Türkiye bölündü de taraflar kimler peki?
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Can ATAKLI :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Türkiye bölündü de taraflar kimler peki?
Son
zamanlarda canımı en çok sıkan söylemlerden biri; “Türkiye iyice
bölündü. Herkes takım tutar gibi bir tarafı tutuyor, ortasının bulunması
lazım.”
Bu söylemi öncelikle AKP ve yandaşları yayıyor.
Bu
tuzağa düşen pek çok kişi Türkiye’nin ikiye bölündüğüne inanıyor.
Suya
sabuna dokunmayan ve kim gelirse gelsin avantasına bakan bir kesim ise
kendisini bunun dışında tutarak güya akıl vermeye çalışıyor.
Çok
açık ve kesin biçimde görüşümü söyleyeyim: Türkiye’nin ikiye bölündüğü
koca bir yalandır.
Evet, Türkiye’de bir ayrım vardır. Bir tür
bölünmeden söz edebiliriz.
Ama bu bölünme iktidarın yarattığı
“benden olan ve olmayan” ayrımından başka bir şey değildir.
İktidar
ve payandası sözde liberal özde faşistler kendi emellerini gizlemek
adına Türkiye’yi bölünmüş gibi göstermektedir.
Oysa güya bölünmüş
Türkiye’de taraflardan biri iktidar ve yandaşlarıdır ve amaçları
Türkiye’de rejimi dönüştürmektir.
Güya bölünmüş Türkiye’nin öte
tarafı ise, bu dönüşüme karşı çıkanların tamamıdır. Bu kesim kendi
içinde bir birlik sağlayamadığı gibi pek çok konuda da görüş ayrılığı
içindedir. Ki demokrasinin de gereği budur.
Ancak iktidar için
mevcut tehlike, herkesin ortak değeri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş felsefesi, Atatürk devrim ve ilkelerinin tamamen değiştirilmesi
olunca, buna karşı çıkan tüm kesimlerde ortak bir refleks oluşmakta.
İşte
bu ortak refleksten korkan iktidar ve yandaşları, kendileri dışında
kalan herkesi aynı kefeye koymakta ve sanal olarak böldükleri Türkiye’de
asıl güç sahibinin kendileri olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Burada
bana göre çok tehlikeli bir kesim daha var. O da, kendilerini toplumdan
soyutlayan ve bölünmeden şiddetle rahatsız olduğunu beyan eden ve hemen
her gelişmeyi “Onlar böyle yapıyor, bunlar da böyle” diyerek
sulandıranlardır.
Bu kesimin tehlikesi şudur: Medyada da sesleri
çok çıkabilen bu kesim Türkiye’nin içine düşmek üzere olduğu derin
uçurumu yok saymakta, bu iktidarın rejimi değiştirme operasyonunu
ciddiye almamakta ve güya aklı selimin sesi gibi davranmakta.
Oysa
bu belkemiksiz tutum nedeniyle Türkiye’nin dönüştürülmesi
hızlanacaktır. Artık herkesin düne göre daha da uyanık olması gerekir.
***
Hal
komisyoncuları güvence istiyorlar
Önceki hafta
gazetede üç ziyaretçim vardı. Biri Türkiye Meyve Sebze Komisyoncuları
Federasyonu Başkanı Yüksel Tavşan, diğerleri de İstanbul Yaş Sebze Meyve
ve Bostan Komisyoncuları Derneği yöneticileri Sedat Toktürk ile
Muhittin Baran.
Aslında sorunlarını anlatmak ve Meclis’te
görüşülecek olan Haller Yasası hakkında bilgi vermek istiyorlardı.
Önce
hal ve komisyoncuların konumunu konuştuk. Halin bir borsa gibi
olduğunu, fiyat istikrarının sağlandığını ve üreticinin hakkının da
burada korunduğunu anlattılar.
Ama asıl sıkıntıları Haller
Yasası’na konan bir madde ile ilgili. Bu maddeye göre haller tahsisten
çıkarılıp kira usulüne dönüştürülüyor. Halciler buna karşı değil. Ama
yasanın bu maddesinde kiralamanın en fazla 12 yıl olabileceği, bu
süreden sonra yeniden ihaleye çıkarılacağı ve bu işi yapan esnafın
kazanılmış bir hakkı olmayacağı hükme bağlanıyor.
Halciler diyor
ki “Eğer bu böyle olursa kimse bu mesleği sürdüremez. 12 yıl göz açıp
kapayana kadar geçip gider. Bu mesleği çok uzun yıllardır yapanlar, bir
anda işsiz ve sermayesiz kalır. Ayrıca bu meslek aklına her gelenin
yapabileceği bir meslek değil. Parası olan herkes ‘Biraz da
komisyonculuk yapalım’ diyerek buraya girerse bundan en büyük zararı
önce üretici sonra da son tüketici görür.”
İşin özeti, halciler
bu mesleğin zamanla sınırlanmasına şiddetle karşı. Yasanın diğer pek çok
maddesine, kendi aleyhlerine de olsa karşı çıkmıyorlar, ama
güvencelerini de yitirmek istemiyorlar.
Anladığım kadarıyla başta
iktidar partisi olmak üzere siyasilerle görüşmeler sürüyormuş. Bu da
benden bir uyarı olsun. Hal üzerine sohbet koyulaşınca “Bu konuşma
burada olmaz, asıl ben sizi ziyaret edeyim, bana her şeyi yerinde
anlatın” dedim.
İki gün sonrası için sözleştik ve sabahın erken
saatlerinde İstanbul Sebze Meyve Hali’ne gittim. Onu da diğer yazıda
anlatayım.
***
‘Hal’in
hâli çok ilginçmiş
Sedat Toktürk’e “Ben oraya
geleyim” deyince “Perşembe günü kahvaltıya bekliyoruz o zaman” dedi.
“Saat kaçta?” diye sorunca “Kaçta isterseniz, 08.00, 09.00?” karşılığını
verdi. Gecenin üçünden önce yatmadığım için 08.00 pek cazip gelmedi,
09.00’da karar kıldık.
09.00’a beş kala halden içeri girdim.
İnanılmaz bir manzara. Her taraf sebze meyve dolu. Kamyonlar sıra sıra
bekliyor, bir hareket bir hareket...
Dernek binasında bir
kahvaltı hazırlamışlar sormayın, kuş sütü eksik. En güzeli de taze meyve
ve sebzelerin bolluğu. Tam cennetinde olunca farklı oluyor tabii.
Derneğin
yöneticileri beni beklemişler. Beklemişler diyorum, çünkü benim
gittiğim saatlerde meğer halde işler de bitiyormuş. Yani ben “erken”
bile geldim diye düşünürken, meğer orası için çok geç bir saatmiş.
Halde
işler gece yarısına doğru başlıyormuş. Alıcılar o saatlerde hali
dolduruyor ve mal seçiyormuş. Sabaha karşı ise alınan mallar kamyon ve
kamyonetlere yüklenip gidiyormuş. Benim orada olduğum saatlerde ise
herkes işini bitirip gidiyormuş.
“Peki beni niye bu saatte
çağırdınız, keşke daha erken gelseydim” dedim. Kıyamamışlar güneş bile
doğmadan çağırmaya.
Şimdi bana bir ziyaret olanağı daha çıktı. Bu
kez halin en kalabalık ve hareketli olduğu saatte gideceğim. Bana her
şeyi anlattılar ve gezdirdiler ama asıl merakım o pazarlıkların
yapılması, fiyatların belirlenmesi anları.
Bir dahaki sefere
artık.
***
Buna
eğitim diyoruz
Milli Eğitim Bakanlığı lise son sınıf
öğrencilerine üniversite sınavlarına hazırlanmaları için 25 gün izin
vermiş. 20 günlük devamsızlık hakkını da kullanabilecek öğrenciler 45
gün okul yerine dershanelere gidecekler.
Ve biz de buna eğitim
diyeceğiz. Yok katsayıydı, yok kontenjandı diyerek saçma sapan
tartışmalar yapacağız.
Milli Eğitim’in bu kararı bir utanç
belgesidir. Liselerde doğru düzgün eğitim verilemediğinin, ancak
dershanelere giden çocukların sınavda başarılı olma şansı
yakalayabileceğinin itirafıdır.
Çocuklarımız ancak dershanelerde
eğitim gördükten sonra üniversiteye girebileceklerse bunca yıl okumanın
ne anlamı var! Verin eğitimi dershanelere, onlar da çocukları daha kısa
sürede üniversiteye hazırlasınlar.
zamanlarda canımı en çok sıkan söylemlerden biri; “Türkiye iyice
bölündü. Herkes takım tutar gibi bir tarafı tutuyor, ortasının bulunması
lazım.”
Bu söylemi öncelikle AKP ve yandaşları yayıyor.
Bu
tuzağa düşen pek çok kişi Türkiye’nin ikiye bölündüğüne inanıyor.
Suya
sabuna dokunmayan ve kim gelirse gelsin avantasına bakan bir kesim ise
kendisini bunun dışında tutarak güya akıl vermeye çalışıyor.
Çok
açık ve kesin biçimde görüşümü söyleyeyim: Türkiye’nin ikiye bölündüğü
koca bir yalandır.
Evet, Türkiye’de bir ayrım vardır. Bir tür
bölünmeden söz edebiliriz.
Ama bu bölünme iktidarın yarattığı
“benden olan ve olmayan” ayrımından başka bir şey değildir.
İktidar
ve payandası sözde liberal özde faşistler kendi emellerini gizlemek
adına Türkiye’yi bölünmüş gibi göstermektedir.
Oysa güya bölünmüş
Türkiye’de taraflardan biri iktidar ve yandaşlarıdır ve amaçları
Türkiye’de rejimi dönüştürmektir.
Güya bölünmüş Türkiye’nin öte
tarafı ise, bu dönüşüme karşı çıkanların tamamıdır. Bu kesim kendi
içinde bir birlik sağlayamadığı gibi pek çok konuda da görüş ayrılığı
içindedir. Ki demokrasinin de gereği budur.
Ancak iktidar için
mevcut tehlike, herkesin ortak değeri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş felsefesi, Atatürk devrim ve ilkelerinin tamamen değiştirilmesi
olunca, buna karşı çıkan tüm kesimlerde ortak bir refleks oluşmakta.
İşte
bu ortak refleksten korkan iktidar ve yandaşları, kendileri dışında
kalan herkesi aynı kefeye koymakta ve sanal olarak böldükleri Türkiye’de
asıl güç sahibinin kendileri olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Burada
bana göre çok tehlikeli bir kesim daha var. O da, kendilerini toplumdan
soyutlayan ve bölünmeden şiddetle rahatsız olduğunu beyan eden ve hemen
her gelişmeyi “Onlar böyle yapıyor, bunlar da böyle” diyerek
sulandıranlardır.
Bu kesimin tehlikesi şudur: Medyada da sesleri
çok çıkabilen bu kesim Türkiye’nin içine düşmek üzere olduğu derin
uçurumu yok saymakta, bu iktidarın rejimi değiştirme operasyonunu
ciddiye almamakta ve güya aklı selimin sesi gibi davranmakta.
Oysa
bu belkemiksiz tutum nedeniyle Türkiye’nin dönüştürülmesi
hızlanacaktır. Artık herkesin düne göre daha da uyanık olması gerekir.
***
Hal
komisyoncuları güvence istiyorlar
Önceki hafta
gazetede üç ziyaretçim vardı. Biri Türkiye Meyve Sebze Komisyoncuları
Federasyonu Başkanı Yüksel Tavşan, diğerleri de İstanbul Yaş Sebze Meyve
ve Bostan Komisyoncuları Derneği yöneticileri Sedat Toktürk ile
Muhittin Baran.
Aslında sorunlarını anlatmak ve Meclis’te
görüşülecek olan Haller Yasası hakkında bilgi vermek istiyorlardı.
Önce
hal ve komisyoncuların konumunu konuştuk. Halin bir borsa gibi
olduğunu, fiyat istikrarının sağlandığını ve üreticinin hakkının da
burada korunduğunu anlattılar.
Ama asıl sıkıntıları Haller
Yasası’na konan bir madde ile ilgili. Bu maddeye göre haller tahsisten
çıkarılıp kira usulüne dönüştürülüyor. Halciler buna karşı değil. Ama
yasanın bu maddesinde kiralamanın en fazla 12 yıl olabileceği, bu
süreden sonra yeniden ihaleye çıkarılacağı ve bu işi yapan esnafın
kazanılmış bir hakkı olmayacağı hükme bağlanıyor.
Halciler diyor
ki “Eğer bu böyle olursa kimse bu mesleği sürdüremez. 12 yıl göz açıp
kapayana kadar geçip gider. Bu mesleği çok uzun yıllardır yapanlar, bir
anda işsiz ve sermayesiz kalır. Ayrıca bu meslek aklına her gelenin
yapabileceği bir meslek değil. Parası olan herkes ‘Biraz da
komisyonculuk yapalım’ diyerek buraya girerse bundan en büyük zararı
önce üretici sonra da son tüketici görür.”
İşin özeti, halciler
bu mesleğin zamanla sınırlanmasına şiddetle karşı. Yasanın diğer pek çok
maddesine, kendi aleyhlerine de olsa karşı çıkmıyorlar, ama
güvencelerini de yitirmek istemiyorlar.
Anladığım kadarıyla başta
iktidar partisi olmak üzere siyasilerle görüşmeler sürüyormuş. Bu da
benden bir uyarı olsun. Hal üzerine sohbet koyulaşınca “Bu konuşma
burada olmaz, asıl ben sizi ziyaret edeyim, bana her şeyi yerinde
anlatın” dedim.
İki gün sonrası için sözleştik ve sabahın erken
saatlerinde İstanbul Sebze Meyve Hali’ne gittim. Onu da diğer yazıda
anlatayım.
***
‘Hal’in
hâli çok ilginçmiş
Sedat Toktürk’e “Ben oraya
geleyim” deyince “Perşembe günü kahvaltıya bekliyoruz o zaman” dedi.
“Saat kaçta?” diye sorunca “Kaçta isterseniz, 08.00, 09.00?” karşılığını
verdi. Gecenin üçünden önce yatmadığım için 08.00 pek cazip gelmedi,
09.00’da karar kıldık.
09.00’a beş kala halden içeri girdim.
İnanılmaz bir manzara. Her taraf sebze meyve dolu. Kamyonlar sıra sıra
bekliyor, bir hareket bir hareket...
Dernek binasında bir
kahvaltı hazırlamışlar sormayın, kuş sütü eksik. En güzeli de taze meyve
ve sebzelerin bolluğu. Tam cennetinde olunca farklı oluyor tabii.
Derneğin
yöneticileri beni beklemişler. Beklemişler diyorum, çünkü benim
gittiğim saatlerde meğer halde işler de bitiyormuş. Yani ben “erken”
bile geldim diye düşünürken, meğer orası için çok geç bir saatmiş.
Halde
işler gece yarısına doğru başlıyormuş. Alıcılar o saatlerde hali
dolduruyor ve mal seçiyormuş. Sabaha karşı ise alınan mallar kamyon ve
kamyonetlere yüklenip gidiyormuş. Benim orada olduğum saatlerde ise
herkes işini bitirip gidiyormuş.
“Peki beni niye bu saatte
çağırdınız, keşke daha erken gelseydim” dedim. Kıyamamışlar güneş bile
doğmadan çağırmaya.
Şimdi bana bir ziyaret olanağı daha çıktı. Bu
kez halin en kalabalık ve hareketli olduğu saatte gideceğim. Bana her
şeyi anlattılar ve gezdirdiler ama asıl merakım o pazarlıkların
yapılması, fiyatların belirlenmesi anları.
Bir dahaki sefere
artık.
***
Buna
eğitim diyoruz
Milli Eğitim Bakanlığı lise son sınıf
öğrencilerine üniversite sınavlarına hazırlanmaları için 25 gün izin
vermiş. 20 günlük devamsızlık hakkını da kullanabilecek öğrenciler 45
gün okul yerine dershanelere gidecekler.
Ve biz de buna eğitim
diyeceğiz. Yok katsayıydı, yok kontenjandı diyerek saçma sapan
tartışmalar yapacağız.
Milli Eğitim’in bu kararı bir utanç
belgesidir. Liselerde doğru düzgün eğitim verilemediğinin, ancak
dershanelere giden çocukların sınavda başarılı olma şansı
yakalayabileceğinin itirafıdır.
Çocuklarımız ancak dershanelerde
eğitim gördükten sonra üniversiteye girebileceklerse bunca yıl okumanın
ne anlamı var! Verin eğitimi dershanelere, onlar da çocukları daha kısa
sürede üniversiteye hazırlasınlar.
Can ATAKLI- ALTIN ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 158
Yaş : 68
ŞEHİR : Türkiye
Meslek : Gazeteci
Öğrenim Durumu : Yüksek
Aldığı Teşekkür : 20
Kayıt tarihi : 05/06/08
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Can ATAKLI :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz