ŞERİATÇILARIN ORDUYLA YÜZ YILLIK KAN DAVASI…
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
ŞERİATÇILARIN ORDUYLA YÜZ YILLIK KAN DAVASI…
Komutanlar
gözaltına alınıyor. Tutuklanıyor.
Kanı,
canı pahasına, dağlarda terörle, teröristle mücadele eden komutanlar terörist
ilan ediliyor.
Yüzlerce
subaya, astsubaya önderlik yapan, emrine ordular verilen generaller, “gizli
örgüt üyesi” olmakla, çetecilikle suçlanıyor. Soruşturuluyor, kovuşturuluyor, varsayımlarla
yargıç önüne çıkarılıyor.
Beş
bin (!) sayfalık darbe planlarından söz ediliyor.
Dünyanın
hiçbir hukuk sisteminde görülmeyen “gizli
tanık ifadeleri” ile insanlar dört duvar arasına atılıyor. Üstelik bu gizli
tanıkların birçoğu da eskiden suç işlemiş, bu yolla kendisini kurtarmaya
çalışan kimseler.
Orduya
yapılan bu türden yoğun saldırılar, tertipler, sivil kalkışmalar Türkiye tarihinde
ilk değildir. İlk kez karşılaşmıyoruz bunlarla. Siyasal İslamcıların orduyla hesaplaşması
yüz yıllık bir davadır. Bir kan davasıdır.
Günümüzde
yaşananlar kadar şiddetli, planlı programlı olmasa da siyasal İslamcılar,
fırsatını bulur bulmaz, her dönemde, her
zaman ordumuza saldırmışlar, onu yok etmeye çalışmışlardır. Onu arkadan vurmak
için düşmanla işbirliğine girmişlerdir.
1920
yılında Afyonkarahisar’da Mustafa Kemal
bu gerçeği şu sözlerle dile getirmişti: “...
Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün
müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve
subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye
gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza
için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir
taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de
izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti
alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde
ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için
mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler.
Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat
kalmaz.” (31 Temmuz 1920’de
Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben)
Atatürk’ün
vurguladığı sivil kalkışmaların başlangıcı 31 Mart isyanına dek uzanır.
İkinci
Meşrutiyetin ilanından sonra, İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti Başkanı Derviş
Vahdeti ”din elden gidiyor”
gerekçesiyle ayaklanmış, çevresine topladığı şeriatçı güçlerle orduya, 1908
devrimine karşı isyan bayrağını açmıştı. Hedefte İttihatçı subayların ve
yöneticilerin kelleleri vardı. Derviş Vahdeti ve Bediüzzaman Said-i Kürdi (Said
Nursi) toplumu isyana yönlendiren, kışkırtıcı konuşmalar yapıyorlardı.
Onlara göre Rus Çarı ve İngiliz Kralı
İslam’ın dostu, bunlara karşı çıkarak ulusal devleti savunan İttihat ve Terakki
Cemiyeti İslam’ın düşmanıydı. (Günümüzde
de ABD VE AB İslam’ın dostu, tüm ulusalcılar, Atatürkçüler İslam’ın düşmanı…)
Uzun
süreli hazırlıklardan sonra isyancılar “İslam’ın düşmanına” karşı, 30 Martı 31
Marta bağlayan gece ayaklandılar. Avcı taburları da bu kalkışmaya katıldı.
İsyanın başlamasından iki gün sonra, genç subaylar Meşrutiyeti kurtarmak için İstanbul’a yürümeye karar verdiler. “Hareket Ordusu”nun öncü birlikleri
Selanik’ten İstanbul’a hareket etti.
Özgürlük
kahramanı Resneli Niyazi Bey,
kolağası genç subay Mustafa Kemal Bey
de bu birliklerin içerisindeydi. Çeşitli birliklerden oluşan bu orduya Mustafa Kemal Bey’in önerisiyle, “Hareket Ordusu” adı verildi.
Hareket
Ordusu 24 Nisan 1909 günü İstanbul’a girmeye başladı. 26 Nisanda isyanı
bastırarak duruma egemen oldu. Abdülhamit tahttan indirildi.
İttihat-ı
Muhammedi Cemiyetinin yanında Ahrar
Partisi de 31 Mart’ın hazırlayıcısı ve uygulayıcıları arasındaydı. Bu
şeriatçı örgüt, bir İngiliz dostuydu ve o kadar çok İngilizci, o kadar istekli
bir emperyalizm yanlısıydı ki, kapitülasyonların kaldırılmasına bile karşı
çıkıyordu. Oysa tüm yurtseverler, tüm ulusalcılar, kapitülasyonların sona
erdirilmesini kendilerine baş hedef seçmiş, bu yolda canlarını ortaya koyarak
savaşım veriyorlardı.
Ulusal
güçlerin düşmanı bir başka dinci parti, Hürriyet
ve İtilaf Partisiydi. Sırtını emperyalizme dayamıştı. Yeşil şeriatçılık
perdesinin arkasında ülke yönetimini yabancı güçlere teslim edebilmek için
elinden geleni ardına koymuyordu.
Yozgat, Zile, Konya, Balıkesir’de Anzavur
Ahmet, Afyon’da Çopur Musa ayaklanmaları Kuvayi Milliye’ye karşı, İngilizlerin
ve sarayın destekledikleri ayaklanmalardı. Yedi düvelle amansız bir ölüm kalım
savaşı yapan Atatürk, bir yandan da bu dinci ihanet sürüleri ile uğraşmak
zorunda kalıyordu.
Tümünün de hedefinde Türk ordusu ve
Mustafa Kemal vardı.
Kurtuluş
Savaşının zaferle sona ermesi ve Cumhuriyetin ilanından sonra emperyalizmin
işbirlikçisi, bu şeriatçı örgütler yeraltına çekildiler. Gizlendiler. Yeri ve
zamanı geldiğinde Türkiye Cumhuriyetine ve ordusuna isyan bayrağı açabilmek
için hazırlıklara başladılar.
Şeyh
Sait de Cumhuriyetin ilanından sonra başını kaldıran isyancılardandı.
İngilizlerle işbirliği içerisindeydi ve büyük yardımlar görüyordu. Hedefinde
Genç Türkiye Cumhuriyeti vardı. İslamcı bir Kürt devleti kurma peşindeydi. Onun
planına göre kalkışma önce Doğuda başlayacak, bunu, Batı Anadolu ve İstanbul’ izleyecekti.
Böylece Kemalist hükümet iki ateş arasında kalacak, saltanat ve hilafet yeniden
kurulacaktı. Daha sonra da ülke teslim alınıp, Vahdettin İstanbul’a çağrılacaktı.
Şeyh
Sait ve destekçileri bir taraftan savaş hazırlıklarını sürdürürken bir taraftan
da kendilerine taraftar bulabilmek için yalan yanlış masallarla Ankara’yı
kötüleyen propagandalar yapıyorlardı. Bu saçma sapan propagandalara göre Cumhuriyet
yasaları ile İslamiyet, din, iman,
namaz, oruç, Kuran yok edilecek, nikâh, ırz, namus diye bir şey kalmayacaktı.
Bu
isyan karşısında ordu birlikleri Erzurum, Mardin, Diyarbakır ve Malatya
bölgelerinde yığınağını yaparken, Şeyh Sait de Diyarbakır üzerine yürümüş ve
7-8 Mart 1925’te yenilgiye uğramıştı.
Siyasal
İslamcıların ikinci büyük kalkışması Menemen’de gerçekleşmişti. Gericiler kör
bağ bıçağı ile Cumhuriyet öğretmeni, Kemalist Kubilay’ın başını kesmişlerdi.
Şu
içinde yaşadığımız günlerde orduya, subaylara yapılan saldırılar, onur kırıcı
davranışlar bir öç alma harekâtıdır. Derviş Vahdeti’lerin, Derviş Mehmet’lerin,
28 Şubat’ların öcü alınmak istenmektedir. Siyasal İslamcıların orduyla yüz
yıllık kan davasıdır bu. Şeriatçılığın, gericiliğin önündeki en büyük engel
orduyu yok etme savaşıdır.
Ama avuçlarını yalarlar…
(ali-eralp@hoıtmail.com)
gözaltına alınıyor. Tutuklanıyor.
Kanı,
canı pahasına, dağlarda terörle, teröristle mücadele eden komutanlar terörist
ilan ediliyor.
Yüzlerce
subaya, astsubaya önderlik yapan, emrine ordular verilen generaller, “gizli
örgüt üyesi” olmakla, çetecilikle suçlanıyor. Soruşturuluyor, kovuşturuluyor, varsayımlarla
yargıç önüne çıkarılıyor.
Beş
bin (!) sayfalık darbe planlarından söz ediliyor.
Dünyanın
hiçbir hukuk sisteminde görülmeyen “gizli
tanık ifadeleri” ile insanlar dört duvar arasına atılıyor. Üstelik bu gizli
tanıkların birçoğu da eskiden suç işlemiş, bu yolla kendisini kurtarmaya
çalışan kimseler.
Orduya
yapılan bu türden yoğun saldırılar, tertipler, sivil kalkışmalar Türkiye tarihinde
ilk değildir. İlk kez karşılaşmıyoruz bunlarla. Siyasal İslamcıların orduyla hesaplaşması
yüz yıllık bir davadır. Bir kan davasıdır.
Günümüzde
yaşananlar kadar şiddetli, planlı programlı olmasa da siyasal İslamcılar,
fırsatını bulur bulmaz, her dönemde, her
zaman ordumuza saldırmışlar, onu yok etmeye çalışmışlardır. Onu arkadan vurmak
için düşmanla işbirliğine girmişlerdir.
1920
yılında Afyonkarahisar’da Mustafa Kemal
bu gerçeği şu sözlerle dile getirmişti: “...
Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün
müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve
subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye
gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza
için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir
taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de
izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti
alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde
ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için
mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler.
Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat
kalmaz.” (31 Temmuz 1920’de
Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben)
Atatürk’ün
vurguladığı sivil kalkışmaların başlangıcı 31 Mart isyanına dek uzanır.
İkinci
Meşrutiyetin ilanından sonra, İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti Başkanı Derviş
Vahdeti ”din elden gidiyor”
gerekçesiyle ayaklanmış, çevresine topladığı şeriatçı güçlerle orduya, 1908
devrimine karşı isyan bayrağını açmıştı. Hedefte İttihatçı subayların ve
yöneticilerin kelleleri vardı. Derviş Vahdeti ve Bediüzzaman Said-i Kürdi (Said
Nursi) toplumu isyana yönlendiren, kışkırtıcı konuşmalar yapıyorlardı.
Onlara göre Rus Çarı ve İngiliz Kralı
İslam’ın dostu, bunlara karşı çıkarak ulusal devleti savunan İttihat ve Terakki
Cemiyeti İslam’ın düşmanıydı. (Günümüzde
de ABD VE AB İslam’ın dostu, tüm ulusalcılar, Atatürkçüler İslam’ın düşmanı…)
Uzun
süreli hazırlıklardan sonra isyancılar “İslam’ın düşmanına” karşı, 30 Martı 31
Marta bağlayan gece ayaklandılar. Avcı taburları da bu kalkışmaya katıldı.
İsyanın başlamasından iki gün sonra, genç subaylar Meşrutiyeti kurtarmak için İstanbul’a yürümeye karar verdiler. “Hareket Ordusu”nun öncü birlikleri
Selanik’ten İstanbul’a hareket etti.
Özgürlük
kahramanı Resneli Niyazi Bey,
kolağası genç subay Mustafa Kemal Bey
de bu birliklerin içerisindeydi. Çeşitli birliklerden oluşan bu orduya Mustafa Kemal Bey’in önerisiyle, “Hareket Ordusu” adı verildi.
Hareket
Ordusu 24 Nisan 1909 günü İstanbul’a girmeye başladı. 26 Nisanda isyanı
bastırarak duruma egemen oldu. Abdülhamit tahttan indirildi.
İttihat-ı
Muhammedi Cemiyetinin yanında Ahrar
Partisi de 31 Mart’ın hazırlayıcısı ve uygulayıcıları arasındaydı. Bu
şeriatçı örgüt, bir İngiliz dostuydu ve o kadar çok İngilizci, o kadar istekli
bir emperyalizm yanlısıydı ki, kapitülasyonların kaldırılmasına bile karşı
çıkıyordu. Oysa tüm yurtseverler, tüm ulusalcılar, kapitülasyonların sona
erdirilmesini kendilerine baş hedef seçmiş, bu yolda canlarını ortaya koyarak
savaşım veriyorlardı.
Ulusal
güçlerin düşmanı bir başka dinci parti, Hürriyet
ve İtilaf Partisiydi. Sırtını emperyalizme dayamıştı. Yeşil şeriatçılık
perdesinin arkasında ülke yönetimini yabancı güçlere teslim edebilmek için
elinden geleni ardına koymuyordu.
Yozgat, Zile, Konya, Balıkesir’de Anzavur
Ahmet, Afyon’da Çopur Musa ayaklanmaları Kuvayi Milliye’ye karşı, İngilizlerin
ve sarayın destekledikleri ayaklanmalardı. Yedi düvelle amansız bir ölüm kalım
savaşı yapan Atatürk, bir yandan da bu dinci ihanet sürüleri ile uğraşmak
zorunda kalıyordu.
Tümünün de hedefinde Türk ordusu ve
Mustafa Kemal vardı.
Kurtuluş
Savaşının zaferle sona ermesi ve Cumhuriyetin ilanından sonra emperyalizmin
işbirlikçisi, bu şeriatçı örgütler yeraltına çekildiler. Gizlendiler. Yeri ve
zamanı geldiğinde Türkiye Cumhuriyetine ve ordusuna isyan bayrağı açabilmek
için hazırlıklara başladılar.
Şeyh
Sait de Cumhuriyetin ilanından sonra başını kaldıran isyancılardandı.
İngilizlerle işbirliği içerisindeydi ve büyük yardımlar görüyordu. Hedefinde
Genç Türkiye Cumhuriyeti vardı. İslamcı bir Kürt devleti kurma peşindeydi. Onun
planına göre kalkışma önce Doğuda başlayacak, bunu, Batı Anadolu ve İstanbul’ izleyecekti.
Böylece Kemalist hükümet iki ateş arasında kalacak, saltanat ve hilafet yeniden
kurulacaktı. Daha sonra da ülke teslim alınıp, Vahdettin İstanbul’a çağrılacaktı.
Şeyh
Sait ve destekçileri bir taraftan savaş hazırlıklarını sürdürürken bir taraftan
da kendilerine taraftar bulabilmek için yalan yanlış masallarla Ankara’yı
kötüleyen propagandalar yapıyorlardı. Bu saçma sapan propagandalara göre Cumhuriyet
yasaları ile İslamiyet, din, iman,
namaz, oruç, Kuran yok edilecek, nikâh, ırz, namus diye bir şey kalmayacaktı.
Bu
isyan karşısında ordu birlikleri Erzurum, Mardin, Diyarbakır ve Malatya
bölgelerinde yığınağını yaparken, Şeyh Sait de Diyarbakır üzerine yürümüş ve
7-8 Mart 1925’te yenilgiye uğramıştı.
Siyasal
İslamcıların ikinci büyük kalkışması Menemen’de gerçekleşmişti. Gericiler kör
bağ bıçağı ile Cumhuriyet öğretmeni, Kemalist Kubilay’ın başını kesmişlerdi.
Şu
içinde yaşadığımız günlerde orduya, subaylara yapılan saldırılar, onur kırıcı
davranışlar bir öç alma harekâtıdır. Derviş Vahdeti’lerin, Derviş Mehmet’lerin,
28 Şubat’ların öcü alınmak istenmektedir. Siyasal İslamcıların orduyla yüz
yıllık kan davasıdır bu. Şeriatçılığın, gericiliğin önündeki en büyük engel
orduyu yok etme savaşıdır.
Ama avuçlarını yalarlar…
(ali-eralp@hoıtmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz