve ilk olarak CHP Genel Merkezi’nde Deniz Baykal’ı ziyaret ettim.
(Bu hoş ziyaretin ayrıntılarını başka bir yazıda anlatacağım ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki birlikte pek çok acı-tatlı anıyı paylaştığımız Deniz Bey’i gerçekten çok özlemişim.)
Baykal’ın yanından ayrılıp ilk kez gördüğüm Panora Alışveriş Merkezi’ne gittim. Sinemaların bulunduğu en üst kata çıktım.
Biraz sonra yanında kızı ve yardımcılarıyla Başbakan geldi.
Bizim küçük Atatürk’ümüz Kağan Olcay ona, filmin kitapçığını, müzik CD’sini ve Atatürk’ün Çanakkale’de hayatını kurtaran saatin replikasını hediye etti.
Erdoğan ‘Bu nedir?’ diye sorduğunda en büyük Atatürk’ümüz Burhan Güven ‘Bir milletin kaderini
değiştiren saat!’ cevabını verdi.
Daha sonra salona girip filmi izledik.
Dev ekranda Mustafa Kemal Paşa’nın Fikriye’ye ‘Lütfen başını açar mısın. Burada sana kötü gözle bakacak hiç kimse yok!’ demesini, yanımda oturan Erdoğan ve başörtülü kızıyla izlemek çok ilginç bir duyguydu.
Beş dakika ara süresince siyasete dair çok ilginç şeyler konuştuk.
Film bitince Erdoğan, kızı ve bütün ekip, çok beğendiklerini, uluslararası bir eser olduğunu söyleyip teşekkür ederek gittiler.
Tabanlarının ‘Niye Atatürk’ün övüldüğü bir filme gittiniz?’ yolundaki olası eleştirilerine rağmen ısrarlı bir biçimde bu filme gelmeleri hoşuma gitti.
Keşke Atatürk’ü bütün AKP’lilere izletebilsek.
Hemen şunu da ekleyeyim: Ben filmin yapımcısı değil sadece bir emek vereniyim. Dolayısıyla gişe falan ilgilendirmiyor beni. Sadece bu dönemde Atatürk’ün geniş kitlelere ve dünyaya doğru anlatılmasını görev edinmiş durumdayım.
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz