12 EYLÜL REFERANDUMU İLE AKP'Yİ SANDIĞA GÖMELİM...
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
12 EYLÜL REFERANDUMU İLE AKP'Yİ SANDIĞA GÖMELİM...
12 EYLÜL REFERANDUMU İLE AKP’Yİ SANDIĞA GÖMELİM…
ALİ ERALP
Şiiri, şarkıyı, sevdayı unuttuk.
Denizi, ormanı, gökyüzünü, dağları...
Börtü böceği, kuşları, balıkları, kedileri unuttuk.
İnsanca yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi...
Paylaşmayı, bölüşmeyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı...
Gülmeyi unuttuk.
Dostluğu unuttuk.
Her yerde, her yanda kavga, kavga, kavga…
Düşmanlık. Kin, nefret, öç… Ölüm… Ortalığı kan bürümüş.
Her gün birkaç şehit… Her gün şehit uğurlama töreni... Şu günlerde politikacıların yaptığı en iyi iş bu: Şehit uğurlamak, tören düzenlemek bir de servet edinmek.
Savaş, bomba, mayın, uzun menzilli silah, şehit, karakol baskını, terörist… Şu sıralar en çok konuşulan sözcükler bunlar yaşantımızda… Bütünleştik onlarla…
Bütünleştirildik daha doğrusu.
Bu işin başlangıcı 1980’lera dayanır. O yıllarda emperyalizm, “küreselleşme” adı altında “Yeni Bir Dünya Düzeni” kurmak istiyordu. Bu düzende ulus devletlere, ulusal yapılanmalara ve kuruluşlara yer yoktu. Ama ulusçuklara, azınlıklara, aşiretlere, tarikatlara yer vardı. Emperyalist sömürü çarkının sağlıklı işleyebilmesi için ülkeler parçalanmalı, kamu mülkiyeti özelleştirilmeli, devletçilik uygulamalarına son verilmeliydi.
1980’lerde emperyalizm, bir parçalama, bölme aracı olarak etnik ve dinsel faklılıklara sarıldı. Bu farklılıkları daha da derinleştirip, keskinleştirerek, grupları çatışma ortamına sürükledi. Yoksul halkları birbirine düşürdü. Kürt’le Türk’ü, Şii ile Sünni’yi, Arap’la Yahudi’yi, Sırp’la Hırvat’ı karşı karşıya getirdi. Irkçılık, tarikatçılık, mezhepçilik, milliyetçilik cepheleri açıp, onları savaştırdı. Sonra da çıkarına göre, bazen birini bazen ötekini destekledi. Onların maddi ve manevi kayıplarını, güçsüz düşmelerini keyifle izledi… Aynı zamanda bu farklılıkları, bir tehdit ve şantaj silahına da dönüştürerek, hükümetlere dilediğini yaptırdı.
Burnunu soktuğu her ülkede mutlaka bir etnik ya da dinsel azınlık buldu ve onları çatışma ortamına sürükledi. Kolları, bacakları, tüm gövdesi ile ülkelerin siyasal, sosyal, kültürel yaşamına girdi.
Böylece, etnik sorunlar, bir ülkenin iç sorunu olmaktan çıkıp uluslararası bir nitelik kazandı. Küreselleşti. Emperyalizm, bu farklılıkları kullanarak çeşitli planlar ve tertiplerle ülkeleri yönlendirmeye hız verdi.
Yeni Dünya Düzeni oluşturma çabaları, emperyalizmin yıllardan beri yararlandığı “Böl, Yönet” taktiğinin çağımıza uyarlanmış yeni bir versiyonundan(!) (biçim) başka bir şey değildi. Bu yeni sömürgeciliğin ideolojisi ise Fidel Castro’nun vurguladığı gibi “neoliberalizm” idi. İnsan hakları, özgürlük, demokrasi sözcükleri onun kulağa hoş gelen uyutma araçlarıydı.
Bu yöntemler Yugoslavya, Irak, Afganistan ve dünyanın bazı yerlerinde denendi ve hedefine ulaştı. Örneğin, ABD emperyalizmi, Yugoslavya’yı parçalayabilmek için Hırvat, Sloven, Boşnak, Arnavut ırkçılığını kullanmıştı. 1990-1992 yılları arasında bu ülkeler ve daha sonra da Makedonya, Sırbistan, Karadağ Cumhuriyetleri, federasyondan ayrılmıştı.
Yeni Dünya Düzeninin uygulayıcıları ve savunucuları ise Türkiye’de Turgut Özal, Yugoslavya’da Ante Markoviç’ti. Her ikisi de aynı yıllarda başbakanlık koltuğuna oturmuş, “dünyaya açılma” adı altında küresel emperyalizmin gönüllü işbirlikçiliğine soyunmuştu. Ne şaşırtıcı bir rastlantıdır ki her iki lider de ABD’de “Wisconsin Üniversitesi”nin “Yeni Dünya Düzeni” adlı seminerlerine katılmış, derslerini başarı ile öğrendikten sonra, alanlarında uzmanlaşarak ülkelerine dönmüşler, işbaşı yapmışlardı.
“Serbest piyasa ekonomisi” adı altında yürütülen serbest piyasa vurgunculuğunu, her iki ülke de bu iki başbakanın zamanında tanımıştı. Vatan ve ulus düşmanı liboşlar, Soros çocukları bu dönemde ortaya çıkmıştı.
Özal’ın Kürt sorununda Öcalan’ı muhatap alıp, örgüte karşı yumuşak bir politika izlemesi, PKK’nın güçlenmesini sağladı. Ama terör örgütünün asıl gelişmesi, 2002 yılında AKP’nin iktidarı alması ve ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra gerçekleşti.
Çünkü AKP, ABD’nin koltuk değnekleriyle hükümet olmuştu. Borcunu ödemek zorundaydı. Bu nedenle Recep Tayyip, BOP eşbaşkanlığına soyundu ve ABD’nin Irak’a yerleşmesinde ve Büyük Ortadoğu Projesinde önemli görevler üstlendi. Diyarbakır’ı “bir yıldız” yapacağını tüm dünyaya ilan etti.
Böylece Batının Türkiye’yi bölme, parçalama planları, yani Sevr yeniden gündeme geldi. Talancılar, vurguncular, havada kazanıp tavada yiyenler köşe başlarını tuttular. Bir yandan emperyalizme hizmet ettiler, bir yandan keselerini doldurdular. Özal ve AKP yönetiminde “din ticareti” en geçerli, en kârlı meslek olup çıktı. “Köşe dönenler” hızla çoğaldı.
Bin yıldır bir arada kardeşçe yaşayanlar, omuz omuza, sırt sırta verip yedi düvele karşı koyanlar bugün yine emperyalizm tarafından kanlı bıçaklı hale getirildiler. Birbirlerine düşman edildiler.
O günden bu yana ülkemizde ne huzur kaldı, ne mutluluk. Anaların, babaların, çocukların gözyaşı hiç dinmedi.
Şimdi yüce ulusumuza sesleniyorum: ABD ve işbirlikçilerini, yani Türkiye’yi kan gölüne çevirenleri yurdumuzdan kovmak için henüz vakit geçmiş değildir. Önümüzdeki fırsatı değerlendirelim.
12 Eylül referandumu geliyor. AKP Anayasası oylanacak.
Ey emekçiler, ey çalışanlar, ey ezilenler, limon gibi sıkılanlar, yedi düvele karşı omuz omuza savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kuran Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Boşnak, Abaza, Sünni, Alevi, tüm Türkiye halkı, “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamak” için, AKP’yi referandumla sandığa gömelim. Perişan edelim.
Kaçacak delik arasınlar…
(ali-eralp@hotmail.com)
ALİ ERALP
Şiiri, şarkıyı, sevdayı unuttuk.
Denizi, ormanı, gökyüzünü, dağları...
Börtü böceği, kuşları, balıkları, kedileri unuttuk.
İnsanca yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi...
Paylaşmayı, bölüşmeyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı...
Gülmeyi unuttuk.
Dostluğu unuttuk.
Her yerde, her yanda kavga, kavga, kavga…
Düşmanlık. Kin, nefret, öç… Ölüm… Ortalığı kan bürümüş.
Her gün birkaç şehit… Her gün şehit uğurlama töreni... Şu günlerde politikacıların yaptığı en iyi iş bu: Şehit uğurlamak, tören düzenlemek bir de servet edinmek.
Savaş, bomba, mayın, uzun menzilli silah, şehit, karakol baskını, terörist… Şu sıralar en çok konuşulan sözcükler bunlar yaşantımızda… Bütünleştik onlarla…
Bütünleştirildik daha doğrusu.
Bu işin başlangıcı 1980’lera dayanır. O yıllarda emperyalizm, “küreselleşme” adı altında “Yeni Bir Dünya Düzeni” kurmak istiyordu. Bu düzende ulus devletlere, ulusal yapılanmalara ve kuruluşlara yer yoktu. Ama ulusçuklara, azınlıklara, aşiretlere, tarikatlara yer vardı. Emperyalist sömürü çarkının sağlıklı işleyebilmesi için ülkeler parçalanmalı, kamu mülkiyeti özelleştirilmeli, devletçilik uygulamalarına son verilmeliydi.
1980’lerde emperyalizm, bir parçalama, bölme aracı olarak etnik ve dinsel faklılıklara sarıldı. Bu farklılıkları daha da derinleştirip, keskinleştirerek, grupları çatışma ortamına sürükledi. Yoksul halkları birbirine düşürdü. Kürt’le Türk’ü, Şii ile Sünni’yi, Arap’la Yahudi’yi, Sırp’la Hırvat’ı karşı karşıya getirdi. Irkçılık, tarikatçılık, mezhepçilik, milliyetçilik cepheleri açıp, onları savaştırdı. Sonra da çıkarına göre, bazen birini bazen ötekini destekledi. Onların maddi ve manevi kayıplarını, güçsüz düşmelerini keyifle izledi… Aynı zamanda bu farklılıkları, bir tehdit ve şantaj silahına da dönüştürerek, hükümetlere dilediğini yaptırdı.
Burnunu soktuğu her ülkede mutlaka bir etnik ya da dinsel azınlık buldu ve onları çatışma ortamına sürükledi. Kolları, bacakları, tüm gövdesi ile ülkelerin siyasal, sosyal, kültürel yaşamına girdi.
Böylece, etnik sorunlar, bir ülkenin iç sorunu olmaktan çıkıp uluslararası bir nitelik kazandı. Küreselleşti. Emperyalizm, bu farklılıkları kullanarak çeşitli planlar ve tertiplerle ülkeleri yönlendirmeye hız verdi.
Yeni Dünya Düzeni oluşturma çabaları, emperyalizmin yıllardan beri yararlandığı “Böl, Yönet” taktiğinin çağımıza uyarlanmış yeni bir versiyonundan(!) (biçim) başka bir şey değildi. Bu yeni sömürgeciliğin ideolojisi ise Fidel Castro’nun vurguladığı gibi “neoliberalizm” idi. İnsan hakları, özgürlük, demokrasi sözcükleri onun kulağa hoş gelen uyutma araçlarıydı.
Bu yöntemler Yugoslavya, Irak, Afganistan ve dünyanın bazı yerlerinde denendi ve hedefine ulaştı. Örneğin, ABD emperyalizmi, Yugoslavya’yı parçalayabilmek için Hırvat, Sloven, Boşnak, Arnavut ırkçılığını kullanmıştı. 1990-1992 yılları arasında bu ülkeler ve daha sonra da Makedonya, Sırbistan, Karadağ Cumhuriyetleri, federasyondan ayrılmıştı.
Yeni Dünya Düzeninin uygulayıcıları ve savunucuları ise Türkiye’de Turgut Özal, Yugoslavya’da Ante Markoviç’ti. Her ikisi de aynı yıllarda başbakanlık koltuğuna oturmuş, “dünyaya açılma” adı altında küresel emperyalizmin gönüllü işbirlikçiliğine soyunmuştu. Ne şaşırtıcı bir rastlantıdır ki her iki lider de ABD’de “Wisconsin Üniversitesi”nin “Yeni Dünya Düzeni” adlı seminerlerine katılmış, derslerini başarı ile öğrendikten sonra, alanlarında uzmanlaşarak ülkelerine dönmüşler, işbaşı yapmışlardı.
“Serbest piyasa ekonomisi” adı altında yürütülen serbest piyasa vurgunculuğunu, her iki ülke de bu iki başbakanın zamanında tanımıştı. Vatan ve ulus düşmanı liboşlar, Soros çocukları bu dönemde ortaya çıkmıştı.
Özal’ın Kürt sorununda Öcalan’ı muhatap alıp, örgüte karşı yumuşak bir politika izlemesi, PKK’nın güçlenmesini sağladı. Ama terör örgütünün asıl gelişmesi, 2002 yılında AKP’nin iktidarı alması ve ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra gerçekleşti.
Çünkü AKP, ABD’nin koltuk değnekleriyle hükümet olmuştu. Borcunu ödemek zorundaydı. Bu nedenle Recep Tayyip, BOP eşbaşkanlığına soyundu ve ABD’nin Irak’a yerleşmesinde ve Büyük Ortadoğu Projesinde önemli görevler üstlendi. Diyarbakır’ı “bir yıldız” yapacağını tüm dünyaya ilan etti.
Böylece Batının Türkiye’yi bölme, parçalama planları, yani Sevr yeniden gündeme geldi. Talancılar, vurguncular, havada kazanıp tavada yiyenler köşe başlarını tuttular. Bir yandan emperyalizme hizmet ettiler, bir yandan keselerini doldurdular. Özal ve AKP yönetiminde “din ticareti” en geçerli, en kârlı meslek olup çıktı. “Köşe dönenler” hızla çoğaldı.
Bin yıldır bir arada kardeşçe yaşayanlar, omuz omuza, sırt sırta verip yedi düvele karşı koyanlar bugün yine emperyalizm tarafından kanlı bıçaklı hale getirildiler. Birbirlerine düşman edildiler.
O günden bu yana ülkemizde ne huzur kaldı, ne mutluluk. Anaların, babaların, çocukların gözyaşı hiç dinmedi.
Şimdi yüce ulusumuza sesleniyorum: ABD ve işbirlikçilerini, yani Türkiye’yi kan gölüne çevirenleri yurdumuzdan kovmak için henüz vakit geçmiş değildir. Önümüzdeki fırsatı değerlendirelim.
12 Eylül referandumu geliyor. AKP Anayasası oylanacak.
Ey emekçiler, ey çalışanlar, ey ezilenler, limon gibi sıkılanlar, yedi düvele karşı omuz omuza savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kuran Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Boşnak, Abaza, Sünni, Alevi, tüm Türkiye halkı, “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamak” için, AKP’yi referandumla sandığa gömelim. Perişan edelim.
Kaçacak delik arasınlar…
(ali-eralp@hotmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz