Hayata dair - 18
1 sayfadaki 1 sayfası
Hayata dair - 18
Hayata dair - 18
Albert
Einstein, E=mc2 formülü üzerinde kafa yorarken, belli bir hıza erişmiş
cismin değişikliğe uğrayacağını ve zaman kavramının görece olduğunu
ispatlamıştı.
20. yüzyılın sonlarında MIT gibi ciddi bir
enstitünün önemli bilim adamı Thomas Pritchard, bir sodyum atomunun,
bir bariyerin iki tarafında aynı anda varolabildiğini ispatladı. Yani
bölünmeyen atom, aynı anda, iki ayrı yerde birden varolabiliyordu.
İlginç değil mi?
20.
yüzyılın büyük fizikçileriyle binlerce yıl öncenin mutasavvıfları aynı
noktada birleşiyorlar. İki grup da gördüğümüz nesnelerin, katı cisimler
olmayıp bir enerji hareketi olduğunu savunuyor. Gördüğünüz masa, masa
değil bir enerji hareketi. İnsan da öyle, kuş da, köpek de, cam da,
otomobil de... Ve enerji yok olmuyor.
***
Bizim
bunca önemsediğimiz dünya, sınırları bilinmeyen evrende, galaksiler
arasında, güneş sisteminde yer alan ve uzaktan soluk, mavi bir nokta
olarak bile fark edilemeyen, belki de evrende bir matematik büyüklük
ifade etmeyen toz zerresi. Biz de onun üzerinde kısacık bir an yanıp
sönen, yaşam belirtileriyiz.
Bu yüzden Stephen Hawking Tanrı’ya
inanıp inanmadığını soranlara, insanoğlunun gerçek boyutunu anlatıyor
ve “Evren bizim gibi yaratıkların tasavvuruna göre kurulamaz” diyor.
Bir
anlamda Einstein’ın sözlerini tekrarlayarak, insanoğlunun öğrendikçe,
bilmediklerinin ne kadar çok olduğunu kavraması gerçeğini vurguluyor.
Büyük
bilim adamlarının açıklamaları, evreni kavramamızın, bahçedeki
karıncanın Wall Street borsasındaki hesapları kavramasından daha güç
olduğunu ortaya çıkarmakta.
Mutasavvıflar ise bu gerçeği görmüş
ve her zerrenin, büyük enerjinin bir parçası olduğundan hareketle
“birlik” ve vahdet-i vücud felsefesine ulaşmış ve “enel hak” noktasına
gelmişti.
Böylece en küçük en büyük oluyordu. İnsanoğlu hem hiçbir şeydi hem de her şey!
***
Yeni
kuşaklar teknoloji alanındaki her yeniliği büyük bir heyecanla
karşılayıp, daha önce yaşamış olanlara karşı bir üstünlük duygusuna
kapılıyorlar. Hi-tech, mikroçip, internet, enformasyon otoyolu...
Bunların hepsi birer mucize gibi geliyor insanlara. Belki de öyledir.
Ama
unutmamak gerekir ki esas büyük mucize şu üstünde yaşadığımız dünya.
Ana rahmine düşen tohumun insana dönüşmesinden daha büyük mucize olur
mu? Aslında alışkanlıklar gözlerimizi kör etmese bu dünyadaki her şeye
şaşkın gözlerle ve bir mucize izler gibi bakmamız gerekir: Kelebeğin
uçuşu, toprağı yaran çiçeğin binbir renkle bezenmesi, doğum, ölüm,
aşk... Hepsi başlıbaşına birer mucize.
*****
Costner’la yemek yedik
Haber sitelerinde Kevin Costner’a Atatürk rolü teklif ettiğime dair haberler gördüm.
Kevin Costner’la sadece bir öğle yemeği için buluştuk. Kitaplardan, filmlerden söz ettik. Kendisine Atatürk rolü teklif etmedim.
Albert
Einstein, E=mc2 formülü üzerinde kafa yorarken, belli bir hıza erişmiş
cismin değişikliğe uğrayacağını ve zaman kavramının görece olduğunu
ispatlamıştı.
20. yüzyılın sonlarında MIT gibi ciddi bir
enstitünün önemli bilim adamı Thomas Pritchard, bir sodyum atomunun,
bir bariyerin iki tarafında aynı anda varolabildiğini ispatladı. Yani
bölünmeyen atom, aynı anda, iki ayrı yerde birden varolabiliyordu.
İlginç değil mi?
20.
yüzyılın büyük fizikçileriyle binlerce yıl öncenin mutasavvıfları aynı
noktada birleşiyorlar. İki grup da gördüğümüz nesnelerin, katı cisimler
olmayıp bir enerji hareketi olduğunu savunuyor. Gördüğünüz masa, masa
değil bir enerji hareketi. İnsan da öyle, kuş da, köpek de, cam da,
otomobil de... Ve enerji yok olmuyor.
***
Bizim
bunca önemsediğimiz dünya, sınırları bilinmeyen evrende, galaksiler
arasında, güneş sisteminde yer alan ve uzaktan soluk, mavi bir nokta
olarak bile fark edilemeyen, belki de evrende bir matematik büyüklük
ifade etmeyen toz zerresi. Biz de onun üzerinde kısacık bir an yanıp
sönen, yaşam belirtileriyiz.
Bu yüzden Stephen Hawking Tanrı’ya
inanıp inanmadığını soranlara, insanoğlunun gerçek boyutunu anlatıyor
ve “Evren bizim gibi yaratıkların tasavvuruna göre kurulamaz” diyor.
Bir
anlamda Einstein’ın sözlerini tekrarlayarak, insanoğlunun öğrendikçe,
bilmediklerinin ne kadar çok olduğunu kavraması gerçeğini vurguluyor.
Büyük
bilim adamlarının açıklamaları, evreni kavramamızın, bahçedeki
karıncanın Wall Street borsasındaki hesapları kavramasından daha güç
olduğunu ortaya çıkarmakta.
Mutasavvıflar ise bu gerçeği görmüş
ve her zerrenin, büyük enerjinin bir parçası olduğundan hareketle
“birlik” ve vahdet-i vücud felsefesine ulaşmış ve “enel hak” noktasına
gelmişti.
Böylece en küçük en büyük oluyordu. İnsanoğlu hem hiçbir şeydi hem de her şey!
***
Yeni
kuşaklar teknoloji alanındaki her yeniliği büyük bir heyecanla
karşılayıp, daha önce yaşamış olanlara karşı bir üstünlük duygusuna
kapılıyorlar. Hi-tech, mikroçip, internet, enformasyon otoyolu...
Bunların hepsi birer mucize gibi geliyor insanlara. Belki de öyledir.
Ama
unutmamak gerekir ki esas büyük mucize şu üstünde yaşadığımız dünya.
Ana rahmine düşen tohumun insana dönüşmesinden daha büyük mucize olur
mu? Aslında alışkanlıklar gözlerimizi kör etmese bu dünyadaki her şeye
şaşkın gözlerle ve bir mucize izler gibi bakmamız gerekir: Kelebeğin
uçuşu, toprağı yaran çiçeğin binbir renkle bezenmesi, doğum, ölüm,
aşk... Hepsi başlıbaşına birer mucize.
*****
Costner’la yemek yedik
Haber sitelerinde Kevin Costner’a Atatürk rolü teklif ettiğime dair haberler gördüm.
Kevin Costner’la sadece bir öğle yemeği için buluştuk. Kitaplardan, filmlerden söz ettik. Kendisine Atatürk rolü teklif etmedim.
Zülfü Livaneli- GÜMÜŞ ÜYE
-
Mesaj Sayısı : 81
Yaş : 78
ŞEHİR : yazar
Meslek : yazar
Öğrenim Durumu : yazar
Aldığı Teşekkür : 10
Kayıt tarihi : 25/11/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz