Aydın (!) olmak zor vesselam
1 sayfadaki 1 sayfası
Aydın (!) olmak zor vesselam
Aydın (!) olmak zor vesselam
Ruhat Mengi salı günkü “Mahalle Geyikleri” başlıklı yazısında çok güzel
yazmış. Tepki göstermiş. Aydın(!) diyorsunuz, “ben Annan Planını
okumadım, ama destekliyorum” diyor, tarihsel önemi olan bir belgeyi hiç
okumamış olmayı, aydın olmanın tek ölçüsü zannediyor. Aydın diyorsunuz,
“bizde eskiden de böyleydi, insanlar tutuklu iken ölebilir” diyor.
Demokrasi dışı dönemin uygulamalarını, bugünün demokrasiye tamamen
aykırı uygulamalarını savunmak için kullanıyor. “İnsanları
yargılayabilirsiniz, gözaltına alabilirsiniz, soruşturabilirsiniz ama
tümünü hukuka uygun yapmanız gerek” diyorsunuz, anlamıyor. Sonra
“itibarlı kişiler gözaltına alınamazmış, ben buna katılmıyorum” diye
yorum yapıyor. Dediğinizi hiç anlamamış. Aydınlığın ölçüsü cahil olmak,
söylenenleri hiç anlamamaktır zannediyor. Ya da gözyaşı döküyor; “bunun
YÖK Başkanı’na yapılması, MGK Genel Sekreteri’ne yapılması ayıp oldu”
diye yazıyor. Sadece onlara değil, hiç kimseye yapılmaması gerektiğini
anlamıyor. Ya da anlamak istemiyor. Hatta “yerel seçimlerde AKP çok oy
alırsa, bu, halkın bu hukuk dışı uygulamaları benimsediğini
gösterecektir” diyor. Bunlara neden karşı çıkıldığını anlamıyor. Ne
denli cahil olursa, o kadar çok aydın olacağını zannediyor. Bunun
“embedded aydınlar” için geçerli davranış biçimi olduğunu anlamıyor.
***
Laiklikten
söz ediyor. Laikliğin tanımının ve uygulamasının 14. yy’dan bu yana
nasıl geliştiğini ve ne anlama geldiğini hiç bilmiyor. Birileri öyle
söylediği için, “laikçiler ve dinciler” türünde saçma sapan
sınıflandırmalar yapıyor. Kendine uygun savlar geliştiriyor. İktidar
partisi, bu savları çok sevdiği için bunların gerçek olduğunu
zannediyor. Aksine araştırmalar yapanlar olursa, onlara kızıyor. Tarhan
Erdem’in türban araştırmasında, bize o gün inandırmak istediğinin
tersine sonuçlar çıkınca çok kızıyor, bir daha Tarhan Erdem’in adını
anmıyor, TV programlarına çağırmıyor. “Sana bunları Ergenekon mu
yazdırdı?” diye soruyor. Binnaz Toprak’ın araştırması ortaya çıkınca
çok kızıyor, “kolonyalist sömürgecinin halkına bakışı” türünde
değerlendirmeler yapıyor. Binnaz Toprak’ı tu kaka ediyor. Sonra baktı
ki iktidar kızıyor, o da aydın ve dürüst gazetecilere kızıyor. Aydın
olmanın ölçüsünün, iktidara mümkün olduğu kadar yakınlaşmak olduğunu
zannediyor. TV programına katılıyor; söylediği şeylerin inanlmazlığı
ortaya çıkınca, “ne var yani askeri mi destekleyeceksin” diye tepki
gösteriyor. Türkiye’nin ilk kez 2002’de demokrasiye geçtiğini, ilk
anayasasını 2007’de yapacağını zannediyor. Tersini söylüyorsun, çok
kızıyor, “birileri sivil anayasayı engelleyecek” diye yazıyor. “Çağdaş
bir Anayasa böyle olmaz, hak ve özgürlüklerin güvencesi yok, denge ve
fren mekanizmaları yok” diyorsunuz. Anlamıyor. “Bunlar anayasayı
değiştirmek istemiyor” diyor. Ne kadar anlamazsa, o kadar aydın olunur
zannediyor.
Esasında bunlar, 80’li yılların sonu ile başladı.
Hiçbirimiz o zamanlar, birilerinin(!), bazı dostlarımızın(!) Türkiye
için yeni bir rejim aradığını, bunun altyapısını oluşturmaya
başladığını pek anlamamıştık. Nereden bilinecek o günlerden bugünlere
gelineceği, liberal aydınlardan, “embedded” aydınlara varılacağı?
“Onlar benim silahşorlarım” sözüne varacağımız, liberal aydınların bu
sözü iltifat sayacakları? Tabii kim nereden bilsin, 10 - 15 yıl sonra,
parti kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı için “işte
Ergenekon’un nerelere kadar sızdığı ortaya çıktı” diyen kültür
bakanlarının çıkabileceği, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan ile ve başka
kişilerle Çukurambar’da gizlice buluşacağı?
Ama Türkiye’nin
aydınlık ve dürüst insanları karşı çıkmaya başladı. Dost sayılan
birilerinin bizi nerelere getirdiğini görmeye başladılar. Artık güzel
günler yakın, emin olun.
Ruhat Mengi salı günkü “Mahalle Geyikleri” başlıklı yazısında çok güzel
yazmış. Tepki göstermiş. Aydın(!) diyorsunuz, “ben Annan Planını
okumadım, ama destekliyorum” diyor, tarihsel önemi olan bir belgeyi hiç
okumamış olmayı, aydın olmanın tek ölçüsü zannediyor. Aydın diyorsunuz,
“bizde eskiden de böyleydi, insanlar tutuklu iken ölebilir” diyor.
Demokrasi dışı dönemin uygulamalarını, bugünün demokrasiye tamamen
aykırı uygulamalarını savunmak için kullanıyor. “İnsanları
yargılayabilirsiniz, gözaltına alabilirsiniz, soruşturabilirsiniz ama
tümünü hukuka uygun yapmanız gerek” diyorsunuz, anlamıyor. Sonra
“itibarlı kişiler gözaltına alınamazmış, ben buna katılmıyorum” diye
yorum yapıyor. Dediğinizi hiç anlamamış. Aydınlığın ölçüsü cahil olmak,
söylenenleri hiç anlamamaktır zannediyor. Ya da gözyaşı döküyor; “bunun
YÖK Başkanı’na yapılması, MGK Genel Sekreteri’ne yapılması ayıp oldu”
diye yazıyor. Sadece onlara değil, hiç kimseye yapılmaması gerektiğini
anlamıyor. Ya da anlamak istemiyor. Hatta “yerel seçimlerde AKP çok oy
alırsa, bu, halkın bu hukuk dışı uygulamaları benimsediğini
gösterecektir” diyor. Bunlara neden karşı çıkıldığını anlamıyor. Ne
denli cahil olursa, o kadar çok aydın olacağını zannediyor. Bunun
“embedded aydınlar” için geçerli davranış biçimi olduğunu anlamıyor.
***
Laiklikten
söz ediyor. Laikliğin tanımının ve uygulamasının 14. yy’dan bu yana
nasıl geliştiğini ve ne anlama geldiğini hiç bilmiyor. Birileri öyle
söylediği için, “laikçiler ve dinciler” türünde saçma sapan
sınıflandırmalar yapıyor. Kendine uygun savlar geliştiriyor. İktidar
partisi, bu savları çok sevdiği için bunların gerçek olduğunu
zannediyor. Aksine araştırmalar yapanlar olursa, onlara kızıyor. Tarhan
Erdem’in türban araştırmasında, bize o gün inandırmak istediğinin
tersine sonuçlar çıkınca çok kızıyor, bir daha Tarhan Erdem’in adını
anmıyor, TV programlarına çağırmıyor. “Sana bunları Ergenekon mu
yazdırdı?” diye soruyor. Binnaz Toprak’ın araştırması ortaya çıkınca
çok kızıyor, “kolonyalist sömürgecinin halkına bakışı” türünde
değerlendirmeler yapıyor. Binnaz Toprak’ı tu kaka ediyor. Sonra baktı
ki iktidar kızıyor, o da aydın ve dürüst gazetecilere kızıyor. Aydın
olmanın ölçüsünün, iktidara mümkün olduğu kadar yakınlaşmak olduğunu
zannediyor. TV programına katılıyor; söylediği şeylerin inanlmazlığı
ortaya çıkınca, “ne var yani askeri mi destekleyeceksin” diye tepki
gösteriyor. Türkiye’nin ilk kez 2002’de demokrasiye geçtiğini, ilk
anayasasını 2007’de yapacağını zannediyor. Tersini söylüyorsun, çok
kızıyor, “birileri sivil anayasayı engelleyecek” diye yazıyor. “Çağdaş
bir Anayasa böyle olmaz, hak ve özgürlüklerin güvencesi yok, denge ve
fren mekanizmaları yok” diyorsunuz. Anlamıyor. “Bunlar anayasayı
değiştirmek istemiyor” diyor. Ne kadar anlamazsa, o kadar aydın olunur
zannediyor.
Esasında bunlar, 80’li yılların sonu ile başladı.
Hiçbirimiz o zamanlar, birilerinin(!), bazı dostlarımızın(!) Türkiye
için yeni bir rejim aradığını, bunun altyapısını oluşturmaya
başladığını pek anlamamıştık. Nereden bilinecek o günlerden bugünlere
gelineceği, liberal aydınlardan, “embedded” aydınlara varılacağı?
“Onlar benim silahşorlarım” sözüne varacağımız, liberal aydınların bu
sözü iltifat sayacakları? Tabii kim nereden bilsin, 10 - 15 yıl sonra,
parti kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı için “işte
Ergenekon’un nerelere kadar sızdığı ortaya çıktı” diyen kültür
bakanlarının çıkabileceği, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan ile ve başka
kişilerle Çukurambar’da gizlice buluşacağı?
Ama Türkiye’nin
aydınlık ve dürüst insanları karşı çıkmaya başladı. Dost sayılan
birilerinin bizi nerelere getirdiğini görmeye başladılar. Artık güzel
günler yakın, emin olun.
Süheyl BATUM- DEMİR ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 24
Yaş : 69
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 27/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz