Geçmiş zaman olur ki...
1 sayfadaki 1 sayfası
Geçmiş zaman olur ki...
Geçmiş zaman olur ki...
Gerilere doğru işleyen “zaman makinem” çalışıyor ve fılmi gerilere sarıyorum...
Ve
film denince aklıma fotoğraf ve fotoğraf makineleri geliyor. Şimdi
herkesin hatta küçük çocukların ellerinde bile dijital fotoğraf
makinaları var. Bizim çocukluğumuzda, “fotoğraf makinasına” bisiklet
gibi sınıf geçme veya sünnet hediyesı olarak sahip olurduk... İlk
makinamı hatırlarım: Kodak marka mavi renkli (ekseriya siyah olurdu)
kutu kamera. Basardın düğmeye, eğer aydınlık müsaitse çekerdi
fotoğrafı. Önce 12 ve 24’lü rulo fılmleri özel mağazalarda develope
etmeye verirdik... Bunlar özel kartlara basılırdı. Sonra her ortamda
fotoğraf çeken “flaş” lı ve Japon Yamaha, Yashika, Panasonik marka
kameralar çıktı! Ben oralarda kaldım, dijital kameraya geçemedim.
Sokak fotoğrafçıları
Sokaklarda
fotoğrafçılar geçerdi. Fotoğrafçı üç ayaklı sehpalar üzerine oturtulmuş
tahta kutular içine yerleştirilmiş ilkel makinaların adesesinin teneke
kapağını açıp kapayarak fotoğraf çekerdi ve sonra siyah bir kolluğun
içine elini sokarak filmi banyo eder ve kaç kopye istenirse onu
verirdi! Askerler , “Askerlik Hatırası” yazan siyah bezler önünde el
ele tutuşup fotoğraflar çektirirler ailelerine gönderirlerdi!
Bu
fotoğrafçılar, ekseriya adliye binaları ve resmi dairelerin önünde
mekan tutarlar ve resmi muameleler için gerekli resimleri çekerlerdi
ve hemen verirlerdi!
Daha sonra daha gelişmiş kameralı
şipşakçılar, balo, düğün ve lokal fotoğrafçıları çıktı. Masaları
dolaşırlar fotoğraf çekerlerdi. Sonra bunlar çıkış kapısında satılırdı.
Şimdi videolar var!..
Ve danslar-şarkılar
Kulaklarımda
hiç unutmayacağım eski şarkılar; “tangolar”, “Sevdim bir genç
kadını...”, “Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer”, “Şahane
gözler”, “Yanık Ömer”, “Ben esmeri fındıkla üzümle beslerim”. İngilizce
ve Fransızca; “As time goes by” (Zaman geçtikçe). “Time stops for no
one” /Zaman kimse için durmaz). “I can’t giv e you antyhing but love”
(Sana aşktan başka bir şey veremem ve harp yıllarının unutulmaz
şarkıları. İngiliz Vera Lynn’in “Dover’in beyaz kayalıkları”, “Sen
gideli” daha niceleri, gene harp yıllarının adeta tema şarkısı “Lili
Marleen”. Almanyada kışla kapısındaki lambanın altında asker
sevgilisini bekleyen kadın!
Ve bizim ünlüler: Piyanist Erdoğan
Çaplı, Amerika’da plağının yapılmasına yardımcı olduğum “Piyano Paşa”.
İbrahim Özgür ve Ateş Böcekleri orkestrası. Sonra “Ali Baba’nın
Çiftliği” şarkısıyla meşhur olan dostum Celal İnce, Şikago’da
yaşıyordu. İnşallah hayattadır! Ve gene Amerika’da Türk Lokumu diye
tanınan “Necla Ateş”. O zamanların ünlü piyanisti İlham Gencer
hamdolsun hayatta hâlâ çalıyor ve milli davalar için “Bozkurtlar” gibi
mücadele veriyor!
Onunla ilgili bir anım (bilmem hatırlar mı): Ben
Basın Yayın Genel Müdürüyüm, İlham İstanbul’da “Çatı” adlı lokalde
çalışıyor. Ben de dans ediyorum. İlham’ın yüzü birden asıldı tempoyu
değiştirdi... Bana kaş göz işaretleri yapıyordu. Meğer Ankara’da Albay
Talat Aydemir darbe teşebbüsü yapmış Radyoevini ele geçirmiş: İlham da
benim bu hususta kötü hatıralarım olduğunu bildiği için bana, “ortadan
kaybol” demek istermiş...
Ve danslar
Tabii
tango, vals, rumba, mambo ve çaça. Sonra ne ne oldu da bunların yerini
anlamsız mırıldanmalar ve rock şarkıları ve Afrika vahşilerinin
dövünmelerini andıran disko muziği aldı. Galiba teknoloji ilerledikçe
insanlar sapıtıyor. Ses düzenleri, CD çalarlar harika ama ya bunlarda
çalınanlar?..
Zaman kimseyi beklemiyor. Mazi kalplerimizde yara...
Eskiden sokaklarda “Eskiler alırım” diye eski eşya toplayan el arabalı
adamlar geçerdi... Bunlar artık yok! Geçmişin anıları da artık yok
pahasına gidiyor, bizim kuşaklarla beraber! Ve her şeye rağmen “geçmiş
günlerin hayali cihan değiyor”!
MİSAFİR KÖŞESİ
Bugün
bu köşede benim yazmak istediklerimi benden daha iyi ifade eden Ege
Cansen’in Hürriyet’teki yazısından bir bölüme yer vereceğim: Ege benim
hep düşündüklerimi benden çok daha iyi ifade ediyor...
“Türk
olmanın dayanılmaz azabı “ başlıklı yazısında: ” Sen Orta Asya’dan
kalk, gel Anadolu’ya yerleş. Bu yetmesin Avrupa’ya geç, İstanbul’u
fethet ve git ta Viyana kapılarına dayan... Karadeniz’i iç deniz haline
getir. Ege adalarını ele geçir. Her dilden, her dinden insanları idaren
altına al. Bu yenecek halt mı? Ne hakkın var başka milletlerin
toprağını zapt etmeye? Üstelik ülkelerini elinden aldığın toplumlardan
medeni de değilsin. Sonra bir gün kafan atsın, ortada fol yok yumurta
yokken, asırlarca bir arada yaşadığın Rumları kov. Bu yaptığın
yetmiyormuş gibi, bir milyon Ermeni’yi göçe zorla ve bir kısmının
ölmesine sebep ol. Sonra biz aslında Kürtlerle kardeşiz diye bir yalan
uydur; illaki tek bayrak altında yaşanacak diye dayat. Ülkendeki
Kürtlerin kendilerine ayrı bir devlet kurma haklarını inkâr et.
Yapılacak iş mi bu? Git Kıbrıs’ın yarısını işgal et, oradaki Türklerin
yaşam hakkı garanti altına alınmadan adadan çıkmam diye tuttur. Tüm bu
yaptıklarından hiç nedamet getirme, günah çıkarma... Son Söz:
Medenileşmeye evet, medenileştirilmeye hayır “.
FIKRA
Allah
dünyanın sonunu getirmeye, kıyameti koparmaya karar vermiş. Muhtelif
milletten sevgili kullarını çağırmış ve “Şu zamanda, şu saate, şu
noktada, en kıymetli ve gerekli şeylerinizle bulunun. Sizi
kurtaracağım” demiş. Kararlaştırılan saatte o noktada bu kişiler
toplanmış! Fransız; karısı, metresi ve şarabıyla, Amerikalı; otomobili
ve televizyonuyla, Alman; tüfeği ve silahıyla, İngiliz; golf takımı ve
viskisiyle, Türk ise 16 adet vesikalık fotoğraf, nüfus hüviyet cüzdanı
kopyesi ve ikamet belgesiyle!
Gerilere doğru işleyen “zaman makinem” çalışıyor ve fılmi gerilere sarıyorum...
Ve
film denince aklıma fotoğraf ve fotoğraf makineleri geliyor. Şimdi
herkesin hatta küçük çocukların ellerinde bile dijital fotoğraf
makinaları var. Bizim çocukluğumuzda, “fotoğraf makinasına” bisiklet
gibi sınıf geçme veya sünnet hediyesı olarak sahip olurduk... İlk
makinamı hatırlarım: Kodak marka mavi renkli (ekseriya siyah olurdu)
kutu kamera. Basardın düğmeye, eğer aydınlık müsaitse çekerdi
fotoğrafı. Önce 12 ve 24’lü rulo fılmleri özel mağazalarda develope
etmeye verirdik... Bunlar özel kartlara basılırdı. Sonra her ortamda
fotoğraf çeken “flaş” lı ve Japon Yamaha, Yashika, Panasonik marka
kameralar çıktı! Ben oralarda kaldım, dijital kameraya geçemedim.
Sokak fotoğrafçıları
Sokaklarda
fotoğrafçılar geçerdi. Fotoğrafçı üç ayaklı sehpalar üzerine oturtulmuş
tahta kutular içine yerleştirilmiş ilkel makinaların adesesinin teneke
kapağını açıp kapayarak fotoğraf çekerdi ve sonra siyah bir kolluğun
içine elini sokarak filmi banyo eder ve kaç kopye istenirse onu
verirdi! Askerler , “Askerlik Hatırası” yazan siyah bezler önünde el
ele tutuşup fotoğraflar çektirirler ailelerine gönderirlerdi!
Bu
fotoğrafçılar, ekseriya adliye binaları ve resmi dairelerin önünde
mekan tutarlar ve resmi muameleler için gerekli resimleri çekerlerdi
ve hemen verirlerdi!
Daha sonra daha gelişmiş kameralı
şipşakçılar, balo, düğün ve lokal fotoğrafçıları çıktı. Masaları
dolaşırlar fotoğraf çekerlerdi. Sonra bunlar çıkış kapısında satılırdı.
Şimdi videolar var!..
Ve danslar-şarkılar
Kulaklarımda
hiç unutmayacağım eski şarkılar; “tangolar”, “Sevdim bir genç
kadını...”, “Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer”, “Şahane
gözler”, “Yanık Ömer”, “Ben esmeri fındıkla üzümle beslerim”. İngilizce
ve Fransızca; “As time goes by” (Zaman geçtikçe). “Time stops for no
one” /Zaman kimse için durmaz). “I can’t giv e you antyhing but love”
(Sana aşktan başka bir şey veremem ve harp yıllarının unutulmaz
şarkıları. İngiliz Vera Lynn’in “Dover’in beyaz kayalıkları”, “Sen
gideli” daha niceleri, gene harp yıllarının adeta tema şarkısı “Lili
Marleen”. Almanyada kışla kapısındaki lambanın altında asker
sevgilisini bekleyen kadın!
Ve bizim ünlüler: Piyanist Erdoğan
Çaplı, Amerika’da plağının yapılmasına yardımcı olduğum “Piyano Paşa”.
İbrahim Özgür ve Ateş Böcekleri orkestrası. Sonra “Ali Baba’nın
Çiftliği” şarkısıyla meşhur olan dostum Celal İnce, Şikago’da
yaşıyordu. İnşallah hayattadır! Ve gene Amerika’da Türk Lokumu diye
tanınan “Necla Ateş”. O zamanların ünlü piyanisti İlham Gencer
hamdolsun hayatta hâlâ çalıyor ve milli davalar için “Bozkurtlar” gibi
mücadele veriyor!
Onunla ilgili bir anım (bilmem hatırlar mı): Ben
Basın Yayın Genel Müdürüyüm, İlham İstanbul’da “Çatı” adlı lokalde
çalışıyor. Ben de dans ediyorum. İlham’ın yüzü birden asıldı tempoyu
değiştirdi... Bana kaş göz işaretleri yapıyordu. Meğer Ankara’da Albay
Talat Aydemir darbe teşebbüsü yapmış Radyoevini ele geçirmiş: İlham da
benim bu hususta kötü hatıralarım olduğunu bildiği için bana, “ortadan
kaybol” demek istermiş...
Ve danslar
Tabii
tango, vals, rumba, mambo ve çaça. Sonra ne ne oldu da bunların yerini
anlamsız mırıldanmalar ve rock şarkıları ve Afrika vahşilerinin
dövünmelerini andıran disko muziği aldı. Galiba teknoloji ilerledikçe
insanlar sapıtıyor. Ses düzenleri, CD çalarlar harika ama ya bunlarda
çalınanlar?..
Zaman kimseyi beklemiyor. Mazi kalplerimizde yara...
Eskiden sokaklarda “Eskiler alırım” diye eski eşya toplayan el arabalı
adamlar geçerdi... Bunlar artık yok! Geçmişin anıları da artık yok
pahasına gidiyor, bizim kuşaklarla beraber! Ve her şeye rağmen “geçmiş
günlerin hayali cihan değiyor”!
MİSAFİR KÖŞESİ
Bugün
bu köşede benim yazmak istediklerimi benden daha iyi ifade eden Ege
Cansen’in Hürriyet’teki yazısından bir bölüme yer vereceğim: Ege benim
hep düşündüklerimi benden çok daha iyi ifade ediyor...
“Türk
olmanın dayanılmaz azabı “ başlıklı yazısında: ” Sen Orta Asya’dan
kalk, gel Anadolu’ya yerleş. Bu yetmesin Avrupa’ya geç, İstanbul’u
fethet ve git ta Viyana kapılarına dayan... Karadeniz’i iç deniz haline
getir. Ege adalarını ele geçir. Her dilden, her dinden insanları idaren
altına al. Bu yenecek halt mı? Ne hakkın var başka milletlerin
toprağını zapt etmeye? Üstelik ülkelerini elinden aldığın toplumlardan
medeni de değilsin. Sonra bir gün kafan atsın, ortada fol yok yumurta
yokken, asırlarca bir arada yaşadığın Rumları kov. Bu yaptığın
yetmiyormuş gibi, bir milyon Ermeni’yi göçe zorla ve bir kısmının
ölmesine sebep ol. Sonra biz aslında Kürtlerle kardeşiz diye bir yalan
uydur; illaki tek bayrak altında yaşanacak diye dayat. Ülkendeki
Kürtlerin kendilerine ayrı bir devlet kurma haklarını inkâr et.
Yapılacak iş mi bu? Git Kıbrıs’ın yarısını işgal et, oradaki Türklerin
yaşam hakkı garanti altına alınmadan adadan çıkmam diye tuttur. Tüm bu
yaptıklarından hiç nedamet getirme, günah çıkarma... Son Söz:
Medenileşmeye evet, medenileştirilmeye hayır “.
FIKRA
Allah
dünyanın sonunu getirmeye, kıyameti koparmaya karar vermiş. Muhtelif
milletten sevgili kullarını çağırmış ve “Şu zamanda, şu saate, şu
noktada, en kıymetli ve gerekli şeylerinizle bulunun. Sizi
kurtaracağım” demiş. Kararlaştırılan saatte o noktada bu kişiler
toplanmış! Fransız; karısı, metresi ve şarabıyla, Amerikalı; otomobili
ve televizyonuyla, Alman; tüfeği ve silahıyla, İngiliz; golf takımı ve
viskisiyle, Türk ise 16 adet vesikalık fotoğraf, nüfus hüviyet cüzdanı
kopyesi ve ikamet belgesiyle!
Altemur KILIÇ- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 139
Yaş : 100
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz