ULUSAL BİRLİK VE BERABERLİK GİRİŞİMLERİ ÜZERİNE...
2 posters
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
ULUSAL BİRLİK VE BERABERLİK GİRİŞİMLERİ ÜZERİNE...
ULUSAL BİRLİK VE BERABERLİK GİRİŞİMLERİ ÜZERİNE…
ALİ ERALP
Atatürk’ün ölümünden sonra ulusal siyaset, ulusal ekonomi, ulusal eğitim, yani adı “ulusal” olan ne varsa, yerini emperyalizmin yoz, işbirlikçi, ulus devlet karşıtı uygulamalarına bıraktı.
1923 Cumhuriyet hükümetinin emperyalizme karşı “mazlum milletler”i koruyan, kollayan dış politikası giderek sömürgeci devletleri destekleyen bir politikaya dönüştü.
Örneğin 1950’den sonra iş başına gelen Demokrat Parti, “ilk icraat” olarak Kore’ye 4500 asker göndermişti. Sonra da Fransız emperyalizminin yanında yer alıp, devlet radyosundan Cezayir’in kurtuluş savaşını kötüleyen bildiriler yayınlamış, 1958 yılında da Fransa’nın atadığı kukla hükümeti tanımıştı.
27 Mayıs Devriminden sonra da dış siyasetimizde pek bir şey değişmedi.1962'de Cezayir'in bağımsızlığının oylandığı BM görüşmesinde Türkiye Cumhuriyeti, Cezayir'e karşı Fransa'nın yanında yer almıştı.
Günümüzde ise AKP iktidarı Çiller’lerin, Özal’ların açtığı yoldan ilerleyerek, ABD’nin ve AB’nin emir kulu gibi hareket ediyor. Din kardeşi, komşusu Irak’ın işgali karşısında kılı bile kıpırdamadı. Üstelik becerebilseydi, gücü yetseydi, şehitlerin kanıyla sulanmış topraklarımızda önce Amerikan Coni’lerini konuşlandıracak sonra da Müslüman kardeşlerinin üstüne salacaktı. Olmadı. Sağduyulu, yurtsever milletvekillerinin engellemeleri sonucunda bu amacına ulaşamadı.
AKP iktidarının emperyalizm yanlısı, işbirlikçi politikaları nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti bugün işgal yıllarını yeniden yaşamaktadır. Bankalar, fabrikalar, limanlar, stratejik kurumlar yabancıların eline geçmiştir. Ekonomik, siyasal ve kültürel sömürü devam etmektedir. Kapitülasyonlar yürürlüktedir. Ülkemiz emperyalist devletler tarafından yönetilip, yönlendirilmektedir. Bölücüler, emperyalizm desteğinde yurdumuzu parçalama girişimleri yapmaktadır.
Cumhuriyetin hiçbir döneminde ırkçı, etnik kökenli bir terör örgütüne bu denli büyük ödünler verilmemişti. Teröristleri yakalayan subaylar içeride çile doldururken, dağdan inen PKK’lılar ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşabilmektedirler. Çünkü ağababaları ABD ve AB böyle istemektedir.
Atatürk ilke ve devrimlerine karşı bugün büyük bir kalkışma, bir karşı devrim harekâtı yürütülmektedir. Türkiye, siyasal İslamcılar tarafından teslim alınmıştır. Karşı devrim iktidardadır.
AKP, Ilımlı İslam Cumhuriyetine giden yolda önlerine çıkan tüm engelleri aşıp, hedefe bir an önce ulaşmak amacındadır. “Demokratikleşme”, “açılımlar” adı altında Liberaller, şeriatçılar, bölücüler ele ele, omuz omuza vererek, Kemalist Cumhuriyetin altından girip üstünden çıktılar. Orduyu ve yargıyı hedef tahtasına yatırdılar.
Günümüzde devrimle, karşı devrim; Atatürk aydınlığı ile Ortaçağ karanlığı karşı karşıya gelmiş durumdadır. Mücadele devam etmektedir.
Ülkemiz işgal altındadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişi ile “Millet fakr ü zaruret içerisinde, harap ve bitap düşmüştür…” İşsizlik, yoksulluk her geçen gün biraz daha artmaktadır. Geçim sıkıntısı karabulutlar gibi çökmüştür tüm ulusumuzun üstüne.
Ama insanlarımız, çeşitli girişim ve açılımlarla oyalanmaktadır. Anayasa değişikliği, başkanlık sistemi, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Roman Açılımı, Yeşilçam açılımı… Halkın sorunlarından başka her şey konuşulmaktadır yurdumuzda. Bir tek halkın sorunları yoktur gündemde.
Osmanlının sön dönemlerinden bugünkü Türkiye’nin, hiçbir farkı kalmamıştır.
Bu ortamda devrimcilere, demokratlara, tüm yurtseverlere büyük görevler düşmektedir.
Bir yazımda şunları söylemiştim: “Her şeyin haraç mezat satıldığı, Sevr haritalarının havada uçuştuğu, yurtsever insanlarımızın tutsak alındığı; siyasal İslam’ın 10 Kasım’ları, 29 Ekim’leri, 23 Nisan’ları, Kemalist Cumhuriyeti yok etmeye çalıştığı bir ortamda ayrıntılara dalmaya, sen ben çekişmeleri ile zaman öldürmeye hakkımız ve vaktimiz var mıdır? Bu kadar çok parçalanma, bölünme lüksümüz olabilir mi?”
Mustafa Kemal’in vurguladığı gibi “Bir amaca doğru yürürken, kişisel düşünce ve çıkarları, bir tarafa bırakarak, el ele vermek icap eder; başarının sırrı budur. Unutulmamalıdır ki, bizlerin gerçek görevi toplumumuzun gelecekteki yüksek menfaatlerini sağlamaya çalışmaktır…”
Türkiye, devrim sürecine girmiştir. Bu süreçte ışığımız, kılavuzumuz Atatürk’tür. O Ulusal Kurtuluş savaşına başlamadan önce ortak düşmanlara karşı birliği ve bütünlüğü nasıl sağlamışsa, biz de onun izinden giderek, bu kötü koşullardan, bu 21. Yüzyıl işgal ortamından kurtulmak için ulusal birliği ve beraberliği sağlamak zorundayız.
Çünkü birlik ve bütünlük demek iktidar olmak demektir. Temelinde ve hedefinde iktidarı amaç edinmeyen birlik, beraberlik çalışmaları sadece “Dostlar alışverişte görsün” girişimlerinden başka bir şey değildir.
Birleşme, bütünleşme birbirinin benzeri örgütlerin ideolojik, politik, örgütsel uyum içerisinde tek çatı altında toplanması ile gerçekleşebileceği gibi, “güç birliği” yapılarak da yaşama geçirilebilir.
Birbirinin benzeri partilerin tek çatı altında toplanması bugünkü ortamda uzak bir olasılık gibi görünüyor. Bu durumda eylem ve güç birliğinin oluşturulması acil bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette işçi sınıfının öncü rolünü ve eylem yeteneğini temel almak, göz ardı etmemek en önemli bir seçimdir.
Konuyu netleştirmek istersek: ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler farklılıkları, ayrıntıları sonradan tartışmak üzere bir kenara bırakıp, güç birliği temelinde bir araya gelmelidirler. Tarihimizin kurtuluşçu, aydınlanmacı geçmişine ve önderlerine sahip çıkan örgütler birlik beraberlik içerisinde birleşip bütünleşmelidirler.
Ama bu duyarlı ortamda asla hata yapılmamalı, yanlış hedefler gösterilmemelidir.
Örneğin haksızlıklara, hukuksuzluklara, sömürüye, baskıya karşı dirençli ve etkili mücadele veren üç beş yayın organından birisi olan SÖZCÜ gibi bir gazeteye “Sarıgül propagandası” yapmak hiç yakışmamaktadır. İkide bir Sarıgül’ün “ 8750 kişiyi sevabına Umre’ye gönderdiğinden, 1000 TL’lik inek yardımları”ndan söz ederek, “halk arasında kulaktan kulağa yayılan bu davranışlar, Sarıgül’e ilgiyi artırıyor…” ( 19 Nisan 2010) diyerek, “yeni bir sadaka ekonomisi”ni savunmak, hem de bu işi gazetenin başyazısında “Sözcü’nün görüşü” gibi sergilemek ona hiçbir şey kazandırmaz. Sadece yeni bir “Cem Uzan olayı” yaratarak AKP’nin tek başına iktidar olmasına hizmet eder…
(ali-eralp@hotmail.com)
ALİ ERALP
Atatürk’ün ölümünden sonra ulusal siyaset, ulusal ekonomi, ulusal eğitim, yani adı “ulusal” olan ne varsa, yerini emperyalizmin yoz, işbirlikçi, ulus devlet karşıtı uygulamalarına bıraktı.
1923 Cumhuriyet hükümetinin emperyalizme karşı “mazlum milletler”i koruyan, kollayan dış politikası giderek sömürgeci devletleri destekleyen bir politikaya dönüştü.
Örneğin 1950’den sonra iş başına gelen Demokrat Parti, “ilk icraat” olarak Kore’ye 4500 asker göndermişti. Sonra da Fransız emperyalizminin yanında yer alıp, devlet radyosundan Cezayir’in kurtuluş savaşını kötüleyen bildiriler yayınlamış, 1958 yılında da Fransa’nın atadığı kukla hükümeti tanımıştı.
27 Mayıs Devriminden sonra da dış siyasetimizde pek bir şey değişmedi.1962'de Cezayir'in bağımsızlığının oylandığı BM görüşmesinde Türkiye Cumhuriyeti, Cezayir'e karşı Fransa'nın yanında yer almıştı.
Günümüzde ise AKP iktidarı Çiller’lerin, Özal’ların açtığı yoldan ilerleyerek, ABD’nin ve AB’nin emir kulu gibi hareket ediyor. Din kardeşi, komşusu Irak’ın işgali karşısında kılı bile kıpırdamadı. Üstelik becerebilseydi, gücü yetseydi, şehitlerin kanıyla sulanmış topraklarımızda önce Amerikan Coni’lerini konuşlandıracak sonra da Müslüman kardeşlerinin üstüne salacaktı. Olmadı. Sağduyulu, yurtsever milletvekillerinin engellemeleri sonucunda bu amacına ulaşamadı.
AKP iktidarının emperyalizm yanlısı, işbirlikçi politikaları nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti bugün işgal yıllarını yeniden yaşamaktadır. Bankalar, fabrikalar, limanlar, stratejik kurumlar yabancıların eline geçmiştir. Ekonomik, siyasal ve kültürel sömürü devam etmektedir. Kapitülasyonlar yürürlüktedir. Ülkemiz emperyalist devletler tarafından yönetilip, yönlendirilmektedir. Bölücüler, emperyalizm desteğinde yurdumuzu parçalama girişimleri yapmaktadır.
Cumhuriyetin hiçbir döneminde ırkçı, etnik kökenli bir terör örgütüne bu denli büyük ödünler verilmemişti. Teröristleri yakalayan subaylar içeride çile doldururken, dağdan inen PKK’lılar ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşabilmektedirler. Çünkü ağababaları ABD ve AB böyle istemektedir.
Atatürk ilke ve devrimlerine karşı bugün büyük bir kalkışma, bir karşı devrim harekâtı yürütülmektedir. Türkiye, siyasal İslamcılar tarafından teslim alınmıştır. Karşı devrim iktidardadır.
AKP, Ilımlı İslam Cumhuriyetine giden yolda önlerine çıkan tüm engelleri aşıp, hedefe bir an önce ulaşmak amacındadır. “Demokratikleşme”, “açılımlar” adı altında Liberaller, şeriatçılar, bölücüler ele ele, omuz omuza vererek, Kemalist Cumhuriyetin altından girip üstünden çıktılar. Orduyu ve yargıyı hedef tahtasına yatırdılar.
Günümüzde devrimle, karşı devrim; Atatürk aydınlığı ile Ortaçağ karanlığı karşı karşıya gelmiş durumdadır. Mücadele devam etmektedir.
Ülkemiz işgal altındadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişi ile “Millet fakr ü zaruret içerisinde, harap ve bitap düşmüştür…” İşsizlik, yoksulluk her geçen gün biraz daha artmaktadır. Geçim sıkıntısı karabulutlar gibi çökmüştür tüm ulusumuzun üstüne.
Ama insanlarımız, çeşitli girişim ve açılımlarla oyalanmaktadır. Anayasa değişikliği, başkanlık sistemi, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Roman Açılımı, Yeşilçam açılımı… Halkın sorunlarından başka her şey konuşulmaktadır yurdumuzda. Bir tek halkın sorunları yoktur gündemde.
Osmanlının sön dönemlerinden bugünkü Türkiye’nin, hiçbir farkı kalmamıştır.
Bu ortamda devrimcilere, demokratlara, tüm yurtseverlere büyük görevler düşmektedir.
Bir yazımda şunları söylemiştim: “Her şeyin haraç mezat satıldığı, Sevr haritalarının havada uçuştuğu, yurtsever insanlarımızın tutsak alındığı; siyasal İslam’ın 10 Kasım’ları, 29 Ekim’leri, 23 Nisan’ları, Kemalist Cumhuriyeti yok etmeye çalıştığı bir ortamda ayrıntılara dalmaya, sen ben çekişmeleri ile zaman öldürmeye hakkımız ve vaktimiz var mıdır? Bu kadar çok parçalanma, bölünme lüksümüz olabilir mi?”
Mustafa Kemal’in vurguladığı gibi “Bir amaca doğru yürürken, kişisel düşünce ve çıkarları, bir tarafa bırakarak, el ele vermek icap eder; başarının sırrı budur. Unutulmamalıdır ki, bizlerin gerçek görevi toplumumuzun gelecekteki yüksek menfaatlerini sağlamaya çalışmaktır…”
Türkiye, devrim sürecine girmiştir. Bu süreçte ışığımız, kılavuzumuz Atatürk’tür. O Ulusal Kurtuluş savaşına başlamadan önce ortak düşmanlara karşı birliği ve bütünlüğü nasıl sağlamışsa, biz de onun izinden giderek, bu kötü koşullardan, bu 21. Yüzyıl işgal ortamından kurtulmak için ulusal birliği ve beraberliği sağlamak zorundayız.
Çünkü birlik ve bütünlük demek iktidar olmak demektir. Temelinde ve hedefinde iktidarı amaç edinmeyen birlik, beraberlik çalışmaları sadece “Dostlar alışverişte görsün” girişimlerinden başka bir şey değildir.
Birleşme, bütünleşme birbirinin benzeri örgütlerin ideolojik, politik, örgütsel uyum içerisinde tek çatı altında toplanması ile gerçekleşebileceği gibi, “güç birliği” yapılarak da yaşama geçirilebilir.
Birbirinin benzeri partilerin tek çatı altında toplanması bugünkü ortamda uzak bir olasılık gibi görünüyor. Bu durumda eylem ve güç birliğinin oluşturulması acil bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette işçi sınıfının öncü rolünü ve eylem yeteneğini temel almak, göz ardı etmemek en önemli bir seçimdir.
Konuyu netleştirmek istersek: ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler farklılıkları, ayrıntıları sonradan tartışmak üzere bir kenara bırakıp, güç birliği temelinde bir araya gelmelidirler. Tarihimizin kurtuluşçu, aydınlanmacı geçmişine ve önderlerine sahip çıkan örgütler birlik beraberlik içerisinde birleşip bütünleşmelidirler.
Ama bu duyarlı ortamda asla hata yapılmamalı, yanlış hedefler gösterilmemelidir.
Örneğin haksızlıklara, hukuksuzluklara, sömürüye, baskıya karşı dirençli ve etkili mücadele veren üç beş yayın organından birisi olan SÖZCÜ gibi bir gazeteye “Sarıgül propagandası” yapmak hiç yakışmamaktadır. İkide bir Sarıgül’ün “ 8750 kişiyi sevabına Umre’ye gönderdiğinden, 1000 TL’lik inek yardımları”ndan söz ederek, “halk arasında kulaktan kulağa yayılan bu davranışlar, Sarıgül’e ilgiyi artırıyor…” ( 19 Nisan 2010) diyerek, “yeni bir sadaka ekonomisi”ni savunmak, hem de bu işi gazetenin başyazısında “Sözcü’nün görüşü” gibi sergilemek ona hiçbir şey kazandırmaz. Sadece yeni bir “Cem Uzan olayı” yaratarak AKP’nin tek başına iktidar olmasına hizmet eder…
(ali-eralp@hotmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
Geri: ULUSAL BİRLİK VE BERABERLİK GİRİŞİMLERİ ÜZERİNE...
"Türkiye, devrim sürecine girmiştir. Bu süreçte
ışığımız, kılavuzumuz Atatürk’tür."
Demişsiniz sayın Eralp,içimizdeki safralardan,asalaklardan kurtulabilirsek,devrimler hala ışıl,ışıl bizleri bekliyor.
Atatürk'ün bıraktığı yerdende olsa devrimmler yaşatılmalı.
Güzel,bilgilendirici ve herzamanki gibi umut dolu yazınız için teşekkürler.
Saygılarımla.
ışığımız, kılavuzumuz Atatürk’tür."
Demişsiniz sayın Eralp,içimizdeki safralardan,asalaklardan kurtulabilirsek,devrimler hala ışıl,ışıl bizleri bekliyor.
Atatürk'ün bıraktığı yerdende olsa devrimmler yaşatılmalı.
Güzel,bilgilendirici ve herzamanki gibi umut dolu yazınız için teşekkürler.
Saygılarımla.
Denizkızı- ELMAS ÜYE
- PROJE ÖDÜLÜ :
KATILIM ÖDÜLÜ :
Mesaj Sayısı : 1090
Yaş : 53
ŞEHİR : İstanbul
Meslek : Tekstil-Tasarım
Öğrenim Durumu : Lise
Aldığı Teşekkür : 411
Kayıt tarihi : 27/11/07
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz