"GETİR BANA VE KÜÇÜCÜK BİR PENCERE..."
2 posters
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
"GETİR BANA VE KÜÇÜCÜK BİR PENCERE..."
“Getir bana / ve küçücük bir pencere…”
ALİ ERALP
İlhan Selçuk Ağabey aydınlanmacıydı. Bilimden, akıldan yanaydı. Kendi deyişi ile “tarihsel bilinç” sahibi idi. Diyalektiği çok iyi bilirdi.
Safsata, fizikötesi, boş inançlar onun kitabında yer almazdı. Yaşamı boyunca, değişimi, farlılaşmayı, yenileşmeyi reddeden tutucu, gerici düşüncelerle savaştı. Bu mücadeleye ömrünü verdi.
Hareketi, gelişimi, devrimi savundu hep. Evrenselin, uygarlığın, insan olmanın ışığına koştu pervaneler gibi. Yandı. Acılar çekti. Yılmadı. Gerilemedi. Diz çökmedi. Acıyı bal eyledi.
Eğilmedi, bükülmedi, kırıldı. Parçalandı. Ama yeniden yeniden bütünlendi.
Hep ileriye, geleceğe, güzelliklere koştu. Kır çiçekleriyle süsledi sözcüklerini… Acılarla yoğurdu.
Yürek saatinin “tiktak”ları duruncaya dek beyni, düşünceleri, duyguları, tüm benliği insan, doğa ve vatan sevgisiyle dolup taştı.
Son nefesine kadar halkının yanında yer aldı. Vurgunculara, soygunculara, karanlık insanlara karşı onların hakkını savundu. İşte bu nedenle hedef tahtasına yatırıldı. Yaşamını ateş altında sürdürdü. İşte bu nedenle, 85 yaşında bile onu adi bir suçlu gibi saat dörtte evinden alıp götürmeye utanmadılar.
İlhan Selçuk Ağabey devrimciydi. Atatürkçüydü. Ülkenin tam bağımsızlığını savunurdu her zaman. Mustafa Kemal’in “İstiklal-i Tam” ilkesine gönülden bağlıydı. Bu kavramı bir an olsun dilinden düşürmedi. Unutmadı. Unutturmadı.
Düşüncelerinden asla ödün vermedi. Asla tosuncuk ve liboş olmadı. Değer yargılarına, ilkelerine ve halkına yola beraber çıktığı bazı arkadaşları gibi ihanet etmedi. Egemen güçlere yalakalık yapmadı. Saygınlığını ve onurunu ayaklar altına almadı.
“…Yürüdü üstüne üstüne cellâdın, fırsatçının, fesatçının, hayının… Umut ile sevda ile düş ile dayandı…
Onunla aynı yerde, “Olaylar ve Görüşler” sayfasında, 1999’dan 2009’a kadar yan yana yazmanın bugün onurunu ve sevincini yaşıyorum. Çok şey öğrendim ondan.
Başta dik durmayı, dik duruşu… Yılgınlığa düşmemeyi, bukalemun gibi renk değiştirmemeyi, doğru bildiğin yolda, yalnız da kalsan sonuna dek yürümeyi…
Ayrıca “ses bayrağımız” Türkçeyi nasıl kullanmak gerektiğini ondan öğrendim. Yalın, sade yazmayı, basit anlatımı, halkla bütünleşmeyi...
Pencere, aydınlığa açılan bir kapıydı. Bir ışıktı. Çoğu kez onun penceresinden dünyaya bakıp, doğruları görmeye çalıştık. Mutluluğu, mutsuzluğu, hüznü, alçaklığı, ihaneti oradan izledik. Bir çoban ateşi, bir kutup yıldızı oldu bizim için o.
Kalemle savaşım vermenin zorluğunu, kalemin kutsallığını, kalemi satmanın ya da kırmanın ne anlama geldiğini ondan öğrendik.
Kalem namustu. Onurdu. Ulustu. Vatandı. Halktı.
O, aydın olmanın, yurtsever olmanın namusunu sonuna dek korudu.
İşte bu nedenle onu, sabahın köründe “Ergenekoncu” diye evinden alıp sorguya götürdüler.
Giderken de gelirken de yüzünde nefretin, kırgınlığın, kızgınlığın hiçbir belirtisi yoktu. Sanki “Olur böyle şeyler, böyle faşist yönetimlerde…” diyordu.
Gülümsüyordu. Sevenlerine, sevmeyenlerine, güçsüzlere, emir kullarına, onların zavallı, çaresiz hallerine gülümsüyordu. Belki de acıyordu… Yani demek istiyordu ki, “Ben 12 Mart’ların Ziverbey işkence hanelerinden geçtim. 12 Eylül’leri gördüm. Yılmadım. Beni bununla mı korkutacaksınız?..”
Bir başka konuşmasında da o şunları vurguluyordu:
“Benim jübilesi yapılan futbolcular gibi sahadan çekilmemi kimse beklemesin... Daha çok gol atacağız, çok gol yiyeceğiz... Yenileceğiz, yeneceğiz. Yeryüzünün tarihi, halkların iniltileriyle doludur. Her haklı yenilgi tarihin bir sayfasını açar. Bu sayfalar birikir, yenile yenile en sonunda yengiye ulaşır insan. Ve belki bizim ömrümüz de yetmeyebilir, bunu görmeyebiliriz ama biliriz. Tarihsel bilinci olan insan bilir. Olayın bir diğer yanı tarihsel bilinci olan insanın mutlu olmasıdır. Biz mutluyuz…” (Alpay Kabacalı, İlhan Selçuk)
Ergenekon soruşturmaları ile onun yorgun gövdesini belki biraz daha hırpaladılar, yıprattılar, ölümünü çabuklaştırdılar. Yine de o, sonsuzluğa giderken onlardan bin kez daha güçlü, bin kez daha dayanıklı, bin kez daha onurluydu. Ayaktaydı ve dimdikti…
İlhan Selçuk Ağabey bir kez öldü ve sonsuzluğa dek yüreklerde yaşayacak. Ama onlar, onu yargılayanlar, işkenceciler bin kez ölecekler ve ileride yaptıklarını kimseye anlatamayacaklar… Gizleyecekler. Utanacaklar. Çocuklarından, torunlarından bile gizleyecekler… Bir yaşam boyu o lekeyi üzerlerinde taşıyacaklar. Sonra da günleri, saatleri geldiğinde kaybolup gidecekler, tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklar…
Yazımızı değerli köşe yazarı Melih Âşık’ın izniyle İran’lı şair Füruğ’un şu dizeleri ile bitirelim ve İlhan Selçuk Ağabey’e armağan edelim.
Gecenin sonsuzluğundan sesleniyorum ben
karanlığın sonsuzluğundan
Gelirsen benim evime ey sevgilim,
bir lamba getir bana
Ve küçücük bir pencere
Seyredeyim oradan kalabalığını mutlu sokağın…”
(ali-eralp@hotmail.com)
ALİ ERALP
İlhan Selçuk Ağabey aydınlanmacıydı. Bilimden, akıldan yanaydı. Kendi deyişi ile “tarihsel bilinç” sahibi idi. Diyalektiği çok iyi bilirdi.
Safsata, fizikötesi, boş inançlar onun kitabında yer almazdı. Yaşamı boyunca, değişimi, farlılaşmayı, yenileşmeyi reddeden tutucu, gerici düşüncelerle savaştı. Bu mücadeleye ömrünü verdi.
Hareketi, gelişimi, devrimi savundu hep. Evrenselin, uygarlığın, insan olmanın ışığına koştu pervaneler gibi. Yandı. Acılar çekti. Yılmadı. Gerilemedi. Diz çökmedi. Acıyı bal eyledi.
Eğilmedi, bükülmedi, kırıldı. Parçalandı. Ama yeniden yeniden bütünlendi.
Hep ileriye, geleceğe, güzelliklere koştu. Kır çiçekleriyle süsledi sözcüklerini… Acılarla yoğurdu.
Yürek saatinin “tiktak”ları duruncaya dek beyni, düşünceleri, duyguları, tüm benliği insan, doğa ve vatan sevgisiyle dolup taştı.
Son nefesine kadar halkının yanında yer aldı. Vurgunculara, soygunculara, karanlık insanlara karşı onların hakkını savundu. İşte bu nedenle hedef tahtasına yatırıldı. Yaşamını ateş altında sürdürdü. İşte bu nedenle, 85 yaşında bile onu adi bir suçlu gibi saat dörtte evinden alıp götürmeye utanmadılar.
İlhan Selçuk Ağabey devrimciydi. Atatürkçüydü. Ülkenin tam bağımsızlığını savunurdu her zaman. Mustafa Kemal’in “İstiklal-i Tam” ilkesine gönülden bağlıydı. Bu kavramı bir an olsun dilinden düşürmedi. Unutmadı. Unutturmadı.
Düşüncelerinden asla ödün vermedi. Asla tosuncuk ve liboş olmadı. Değer yargılarına, ilkelerine ve halkına yola beraber çıktığı bazı arkadaşları gibi ihanet etmedi. Egemen güçlere yalakalık yapmadı. Saygınlığını ve onurunu ayaklar altına almadı.
“…Yürüdü üstüne üstüne cellâdın, fırsatçının, fesatçının, hayının… Umut ile sevda ile düş ile dayandı…
Onunla aynı yerde, “Olaylar ve Görüşler” sayfasında, 1999’dan 2009’a kadar yan yana yazmanın bugün onurunu ve sevincini yaşıyorum. Çok şey öğrendim ondan.
Başta dik durmayı, dik duruşu… Yılgınlığa düşmemeyi, bukalemun gibi renk değiştirmemeyi, doğru bildiğin yolda, yalnız da kalsan sonuna dek yürümeyi…
Ayrıca “ses bayrağımız” Türkçeyi nasıl kullanmak gerektiğini ondan öğrendim. Yalın, sade yazmayı, basit anlatımı, halkla bütünleşmeyi...
Pencere, aydınlığa açılan bir kapıydı. Bir ışıktı. Çoğu kez onun penceresinden dünyaya bakıp, doğruları görmeye çalıştık. Mutluluğu, mutsuzluğu, hüznü, alçaklığı, ihaneti oradan izledik. Bir çoban ateşi, bir kutup yıldızı oldu bizim için o.
Kalemle savaşım vermenin zorluğunu, kalemin kutsallığını, kalemi satmanın ya da kırmanın ne anlama geldiğini ondan öğrendik.
Kalem namustu. Onurdu. Ulustu. Vatandı. Halktı.
O, aydın olmanın, yurtsever olmanın namusunu sonuna dek korudu.
İşte bu nedenle onu, sabahın köründe “Ergenekoncu” diye evinden alıp sorguya götürdüler.
Giderken de gelirken de yüzünde nefretin, kırgınlığın, kızgınlığın hiçbir belirtisi yoktu. Sanki “Olur böyle şeyler, böyle faşist yönetimlerde…” diyordu.
Gülümsüyordu. Sevenlerine, sevmeyenlerine, güçsüzlere, emir kullarına, onların zavallı, çaresiz hallerine gülümsüyordu. Belki de acıyordu… Yani demek istiyordu ki, “Ben 12 Mart’ların Ziverbey işkence hanelerinden geçtim. 12 Eylül’leri gördüm. Yılmadım. Beni bununla mı korkutacaksınız?..”
Bir başka konuşmasında da o şunları vurguluyordu:
“Benim jübilesi yapılan futbolcular gibi sahadan çekilmemi kimse beklemesin... Daha çok gol atacağız, çok gol yiyeceğiz... Yenileceğiz, yeneceğiz. Yeryüzünün tarihi, halkların iniltileriyle doludur. Her haklı yenilgi tarihin bir sayfasını açar. Bu sayfalar birikir, yenile yenile en sonunda yengiye ulaşır insan. Ve belki bizim ömrümüz de yetmeyebilir, bunu görmeyebiliriz ama biliriz. Tarihsel bilinci olan insan bilir. Olayın bir diğer yanı tarihsel bilinci olan insanın mutlu olmasıdır. Biz mutluyuz…” (Alpay Kabacalı, İlhan Selçuk)
Ergenekon soruşturmaları ile onun yorgun gövdesini belki biraz daha hırpaladılar, yıprattılar, ölümünü çabuklaştırdılar. Yine de o, sonsuzluğa giderken onlardan bin kez daha güçlü, bin kez daha dayanıklı, bin kez daha onurluydu. Ayaktaydı ve dimdikti…
İlhan Selçuk Ağabey bir kez öldü ve sonsuzluğa dek yüreklerde yaşayacak. Ama onlar, onu yargılayanlar, işkenceciler bin kez ölecekler ve ileride yaptıklarını kimseye anlatamayacaklar… Gizleyecekler. Utanacaklar. Çocuklarından, torunlarından bile gizleyecekler… Bir yaşam boyu o lekeyi üzerlerinde taşıyacaklar. Sonra da günleri, saatleri geldiğinde kaybolup gidecekler, tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklar…
Yazımızı değerli köşe yazarı Melih Âşık’ın izniyle İran’lı şair Füruğ’un şu dizeleri ile bitirelim ve İlhan Selçuk Ağabey’e armağan edelim.
Gecenin sonsuzluğundan sesleniyorum ben
karanlığın sonsuzluğundan
Gelirsen benim evime ey sevgilim,
bir lamba getir bana
Ve küçücük bir pencere
Seyredeyim oradan kalabalığını mutlu sokağın…”
(ali-eralp@hotmail.com)
Ali Eralp- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 62
Yaş : 72
ŞEHİR : içel
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : üniversite
Aldığı Teşekkür : 23
Kayıt tarihi : 22/12/09
Geri: "GETİR BANA VE KÜÇÜCÜK BİR PENCERE..."
Kolay mı? Aydın olmak,Uğur Mumcu,Tonguç Baba,Türkan Saylan,Neyzen,yada İlhan Selçuk olmak.
Saydıklarımın veya sayamadıklarımın hepside bedelini en ağır şekilde ödediler.
Ve ödülleri sadece tertemiz bir yaşam ve imzaları olan isimleriydi.
Toplumun ileri gidebilmesinde emeği olan aydınlarımıza,benim inancıma göre Tanrı rahmet eylesin,ışıklar içinde yatsınlar.
Teşekkürler,saygılar.
Saydıklarımın veya sayamadıklarımın hepside bedelini en ağır şekilde ödediler.
Ve ödülleri sadece tertemiz bir yaşam ve imzaları olan isimleriydi.
Toplumun ileri gidebilmesinde emeği olan aydınlarımıza,benim inancıma göre Tanrı rahmet eylesin,ışıklar içinde yatsınlar.
Teşekkürler,saygılar.
Denizkızı- ELMAS ÜYE
- PROJE ÖDÜLÜ :
KATILIM ÖDÜLÜ :
Mesaj Sayısı : 1090
Yaş : 53
ŞEHİR : İstanbul
Meslek : Tekstil-Tasarım
Öğrenim Durumu : Lise
Aldığı Teşekkür : 411
Kayıt tarihi : 27/11/07
DENiZ YILDIZI :: YAZARLARIMIZ :: Ali ERALP :: Son Yazısı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz