Paralize olmuş ordu!..
1 sayfadaki 1 sayfası
Paralize olmuş ordu!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, önceki gün -yine- ağır konuştu, “Türk Ordusu’nun da bir sabrı var” dedi ve yumruğunu masaya vurdu.
Niçin konuştu?
Çünkü, TSK’ya artık sayısını unuttuğumuz yeni bir saldırı başlatılmıştı. Üstelik 7 yıl öncesinden, “demokrasi kahramanı” gösterilen emekli genelkurmay başkanı Hilmi Özkök zamanından kalma bir darbe planı iddiası nedeniyle.
Kimse Özkök’ü suçlamıyor, tersine alkışlıyor; ama o dönemde hiçbir sorumluluğu olmayan şimdiki başkan eleştiriliyor!
Bu, işin bir boyutu.
Diğer boyutu ise, Org. Başbuğ’un içinde bulunduğu durum.
Kendisine saygım var. Ancak, bir aydın olarak -dışarıdan- görünen durumu yazmazsam tarih önünde sorumlu olurum.
Buz savaşçısı..
Sayın Başbuğ göreve geldiği zaman, özellikle Hürriyet Gazetesi kendisine “Buz Savaşçısı” demişti.
Yani, soğukkanlı bir savaşçı.
Geldiğimiz noktada tam tersini görüyoruz. Sayın Başbuğ sinirli, yumruğunu masaya vuruyor.
Ama sonuç yok.
Şimdi soralım... Türk Ordusu’nun -mutlaka darbe dışında- bir çözümü yok mudur?
Bunca yıllık askeri okul eğitimleri boşuna mıdır?.. Onca yurtdışı eğitimleri, kursları, görevleri göstermelik midir?.. Yıllar önce kurulan ve basına büyük gururla gösterilen-gezdirilen, SAREM denen (ve varsa benzeri) stratejik araştırma merkezleri hangi düşünce ve çözümleri üretmektedir?.. Kurmaylık denen şey, ne anlama geliyor ve ne zaman işe yarıyor?.. O yakalardaki madalyalar ve şerit rozetlerin her biri, bir başarıdan sonra alınmıyor mu?.. O tepe görevlere, her yıl onlarca elemeden sonra süzüle süzüle gelinmiyor mu?..
Türk Genelkurmayı’nın bugünkü görüntüsü ne yazık ki, tam bir “paralize” olma durumudur.
Yani, “şok” olma ve hareketsiz kalma durumu.
Tıpkı, yılanın saldırıya geçerken çıkardığı ıslık sesinde olduğu gibi.
Tıpkı, karatecilerin saldırıdan önce çığlık atmasında olduğu gibi.
Tıpkı, aslan kendisine yaklaştığında çaresizlik düşüncesine kapılan ceylanın kendisini teslim etmesi gibi.
Benzetmek gibi olmasın. Kıyamet öncesinde de, Sur’a üflendiğinde kimsenin yapacak bir şeyi kalmaması gibi.
Güliver cüceler ülkesinde..
Bir ordu, sınır ötesindeki düşmana karşı savaşma yeteneğinin dışında, “kendisini koruma” reflekslerinden yoksun mudur?
Sayın Başbuğ, önceki günkü açıklamalarının benzerini çok önce de yaptı, yakın zamanda da.
Başbuğ iki gün önceki açıklamasında, “Burası şikâyet yeri değil, çözüm yeridir” dedi.
O yüzden soruyorum. Türk Ordusu’nun -mutlaka darbe dışında- bir
çözümü yok mudur?
Bir başka benzetme (teşbih) ile tamamlayayım.
Güliver (Gulliver) denen masal kahramanını herhalde bilmeyenimiz yok. Ben bugün, Güliver’in cüceler tarafından yere yatırılmış, çaresiz biçimde bağlanmış resmini hatırlıyorum, nedense.
Yok edilecek hedef!..
Toz duman içine sokulan toplum, elini, yüzünü, gözünü silerek ortalığı görmeye çalışıyor.
Artık herkes “Darbe kötü, darbe kötü” havasına sokuldu. Evet, darbe gerçekten kötü. Bunun geçmişte çok örneğini gördük. Ama bugünkü durum ve hava, darbenin kötü olduğunu “bilinçle” kavramak değil, toplumu papağanlaştırma ve “bilinçsizleştirme” durumu.
Böyle bir bulanık ortamda, “avlanmak” isteyen avcılar, her kötülüğü yapabilir. Böyle ortamlarda iş, bir işarete kalır. Ve avcıların işaret edeceği kişi ya da kurum yok edilir!..
“Yok edilecek olan ne” diye sorsam acıyla gülersiniz değil mi?
Niçin konuştu?
Çünkü, TSK’ya artık sayısını unuttuğumuz yeni bir saldırı başlatılmıştı. Üstelik 7 yıl öncesinden, “demokrasi kahramanı” gösterilen emekli genelkurmay başkanı Hilmi Özkök zamanından kalma bir darbe planı iddiası nedeniyle.
Kimse Özkök’ü suçlamıyor, tersine alkışlıyor; ama o dönemde hiçbir sorumluluğu olmayan şimdiki başkan eleştiriliyor!
Bu, işin bir boyutu.
Diğer boyutu ise, Org. Başbuğ’un içinde bulunduğu durum.
Kendisine saygım var. Ancak, bir aydın olarak -dışarıdan- görünen durumu yazmazsam tarih önünde sorumlu olurum.
Buz savaşçısı..
Sayın Başbuğ göreve geldiği zaman, özellikle Hürriyet Gazetesi kendisine “Buz Savaşçısı” demişti.
Yani, soğukkanlı bir savaşçı.
Geldiğimiz noktada tam tersini görüyoruz. Sayın Başbuğ sinirli, yumruğunu masaya vuruyor.
Ama sonuç yok.
Şimdi soralım... Türk Ordusu’nun -mutlaka darbe dışında- bir çözümü yok mudur?
Bunca yıllık askeri okul eğitimleri boşuna mıdır?.. Onca yurtdışı eğitimleri, kursları, görevleri göstermelik midir?.. Yıllar önce kurulan ve basına büyük gururla gösterilen-gezdirilen, SAREM denen (ve varsa benzeri) stratejik araştırma merkezleri hangi düşünce ve çözümleri üretmektedir?.. Kurmaylık denen şey, ne anlama geliyor ve ne zaman işe yarıyor?.. O yakalardaki madalyalar ve şerit rozetlerin her biri, bir başarıdan sonra alınmıyor mu?.. O tepe görevlere, her yıl onlarca elemeden sonra süzüle süzüle gelinmiyor mu?..
Türk Genelkurmayı’nın bugünkü görüntüsü ne yazık ki, tam bir “paralize” olma durumudur.
Yani, “şok” olma ve hareketsiz kalma durumu.
Tıpkı, yılanın saldırıya geçerken çıkardığı ıslık sesinde olduğu gibi.
Tıpkı, karatecilerin saldırıdan önce çığlık atmasında olduğu gibi.
Tıpkı, aslan kendisine yaklaştığında çaresizlik düşüncesine kapılan ceylanın kendisini teslim etmesi gibi.
Benzetmek gibi olmasın. Kıyamet öncesinde de, Sur’a üflendiğinde kimsenin yapacak bir şeyi kalmaması gibi.
Güliver cüceler ülkesinde..
Bir ordu, sınır ötesindeki düşmana karşı savaşma yeteneğinin dışında, “kendisini koruma” reflekslerinden yoksun mudur?
Sayın Başbuğ, önceki günkü açıklamalarının benzerini çok önce de yaptı, yakın zamanda da.
Başbuğ iki gün önceki açıklamasında, “Burası şikâyet yeri değil, çözüm yeridir” dedi.
O yüzden soruyorum. Türk Ordusu’nun -mutlaka darbe dışında- bir
çözümü yok mudur?
Bir başka benzetme (teşbih) ile tamamlayayım.
Güliver (Gulliver) denen masal kahramanını herhalde bilmeyenimiz yok. Ben bugün, Güliver’in cüceler tarafından yere yatırılmış, çaresiz biçimde bağlanmış resmini hatırlıyorum, nedense.
Yok edilecek hedef!..
Toz duman içine sokulan toplum, elini, yüzünü, gözünü silerek ortalığı görmeye çalışıyor.
Artık herkes “Darbe kötü, darbe kötü” havasına sokuldu. Evet, darbe gerçekten kötü. Bunun geçmişte çok örneğini gördük. Ama bugünkü durum ve hava, darbenin kötü olduğunu “bilinçle” kavramak değil, toplumu papağanlaştırma ve “bilinçsizleştirme” durumu.
Böyle bir bulanık ortamda, “avlanmak” isteyen avcılar, her kötülüğü yapabilir. Böyle ortamlarda iş, bir işarete kalır. Ve avcıların işaret edeceği kişi ya da kurum yok edilir!..
“Yok edilecek olan ne” diye sorsam acıyla gülersiniz değil mi?
Hulki CEVİZOĞLU- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 46
Yaş : 66
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 25
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz