DİN, BİLİM, ÖLÜMLER VE KADER...
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
DİN, BİLİM, ÖLÜMLER VE KADER...
DİN, BİLİM, ÖLÜMLER VE KADER…
ALİ ERALP
Ilımlı İslamcılar, ölümlerin, iş kazalarının nedenlerini buldular:
''Takdir-i ilahi...''
''Kader...''
Son günlerde ortaya çıkan çeşitli ''facia''lar karşısında bu türden sözleri çok sık duymaya başladık. Önlem alacakları yerde kendi suçlarını, çaresizliklerini Tanrı’ya yükleyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışıyorlar.
Beyinleri yeşil sarıklı, kara çarşaflı tüm siyasal İslamcıların sıkıştıklarında başvurdukları bir yöntem, bir can simidi bu. Köktendincilerin işbaşında olduğu tüm İslam ülkelerinde geçerli bir kural...
Örneğin, geçmiş yıllarda dünyanın her yöresinden ''hacı'' olmaya gelip, içtenlikle Mina'ya koşan insanların, ''organizasyon'' bozukluğundan dolayı, birçok kez ölüme gidişleri karşısında, Suudi Arabistan Hac Bakanı aynı kalıplaşmış sözcükleri kullanarak, büyük bir pişkinlik ve vurdumduymazlık içerisinde, masum kişilerin yaşamlarını yitirmelerini ''takdir-i ilahi''ye(Tanrının kararı) bağlamıştı.
Bu kör inanç ve şeriat yasaları ile toplum yaşamına yön vermeye çalışan Suudi Arabistan yöneticileri daha düne kadar “namahrem” oldukları gerekçesiyle, yangından kaçmaya çalışan genç kızları kurtarmayıp, ölüme terk ediyorlardı. Yıllardan sonra çıkardıkları bir yasa ile bu mantıksız, vahşet uygulamasına son verdiler.
Hiç unutmuyorum, bir zamanlar aynı gerekçeyle, Türkiye’de de Kuran kursu öğrencisi beş küçük kızın denizde boğulmasına seyirci kalınmıştı.
Dünyaya şeriatın penceresinden bakan bu karanlık düşünceli yobazların, akıllara durgunluk veren mantığına göre, o zavallı yavrulara dokunmak günahtı veazgın dalgalar arasında ölüme gitseler bile, kimse onlara yaklaşamazdı.
Nitekim kıyıdaki dinciler kimseyi onlara yaklaştırmadılar. Yardım etmek isteyen erkekleri engellediler. Oradaki insanlar, küçücük çocukların sularda çırpınarak boğulmalarını çaresizlik ve gözyaşları içerisinde izlemek zorunda kalmıştı.
Bu ilkel, mistik, dinci anlayış günümüzde Zonguldak maden işçilerinin ölümünde de ön plana çıktı.
İşçilerin iş ve çalışma koşulları iyileştirilip, bu türden felaketlerin önüne geçileceği yerde, en yetkili ağızlardan işçilerin ölümü “kader” olarak açıklandı.
“Son beş ayda yaşanan üç kazada 60 kişi yaşamını yitirmiştir.10 Aralık 2009'da Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesindeki bir maden ocağında meydana gelen göçük sonrası mahsur kalan 19 işçi hayatını kaybederken, 22 Şubat 2010’da Balıkesir'in Dursunbey ilçesinde meydana gelen grizu patlamasında 13 madenci hayatını kaybetmiştir. Türkiye'de 1983-2009 arasında meydana gelen 13 büyük maden kazasının 10'u grizudan kaynaklanmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu verilerine göre 1955 yılından bu yana meydana gelen iş kazalarında 2 bin 687 işçi öldü, 326 bin 321 işçide yaralanmıştır.” (T M M O B
Kimya Mühendisleri Odası Bülteni)
Oysa taş kömürü, dünyanın birçok ülkesinde çıkarılmakta ama bu türden felaketlerle karşılaşılmamaktadır. Bu olaylar sadece bizim ülkemizde yaşanmaktadır.
Bu bir rastlantı mıdır?
“Kader” midir?
Yoksa “takdir-ilahi midir?”
Kısa ve öz söyleyelim: Hiç birisi değildir. Bu ölümlerin kaderle, maderle bir ilişkisi yoktur.
Ölümlerin tek nedeni İş yerlerinin özelleştirilmesi, taşeronlaştırılması, kazanç hırsının insandan önce gelmesi, ilkellik, ihmal, teknolojik yetersizliktir.
Özelleştirilen ve deneyimsiz taşeronlara verilen kömür ocaklarında iş güvenliği sağlanamamakta, daha çok kâr, daha çok ürün elde etme isteği tüm değerlerin önüne geçmektedir.
Oysa her şey insan için vardır. Her şey insan içindir.
Her şeyin başı insandır.
Yüreğinde sevgi kırıntısı bulunmayan çağ dışı din bezirgânlarını Mustafa Kemal Atatürk şu sözlerle eleştirir:
''Bizi yanlış yola sevk eden habisler, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep bu din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.''
“Dünyada her şey için, medeniyet için, muvaffakıyet için, hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit (yol gösterici) aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir…”
Atatürk'e göre en gerçek, en doğru tarikat ''uygarlık tarikatı''dır. Dinsel tarikatçılık, ülkeleri ''yanlış yollara sevk eder'', çıkmazlara götürür. Çünkü dinlerin egemenlik kurduğu, şeriatın “mürşit” olduğu toplumlarda akıldan, bilimden söz edilemez, ilerleme sağlanamaz.
Gerçekleri ve doğruları sadece kutsal kitaplarda arayan, sorunların çözümünü sadece göklerden bekleyen bir siyasal yönetim, ilerlemeyi gerçekleştirip, çağdaş uygarlığı yakalayabilir mi, bu mümkün müdür?
(ali-eralp@hotmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz