Eski İstanbulumuz!
1 sayfadaki 1 sayfası
Eski İstanbulumuz!
Eski İstanbulumuz!
Çocukluğumun, gençliğimin İstanbul’unun nüfusu 500.000, bilemediniz 700.000 kişi idi. Neredeyse herkes biribirini tanırdı. Daha doğrusu seçkinler biribirlerini tanırlar, diğerleri de seçkinleri tanırlardı...
Cumhuriyet’in ilanından sonra, çok geçmeden, eski imparatorluk yüksek sosyetesinin yerini Cumhuriyet sosyetesi almıştı. Hanedan ve Hanedana mensup bazı aileler yurt dışına göçmüşlerdi ama, saltanat devri sosyetesinin mensupları, Anadolu hareketine katılmamış olan İstanbul’un “Birinci” aileleri, ilk başlarda, herhalde Ankara’dan gelen burjuva, asker ve memur kökenli ve Kuvvayı Milliyeci “yenilere”, sonradan görmeler nazarıyla bakıyorlardı.
İstanbul’da farklı hayatlar
Aynı yıllar bir bakıma “cumbadan rumbaya” ve İstanbul’un iki tarafı arasındaki yaşam tarzlarının çatıştığı yıllardı da! İstanbul’un geleneklerine bağlı “İstanbul” ve Kadıköy semtlerinin orta sınıfı, özellikle genç kuşakları artık Şişli’ye ve Beyoğlu’na taşınıyorlar ve o döneme ait romanların adlarında olduğu gibi “Cumba’dan Rumba’ya” geçiyorlar veya “Harbiye-Fatih Tramvayında” bir yaşam tarzından ötekine gidip geliyorlardı. Zaten bu romanlarda o dönemin toplumsal ve kişisel bocalamaları ve bunalımları anlatılmıştır.
Çelişkiler... Bocalamalar...
İlerdeki yıllarda ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında da, İstanbul toplumunda böylesine toplum ve yaşantı çelişkileri, bocalamaları yaşanacaktı! O dönemde de, İstanbul’a gelip yerleşen harp zengini taşralı “Hacıağaların” da, yerleşik sosyete mensupları tarafından gene başlangıçta yadırgandıkları hatta dışlandıkları gibi... Eski İstanbullu bir hanım bana “Oğlum, biz İstanbul’u kiraya verdik” demişti.
Yıllar geçince bazı “Hacıağalar” artık “İstanbullular” ve İstanbul sosyetesinin kreması ve sahipleri olacaklardı...
İleride -ömrüm vefa ettikçe- İstanbul’u ve semtlerini bu köşede anlatmaya çalışacağım..
Büyükada
İlk olarak Adalardan ve çocukluğumda zaman zaman yaşadığım Büyükada’dan başlayayım.. En sonunda 27 Mayıs Darbesinden sonra dokuz ay zoraki misafir olduğum Yassıada’ya da gelirim.
Bostancı’dan sonra yazları sayfiyeye Büyükada’ya gitmeye başladık. Bir iki yaz kiralık evlere gittikten sonra halamın, Nizam bölgesinde satın aldığı güzel bir eski İtalyan Köşkünde oturduk. Büyükada, o zaman eski Yat Kulübünün (şimdi Anadolu Kulübü) merkezini teşkil ettiği sosyetik bir sayfiye idi. Önemli seçkinler yazlarını burada geçirirlerdi.
Burada, biz çocukların günlük hayatımız bisikletler üzerinde geçerdi, diyebilirim. Edindiğimiz kızlı erkekli arkadaşlarla filo hattında dolaşırdık. Eski Adliye Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un çocukları, Ay, Gün ve Yüksel’le çok iyi arkadaş olmuştuk. Sonraları sınıf arkadaşım olacak Tunç Yalman’la da burada dost olduk. Ahmet Emin Yalman’ın Nizam yolu üzerindeki evi yıllar boyunca bana ikinci bir ev olacaktı.
Buluğ çağımın bir kısmı Büyükada’da geçti... Gündüz ağabeyim, adanın seçkin gazinolarından Tilla’da evlendi. Babamın yeni eşi Füreya’nın da ailesi (Şakir Paşa) orada idi. Sonra birkaç yaz orada da kaldık.
Tipler
Büyükada’nın ilginç tipleri ve kişileri vardı. İskele başındaki kahvehanenin sahibesi Saraylı Hanım, rivayet edilirdi ki Rum’dan dönerek sarayda bulunmuş sonra bir Türk beye çırağ edilmiş. Tatlı bir şive ile Türkçe konuşur, genç kızların dertlerine ortak olurdu.
Akşamları İstanbul’dan “direkt” yani başka hiçbir adaya uğramadan gelen vapuru karşılamak ve boy göstermek için hemen hemen herkes, şık giyinerek iskeleye -piyasaya- gelip boy gösterirdi. Bu piyasaların gediklilerinden biri, sonra CHP’den milletvekili olan, esmer ve yakışıklı Esat Mahmut Karakurt’tu ve bazı genç kız ve hanımların gönüllerini hoplatırdı. Romanları ve özellikle Dersim/Tunceli isyanları esnasında uçağı dağlara düşen Türk subayını kurtaran ve ona aşık olan esmer güzeli Kürt kızının aşklarını anlatan “Dağları Bekleyen Kız” romanı ile şöhret yapmıştı. Galatasaray’da bir süre edebiyat hocalığı yapan Esat Mahmut Karakurt’un romanlarının edebi kıymetleri ne kadardı bilmiyorum. Ancak Dağları Bekleyen Kız’ı bulup şimdi okumayı isterdim.
Eller arkada okunan kitap!
Doğru veya uydurma Karakurt’un bir romanında şöyle bir pasaj olduğu söylenirdi: “Esmer yakışıklı adam, hem dolaşıyor hem de elleri arkasında elindeki kitabı okuyordu!”
Romanların bütün erkek kahramanları da esmer uzun boylu ve yakışıklı yani Karakurt’un kendisinin tarifi olurdu.
Rivayet edilir ki, o sıralarda gene, yazları Büyükada’da ikamet eden Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’a, Karakurt’la bir karabeti (yakınlık-hısımlık) olup olmadığını sormuşlar. O da kemali ciddiyetle “O benim tersim olur!” demişmiş!
Büyükada’nın ilginç bir siması daha vardı; Doktor Çat! Herhalde varlıklı bir ailenin çocuğu olan ve yaz kış adada tek başına oturan bu zat her zaman tertemiz kıyafeti ile özellikle piyasa vakti iskeleye çıkar veya İstanbul’dan direkt vapurla gelir ve yürüdükçe sağ elini kaldırarak etrafındakileri “çat, çat” diye selamlardı. Lakabı da Doktor Çat olarak kalmıştı. Sonra Doktor Çat’a ne oldu, izleyemedik!
ATATÜRK DİYOR Kİ
Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
Çocukluğumun, gençliğimin İstanbul’unun nüfusu 500.000, bilemediniz 700.000 kişi idi. Neredeyse herkes biribirini tanırdı. Daha doğrusu seçkinler biribirlerini tanırlar, diğerleri de seçkinleri tanırlardı...
Cumhuriyet’in ilanından sonra, çok geçmeden, eski imparatorluk yüksek sosyetesinin yerini Cumhuriyet sosyetesi almıştı. Hanedan ve Hanedana mensup bazı aileler yurt dışına göçmüşlerdi ama, saltanat devri sosyetesinin mensupları, Anadolu hareketine katılmamış olan İstanbul’un “Birinci” aileleri, ilk başlarda, herhalde Ankara’dan gelen burjuva, asker ve memur kökenli ve Kuvvayı Milliyeci “yenilere”, sonradan görmeler nazarıyla bakıyorlardı.
İstanbul’da farklı hayatlar
Aynı yıllar bir bakıma “cumbadan rumbaya” ve İstanbul’un iki tarafı arasındaki yaşam tarzlarının çatıştığı yıllardı da! İstanbul’un geleneklerine bağlı “İstanbul” ve Kadıköy semtlerinin orta sınıfı, özellikle genç kuşakları artık Şişli’ye ve Beyoğlu’na taşınıyorlar ve o döneme ait romanların adlarında olduğu gibi “Cumba’dan Rumba’ya” geçiyorlar veya “Harbiye-Fatih Tramvayında” bir yaşam tarzından ötekine gidip geliyorlardı. Zaten bu romanlarda o dönemin toplumsal ve kişisel bocalamaları ve bunalımları anlatılmıştır.
Çelişkiler... Bocalamalar...
İlerdeki yıllarda ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında da, İstanbul toplumunda böylesine toplum ve yaşantı çelişkileri, bocalamaları yaşanacaktı! O dönemde de, İstanbul’a gelip yerleşen harp zengini taşralı “Hacıağaların” da, yerleşik sosyete mensupları tarafından gene başlangıçta yadırgandıkları hatta dışlandıkları gibi... Eski İstanbullu bir hanım bana “Oğlum, biz İstanbul’u kiraya verdik” demişti.
Yıllar geçince bazı “Hacıağalar” artık “İstanbullular” ve İstanbul sosyetesinin kreması ve sahipleri olacaklardı...
İleride -ömrüm vefa ettikçe- İstanbul’u ve semtlerini bu köşede anlatmaya çalışacağım..
Büyükada
İlk olarak Adalardan ve çocukluğumda zaman zaman yaşadığım Büyükada’dan başlayayım.. En sonunda 27 Mayıs Darbesinden sonra dokuz ay zoraki misafir olduğum Yassıada’ya da gelirim.
Bostancı’dan sonra yazları sayfiyeye Büyükada’ya gitmeye başladık. Bir iki yaz kiralık evlere gittikten sonra halamın, Nizam bölgesinde satın aldığı güzel bir eski İtalyan Köşkünde oturduk. Büyükada, o zaman eski Yat Kulübünün (şimdi Anadolu Kulübü) merkezini teşkil ettiği sosyetik bir sayfiye idi. Önemli seçkinler yazlarını burada geçirirlerdi.
Burada, biz çocukların günlük hayatımız bisikletler üzerinde geçerdi, diyebilirim. Edindiğimiz kızlı erkekli arkadaşlarla filo hattında dolaşırdık. Eski Adliye Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un çocukları, Ay, Gün ve Yüksel’le çok iyi arkadaş olmuştuk. Sonraları sınıf arkadaşım olacak Tunç Yalman’la da burada dost olduk. Ahmet Emin Yalman’ın Nizam yolu üzerindeki evi yıllar boyunca bana ikinci bir ev olacaktı.
Buluğ çağımın bir kısmı Büyükada’da geçti... Gündüz ağabeyim, adanın seçkin gazinolarından Tilla’da evlendi. Babamın yeni eşi Füreya’nın da ailesi (Şakir Paşa) orada idi. Sonra birkaç yaz orada da kaldık.
Tipler
Büyükada’nın ilginç tipleri ve kişileri vardı. İskele başındaki kahvehanenin sahibesi Saraylı Hanım, rivayet edilirdi ki Rum’dan dönerek sarayda bulunmuş sonra bir Türk beye çırağ edilmiş. Tatlı bir şive ile Türkçe konuşur, genç kızların dertlerine ortak olurdu.
Akşamları İstanbul’dan “direkt” yani başka hiçbir adaya uğramadan gelen vapuru karşılamak ve boy göstermek için hemen hemen herkes, şık giyinerek iskeleye -piyasaya- gelip boy gösterirdi. Bu piyasaların gediklilerinden biri, sonra CHP’den milletvekili olan, esmer ve yakışıklı Esat Mahmut Karakurt’tu ve bazı genç kız ve hanımların gönüllerini hoplatırdı. Romanları ve özellikle Dersim/Tunceli isyanları esnasında uçağı dağlara düşen Türk subayını kurtaran ve ona aşık olan esmer güzeli Kürt kızının aşklarını anlatan “Dağları Bekleyen Kız” romanı ile şöhret yapmıştı. Galatasaray’da bir süre edebiyat hocalığı yapan Esat Mahmut Karakurt’un romanlarının edebi kıymetleri ne kadardı bilmiyorum. Ancak Dağları Bekleyen Kız’ı bulup şimdi okumayı isterdim.
Eller arkada okunan kitap!
Doğru veya uydurma Karakurt’un bir romanında şöyle bir pasaj olduğu söylenirdi: “Esmer yakışıklı adam, hem dolaşıyor hem de elleri arkasında elindeki kitabı okuyordu!”
Romanların bütün erkek kahramanları da esmer uzun boylu ve yakışıklı yani Karakurt’un kendisinin tarifi olurdu.
Rivayet edilir ki, o sıralarda gene, yazları Büyükada’da ikamet eden Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’a, Karakurt’la bir karabeti (yakınlık-hısımlık) olup olmadığını sormuşlar. O da kemali ciddiyetle “O benim tersim olur!” demişmiş!
Büyükada’nın ilginç bir siması daha vardı; Doktor Çat! Herhalde varlıklı bir ailenin çocuğu olan ve yaz kış adada tek başına oturan bu zat her zaman tertemiz kıyafeti ile özellikle piyasa vakti iskeleye çıkar veya İstanbul’dan direkt vapurla gelir ve yürüdükçe sağ elini kaldırarak etrafındakileri “çat, çat” diye selamlardı. Lakabı da Doktor Çat olarak kalmıştı. Sonra Doktor Çat’a ne oldu, izleyemedik!
ATATÜRK DİYOR Kİ
Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
Altemur KILIÇ- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 139
Yaş : 100
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz